Filistin, nehirden denize kadar özgür olacak

Azzam Tamimi
Azzam Tamimi

Filistin asıllı akademisyen ve İslami düşünce enstitüsü direktörü Dr. Azzam Tamimi ile Hamas’ı, Filistin halkının direniş destanını, intifada ruhunu ve batı dünyasının iki yüzlülüğünü konuştuk.

Hamas nedir? Vizyonu, amacı, anlamı ne Türkiye’de ne de dünyada hakkıyla bilinmiyor. Bize Hamas’ı kısaca anlatır mısınız?

Hamas İslami Direniş Hareketi, Aralık 1987’de 1.Filistin İntifadası’nın başlamasıyla kuruldu. Daha önce aynı gruplar, Filistin’deki İhvan Hareketi’ne bağlıydılar. Bu dönüşümün itici gücüyse, o zamanlar İsrail işgali altındaki Gazze Şeridi’ndeki durumun kötüleşmesine ve trajik bir hal almasına bir tepki olarak başlayan halk ayaklanmasıydı.

Önceki yıllarda, 1967 Haziran’ındaki Altı Gün Savaşı’ndan sonra başlayan işgal süresince, Müslüman Kardeşler hareketi, dini eğitim, fikri eğitim, sosyal reform ve hayır işlerine odaklanan köklü bir halk hareketi olarak hareket ediyordu. Filistin’in kurtarılma görevinin yalnızca Filistin halkının gücüyle değil aynı zamanda tüm İslam ümmetinin sorumluluğunda olması gerektiğini düşünüyorlardı. Onlara göre Filistin, İsra ve Mi’rac’ın toprakları, peygamberlerin doğduğu yer, ilk kıble ve iki kutsal mescidin üçüncüsüydü. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne kadar Müslüman ülkelerin bir parçasıydı. Müslüman Kardeşler’e göre, İslam milletinin yeniden doğuşu, sadece Filistin halkının değil tüm ümmetin kurtuluşunun bir şartıydı. Bu düşünceyi pekiştiren acı bir deneyim, 1948 savaşıydı. Mısır ve Arap dünyasının diğer bölgelerinden Müslüman Kardeşler, Fas’tan Yemen’e kadar, Filistin’i savunmak ve Siyonistlerin topraklarını işgal etmesini engellemek için harekete geçtiler. Ancak o zamanlar çoğu Arap devleti, sömürgeci İngiliz ve Fransızların himayesindeydi ve onlarla birlikte Filistin’i sattılar. Müslüman Kardeşler, bunun karşılığında Mısır’da en ağır yasakları, hapis cezasını ve işkenceyi yaşadılar, hatta öldürüldüler. Yani, önce milletin uyanması ve sömürgenin ve despotizmin zincirlerinden kurtulması gerekiyordu.

O dönemde Müslümanların durumunu ele alabilir misiniz?

1970’lerde yaşanan İslami uyanışın içinde büyüyen yeni nesil Müslüman gençler, işgale karşı olan siyasi faaliyetlere, özellikle de barışçıl ya da askeri direnişe katılmaktan çekindiler. İşgal nedeniyle insanların yaşam koşulları günden güne kötüleşiyordu. Artık bu gençler, eğitim, kültür, hayır işleri ve toplumsal reform faaliyetleriyle sınırlı kalmaya ikna olmuyorlardı. İşgale karşı mücadele eden diğer fraksiyonlara katılmak istiyorlardı. Bu öfke eğiliminin büyümesine, Müslüman Kardeşler’in eski üyeleri tarafından 1980’lerin başında İslami Cihad Hareketi’nin kurulması da katkıda bulundu. Bu grupta, Fetih El-Şaqaqi ve Abdülaziz Avda gibi önde gelen isimler bulunmaktadır.

Olay 8 Aralık 1987 tarihinde gerçekleşti. Bir Siyonist askeri traktörün şoförü, Filistinli işçilerin Filistin’e geri dönüş yolculuğu yapan küçük otobüslerine çarparak, hayatını kaybetmelerine neden oldu. Bu olay, bardağı taşıran son damla olmuştu ve İntifada’yı başlatan kıvılcımı ateşlemişti. Bu olay, taş intifadası olarak da bilinen isyanın başlangıcıydı. En önemli sonuçlarından biri, Gazze’deki Müslüman Kardeşler liderliğinin stratejilerini gözden geçirmek zorunda kalmalarıydı. Bu da İslami Direniş Hareketi olarak adlandırılan, kısaca Hamas olarak bilinen bir direniş hareketine dönüşme kararı almalarına yol açtı.

İntifada’nın ilk dönemlerinde silahsız direniş yöntemlerine başvuruluyordu değil mi?

Evet. Hamas başlangıçta barışçıl direniş yöntemlerine başvurdu. Ancak zamanla, işgalcilerin barışçıl göstericilere yönelik şiddetli müdahaleleri ve taş atanlara gerçek mermiyle ateş etmeleri, hareketin genç üyelerini işgalci askerlere bıçak saldırıları düzenlemeye yönlendirdi. Bu dönem, hançer savaşı olarak bilinir hale geldi. Daha sonra bazıları İsrail askerlerinin silahlarını çalmayı başardı ve bunları işgalci askerlere karşı saldırı ve kaçırma eylemlerinde kullandılar. Bu, Hamas’ın askeri kanadının doğduğu nokta oldu. Hamas, bu birimin adını “Şehit İzzeddin El-Kassam Tugayları” koydu. Bu isim, Suriyeli kahraman İzzeddin El-Kassam’a ithafen verilmişti. O, kendi ülkesindeki Fransız işgaline karşı mücadele ettikten sonra Filistin’e gelmiş ve İngiliz işgaline karşı savaşmış, 1935 yılında Kuzey Filistin’deki Cüdde köyünde, Britanya kuvvetlerine karşı yapılan bir çatışmada şehit düşmüştü.

Daha sonra, 15 Şubat 1994 tarihinde, Yahudi yerleşimci Baruch Goldstein’in gerçekleştirdiği katliamın ardından, direniş yöntemlerinde başka bir evrim yaşandı. Goldstein, New York’a göç etmiş ve Filistin’e yerleşmiş bir Yahudi yerleşimciydi. Bu yerleşimci, Halil şehrindeki İbrahim Camii’ne baskın düzenleyip, ateş açarak secde halindeki onlarca Müslümanın hayatını kaybetmesine neden oldu. Hamas bu suçun intikamını almak için intihar eylemleri olarak bilinen, Batı’da ‘suicide bombings’ adı verilen bir dizi operasyonla karşılık verdi.

Siyonist rejime belki de en büyük darbe bu..

Kesinlikle, bu şehit operasyonları, Siyonist rejimi ve destekçilerini derinden sarsmış, kendilerini hesaba katmadıkları ve caydıramadıkları bir silahla karşı karşıya bulmuşlardı. O dönemde, hareketin kurucusu Şeyh Ahmed Yasin, Allah ona rahmet eylesin, beş yıldır cezaevindeydi ve uzun bir cezaya mahkûm edilmişti. Hapiste, işgal yönetiminin güvenlik ve askeri yetkililerinden bir grup, ona yaklaşıp sordu: “Bu ölümleri nasıl durdurabiliriz?” Sakince şöyle söyledi: “Bizim öldürülmemize son verirseniz, biz de size son veririz.” Uzun süreli ateşkese karşılık olarak şu şartları önerdi: 1) İşgalin sona erdirilmesi; 2) Yahudi yerleşimcilerin tüm işgal edilmiş bölgelerden çekilmesi; 3) İsrail hapishanelerindeki tüm Filistinli mahkûmların serbest bırakılması.

İsrailliler o dönemde, sadece birkaç ay önce Filistin Kurtuluş Örgütü ile Oslo Anlaşması’nı imzalamışlardı. Bu anlaşma, örgütün İsrail’in varlığını tanıması karşılığında, ona Filistin halkının tek yasal temsilcisi olarak tanıma hakkını veriyordu. Böylece, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün işbirlikçi bir otoriteye dönüştüğünü düşünüyorlardı. Şeyh Ahmed Yasin’in sunduğu bu teklife ilgi göstermediler ve Hamas hareketi direnişine devam etti. İsrail de işgali sürdürdü.

Daha sonrasında hiç ateşkes oldu mu?

Sonraki yıllar birkaç ateşkese sahne oldu ancak bunlar da uzun sürmedi çünkü işgal güçleri her seferinde bu anlaşmaları ihlal etti. Bunlardan en bilineni, 1996 yılında yaklaşık altı ay süren ateşkesi ihlal eden Başbakan Şimon Peres’in Yahya Abdüllatif Ayyaş’ın suikastını emretmesidir. Ardından, Başbakan Ehud Olmert’in 2008’in Kasım ayında Hamas üyelerinden bazılarını öldürmesinin ardından gelen ve Aralık 2008 ile Ocak 2009’da Gazze’yi istila eden savaştır. Uzun vadeli ateşkesten kasıt, çatışmaların sona ermesi ve savaşın durmasıdır ancak mevcut durumun meşruiyeti kabul edilebilen bir şey değil ki! Filistin’in herhangi bir yerinde İsrail’in varlık hakkı tanınamaz.

Daha sonra Hamas, yerel olarak üretilen roketler geliştirerek, intihar saldırılarından vazgeçti. Zamanla, kuşatmaya rağmen modern teknolojilerden yararlanarak cephaneliğini geliştirdi. Füze kapasitesini artırdı, insansız hava araçları üretti ve Ekim 2023’ün yedinci gününde yeni tip farklı bombalar kullanarak İsraillileri şaşırttı.

Hamas’ın Filistin halkı arasındaki popülerliğinden de bahsedebilir miyiz biraz hocam?

Tabii ki, zamanla Hamas büyüdü ve daha fazla popülerlik kazandı. Yerel anketler hala, Hamas’ın popülerliğinin yönetimi devraldığından beri sadece çok sınırlı bazı dönemler dışında, yaşanan ekonomik zorluklara rağmen düşmediğini gösteriyor.

Hamas, ilk kez 2006 yılında düzenlenen Yasama Meclisi seçimlerine katıldı ve çoğunluğu kazandı. İsrailliler, Batılı müttefiklerine yönelerek Hamas’la iş yapmamalarını istediler. Hamas’ın, adil demokratik seçimlerde zafer kazanması halinde, resmen dört koşul olarak bilinen Quartet Koşulları’nı yerine getirmediği sürece, bu zaferin uluslararası meşruiyet kazanmamasını istediler. Bu koşullar, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve Rusya tarafından benimsendi ve bu Hamas ile iş yapmaya cüret eden herkese karşı kılıcı çekmek anlamına geldi. Koşullar şunlardı: 1) İsrail’in varlığını tanıma; 2) Silah bırakma ve silahlı direnişi terk etme; 3) Filistin Kurtuluş Örgütü’nün imzaladığı tüm anlaşmalara ve sözleşmelere tam olarak uyma taahhüdü.

Ve tabii ki Hamas bu şartları reddetti…

Bittabi. Bunun üzerine Hamas’ı boykot ettiler ve faaliyetlerini suç kapsamına soktular. İsrail ve başta ABD olmak üzere bağışçı ülkeler, Filistin devletinden Ramallah’ta Hamas’ı yönetimden uzak tutmasını istediler. Buna göre sağlık ve eğitim dâhil farklı sektörlerde, Hamas’a sadık olanları iş bırakmaya ve Hamas hükümetini boykot etmeye zorladılar. Ve bu talepleri yerine getirenlerin maaşlarını ödeme sözü verdiler.

Tüm bu engellemelere rağmen Hamas ilerledi ve hiçbir şey onu durduramadı. ABD Hükümeti ve Filistin devletinin güvenliğini yöneten bir subay olan, Hamas’a ve Müslüman Kardeşler’e karşı bir rakip olan Muhammed Dahlan liderliğindeki başarısız bir darbe girişimine başkanlık etmesi için General Dayton’u bölgeye gönderdi. Ancak bu girişim de başarısız oldu ve bu, Haziran 2007’de Hamas güçleri ile Ramallah otoritesine sadık kuvvetler arasında çatışmalara yol açtı. Sonunda Hamas’ın direnişe tek başına hâkim olmasına neden oldu. Bu sırada Ramallah otoritesinin güvenlik birimleri, İsrail güçlerinin yardımıyla, Hamas’ı Batı Şeria’dan temizleme çabalarına devam etti. Faaliyetlerini yasakladı, kurumlarını kapattı, üyelerini takip etti ve destekçilerini bastırdı.

O zamandan beri Gazze, İsrail tarafından bölgesel ve uluslararası olarak kuşatılmış durumda. Elektriklerinin ne zaman açılacağına, yakıt alıp alamayacaklarına, nasıl su ve gıda temin edebileceklerine ve ilaç alabileceklerine İsrail karar veriyor. Tüm bunlar, Ramallah’taki otoritenin ve Kahire’deki Mısır hükümetinin koordinasyonuyla yapılıyor.

Hamas’ın kuruluşu 1. İntifada’ya dayanıyor ve temellerinin ilk olarak üniversitelerde atıldığını biliyoruz. Bugünden bakacak olursak Hamas söz konusu ‘intifada ruhunu’ bugün de taşıyor mu?

İlk ayaklanma, spontane bir halk hareketiydi, ancak bugünkü Hamas, sivil ve askeri kanatları olan bir direniş hareketidir. Ayrıca Gazze Şeridi’ni yönetiyor, bu yüzden aynı zamanda bir hükümete benziyor. Hamas’ın amacı, zaman geçse de ve üzerine yapılan tüm savaşlara rağmen değişmedi; İşgalciyi direnerek Filistin’i denizden nehre kadar tamamen özgürleştirmek.

Küfrün ortakları hep bir ağızdan Hamas’ı kötülüyor. Türkiye onların söylemlerine muhalif olarak kendi yurdunu müdafaa eden Hamas’ı mücahit olarak tanımladı. Siyaseten çok büyük bir tanım. Bunun Hamas’ta ve Dünya Müslümanlarında bırakacağı etkiye dair öngörünüz nedir?

Hamas’a düşmanlarından ve İsrail’in ortaklarından ne gelirse gelsin, Müslümanların Hamas’ı ve hedeflerini anlaması önemlidir. Bir zamanlar eski İngiliz Başbakanı, Nelson Mandela’yı terörist olarak gördü, sonunda Güney Afrika’daki ayrımcı ırkçılık rejimini sona erdirmek için onunla müzakere etmek zorunda kalındı, ardından ülkenin başkanı seçildi ve Britanya’da coşkuyla karşılandı. Türkiye’nin resmi olarak ifade ettiği, Hamas’ın meşru bir direniş hareketi olduğudur, benzer bir şeyi ifade eden Malezya Başbakanı Anwar İbrahim’di. Filistinliler, İslam dünyasının liderlerinden bunu bekliyorlar. Halklar, şüphesiz Hamas’ın ve Filistin halkının imajını lekeleyenlere karşı temkinli olacak kadar farkındalığa sahiptir. Bu İslami halk desteğini, başkentlerde ve birçok şehirde düzenlenen kitlesel gösterilerle gördük ve bunun, İsrail’e baskı yapmak için hükümetlere etkili bir şekilde yöneltileceğini umuyoruz, sözlü kınamalarla yetinilmemesi temennisinde bulunuyoruz.

Batı yayın ve basını geçmişte olduğu gibi bugün de Filistin’deki Müslümanlara yönelik katliamı görmezden geliyor. Hamas, bu iki yüzlü batıya rağmen tüm dünyaya katliamı nasıl gösteriyor?

Gazze’deki katliamları ve Batı Şeria’daki sürekli ihlalleri açıklamak, sadece Hamas’ın görevi değildir. Aksine bu, her vicdan sahibi Arap, Müslüman veya diğer insanların görevidir. Ancak bildiğim kadarıyla Hamas, iletişimi sürdürmeye çalışıyor, medya ve sosyal medya araçlarıyla dünya halklarıyla iletişim kurmaya çabalıyor. Hamas, birçok ülke tarafından kuşatılıyor ve boykot ediliyor ve bazı ülkeler onu terör örgütleri arasında sınıflandırıyor; bu da iletişim sürecini kısmen engelliyor ve sınırlıyor.

İngilizceye ve başka dillere tercüme edilmiş en güçlü Hamas anlatısının yazarısınız. Bunun yanında Londra’da yayın yapan Alhiwar televizyonunun da genel yayın yönetmenisiniz. Son Filistin’deki olaylar özelinde Batı dünyasının iki yüzlülüğüne dair neler söylemek istersiniz?

Allah’ın lütfuyla, küresel ikiyüzlülük, özellikle Batı’da, tüm dünya halkları önünde hızla açığa çıkıyor. Bunun örneklerini insanların tepkileri ve sosyal medya etkileşimleriyle gözlemledik. Şu anda birçok insan, Batı’nın Ukrayna’ya yaklaşımını, bu hükümetlerin ve medya organlarının Filistin’e olan yaklaşımıyla karşılaştırıyor. Bu da, Batı toplumlarında bile bu rejimlere ve iddia ettikleri değerlere, demokratik ilkeler ve insan haklarına olan iddialarına şüpheyle yaklaşan daha fazla insan olmasına yol açacak.