Filistin’in sesi Esma Tubi: Radyodan direnişe uzanan bir kadın hikâyesi

Radyo bürosundaki erkeklerin arasında oradan oraya koşuşturan bu ufak tefek kadın, ileride Filistin’in önemli yazarlarından biri olacak Esma Tubi’den başkası değildi. Programı haftalık olacaktı. Bütün hafta boyunca hazırlanır ve öyle çıkardı dinleyicilerin karşısına. Özellikle “Arap Annelerine” isimli konuşması öyle beğenilmişti ki…
Nekbe öncesi İngiliz mandasına ve Siyonist yerleşim yerleşim yerlerine karşı gerçekleşen Büyük Filistin İsyanı’nın (1936-1939) ilk zamanlarında, Kudüs Radyosu’ndan ilk kez bir kadın sesi duyulmuştu.
Radyo bürosundaki erkeklerin arasında oradan oraya koşuşturan bu ufak tefek kadın, ileride Filistin’in önemli yazarlarından biri olacak Esma Tubi’den başkası değildi. Programı haftalık olacaktı. Bütün hafta boyunca hazırlanır ve öyle çıkardı dinleyicilerin karşısına. Özellikle “Arap Annelerine” isimli konuşması öyle beğenilmişti ki. Filistinli kadınların âdeta nefeslerini tutarak dinlediği bu konuşmasında, Arap çocuklara aşılanması gereken önemli üç özelliği anlatıyordu: Dürüstlük, haysiyet ve görev bilinci… Konuşmasının başından sonuna kadar ses tonu neredeyse hiç alçalmamış, kelimeleri büyük bir cesaretle art arda sıralamıştı.
Nâsıralı Şair Rizk Tûbî’nin kızı olan Esma Tubi, henüz 14 yaşındayken ilk şiirlerini ve hikâyelerini yazmak için eline kalemi kâğıdı almıştı. 1925 yılında yani 20 yaşına yeni girdiğinde ise, ilk tiyatro oyununu tamamlamıştı. Beş bölümden oluşan ve Akka’da sergilenen oyunun adı Rus Çarının ve Ailesinin Ölümü’ydü. Yazarının ne kadar genç olduğunu duyanlar şaşkınlıklarını gizleyemiyorlardı. Üstelik oyunu Filistin sınırlarının dışına taşmış ve Beyrut’ta da sahnelenmişti.
Bu başarı Esma’nın gayretini daha da arttırmış, birkaç sene içerisinde Sabır, Kadınlar ve Sırlar, Sadakat Şehidi ve Kumar gibi yeni oyunlar yazmıştı. Bazıları bir, bazıları ise üç ya da dört perdeden oluşan bu oyunların hepsi de okul tiyatrolarında sahnelenmiş ve Esmâ’nın Nekbe öncesi ilk kadın tiyatro yazarı olarak tanınmasını sağlamıştı.
1911 yılından beri yayınlanan meşhur Filistin Gazetesi’ne de yazı göndermeye başlamıştı bir yandan. Gazete, işgale ve Siyonizme karşı mücadelenin en önemli öncülerinden birisiydi ve Esmâ’nın yazıları kısa sürede diğer Arap ülkelerinde de ilgi görmeye başlamıştı. Kadın konuları başta olmak üzere çeşitli konulara değiniyor, Arap tarihinden ve kültüründen örnekler vermeyi seviyordu.
Ancak Kudüs’ten de hiç iyi haberler gelmiyordu bu sırada. Siyonistler 14 Ağustos 1929'da Tel Aviv'de Süleyman Mabedi için büyük bir gösteri düzenlemişler, gösteriyi ertesi gün Kudüs’teki Burak Duvarı önünde devam ettirmişlerdi. Ellerinde Siyonizm simgeleyen bayraklarla marşlar söylüyorlar, halkı kışkırtmak için herşeyi yapıyorlardı. Sonunda olanlar olmuştu ve çıkan çatışmalarda çok sayıda Filistinli şehit edilmiş, birçoğu da tutuklanarak Akka Cezaevi’ne gönderilmişti. Esmâ sarsılarak öğrenmişti tüm bu yaşayanları. Burak Duvarı İsyanı’yla dayanışma için Filistin’in pek çok yerinde olduğu gibi Akka’da da gösteriler düzenleniyordu ve eşi İlyâs’la birlikte bu gösterilerin en ön saflarında yer almışlardı.
Sadece o değil, pek çok kadın tıpkı kendisi gibi yaşanan protestolara aktif olarak katılmaya başlamıştı artık. Aralarındaki sohbetlerin en önemli konusu buydu. Bu arada Kudüs’te muazzam bir gelişme olmuş, Burak İsyanı’nın ardından şehirde düzenlenen konferans sonrası, Züleyha eş-Şihâbî’nin başkanlığında Arap Kadınlar Komitesi kurulmuştu. Bu, Filistinli kadınların artık örgütlü olarak mücadelenin içinde yer alacağı anlamına geliyordu.
Çok ses getiren “Arap Annelerine” başlıklı konuşmasından bir süre sonra da Büyük Filistin İsyanı başlamış ve genel grev ilan edilmişti. Radyo çalışanlarının birçoğu ya tutuklanmış ya da programlarına son verilmişti. Filistin tarihinde yeni bir sayfa açılıyordu artık. Ve Arap Kadınlar Komitesi, isyanın başladığı ilk günden bu yana bütün gücüyle Filistin halkının yanında mücadeleye katılmıştı. Esma, bu mücadelenin liderlerinden birisiydi. Arap Kadınlar Komitesi Akka şubesinin başkanlığını yapıyordu. Birliğin kurulduğu 1930’ların başından bu zamana değin kültür, eğitim, sağlık gibi alanlarda çalışmışlar, art arda yaşanan siyasi olaylara tepki olarak sayısız bildiri yayınlamışlar ve düzenlenen gösterilere katılmışlardı. Şimdi de genel grevi ve isyanı başarıyla ulaştırmak için çalışacaklardı.
Esmâ tamamen sokaktaydı artık. Kapı kapı dolaşarak, kadınları isyanın yararına para ve mücevher bağışlamaya teşvik ediyor, Yahudi mallarını boykot çağrısı yapıyordu. Kadınlar evlerinden çıkmalı, düzenlenen gösterilerde eşleri, erkek kardeşleri ve oğullarının yanında yer almalıydılar. Ülkeleri bu kadar önemli bir tarihsel süreçten geçerken ellerinden ne geliyorsa yapmalıydılar. Filistinli kadının gücü herkes görmeliydi. Yazılarında ve konuşmalarında sürekli bunu söylüyordu.
1948’te Nekbe’yle birlikte Beyrut’a sürgün giderken, sadece evini ve anılarını değil son yazdığı kitabı da bırakmak zorunda kalacaktı geride. Bütün o yoğun çalışma temposu içerisinde, geceleri uykusuz kalarak kaleme almıştı Filistin’deki Arap Kadınları’nı. Bir tür iç döküştü aslında yazdıkları. İçlerinden birisi olmaktan daima gurur duyduğu Arap kadınlarının mücadelesini anlatıyordu. İşgale ve beraberinde getirdiği zorluklara karşı büyük bir direniş göstermişlerdi şimdiye kadar. Filistinli kadınların aslında ne kadar güçlü olduklarının en büyük şahidi oydu. Bu işgal, kadınların üzerindeki perdeyi kaldırıp atarak, onları hayatın tam orta yerine çekmişti. Ve onların bu gücü, hiç hesaba katılan bir şey değildi. Siyonistler, Filistinli kadınları çocuk doğurmaktan başka işe yaramayan aciz varlıklar olarak görürler ve küçümserlerdi. Şimdi bu kadınları karşılarında gördükleri halde, aynı alaycı tavrı sürdürüyorlardı. Bu yüzden, Esmâ’nın şimdiye kadar yazdıkları içerisinde en çok önem verdiği kitaptı bu. Sadece birkaç ay önceydi… Kitabı matbaaya teslim ettikten sonraki heyecanı görülmeye değerdi. Büyük bir sabırsızlıkla bekliyordu basılmasını. Kitap, onun Arap kadınlarına olan şükranının da göstergesi olacaktı aslında. Ancak kısa süre içerisinde, önce Hayfa sonra da Akka işgal edilmiş ve yaşanan tüm o kargaşa esnasında kitabı matbaada kaybolmuştu. Üstelik elindeki tek kopyaydı bu. Ve şehri öyle ani terk etmek zorunda kalmışlardı ki, peşine düşememişti bile. Ne olduğunu kimse bilmiyordu, muhtemelen Siyonist çetelerin baskınları esnasında alınıp yırtılmıştı.

Filistin’deki Arap Kadınları’nın başına gelen, Esmâ’ya yazmayı bıraktırabilecek kadar büyük bir talihsizlikti. Ancak bu durumdan güçlenerek çıkacaktı. Ne olursa olsun pes etmeyeceğine dair defalarca söz vermişti kendisine. Hiç şüphesiz yazmaya devam edecekti, aksini düşünemiyordu bile. Günde en az 5-6 saat yazmak, uzun süredir rutini haline gelmişti zaten. Yazmaya ara verse, vatanıyla da bağları kopacakmış gibi hissediyordu kendisini, kalemi sahip olduğu en güçlü silahtı. İlk olarak, tiyatro oyunlarıyla üne kavuşmuştu. Daha sonra öyküleri, şiirleri ve fikir yazıları gelmişti. Hepsi de geniş kesimler tarafından sevilerek okunuyordu. Beyrut’ta da hayata tutunmanın tek yolu yazmaktı onun için. Evet, artık vatanında değildi ancak Ortadoğu’nun en büyük limanına sahip şehir, kozmopolit yapısıyla Arap dünyasından önemli isimlerin yolunun düştüğü bir kültür merkeziydi. Özellikle Nekbe ile birlikte birçok Filistinli yazar da gelmişti Beyrut’a. Şehirde çıkan gazete ve dergilerde çalışıyorlar, Filistin davasını daha çok insana duyurmak için gece gündüz çalışıyorlardı.
1983 senesinde Beyrut’ta vefat eden ve vefatına değin aralıksız çalışan Esma Tubi, Filistin kültür hayatının en önemli kadınlarından birisi olarak unutulmaz bir iz bıraktı. Ve bu olağanüstü kadın, Filistinli kadının gücünü gösteren bir figür olarak nesilden nesile anlatılmaya devam ediyor.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.