Fotoğraftır, geçilmez

Fotoğraftır Geçilmez
Fotoğraftır Geçilmez

İnsanlık kaybetti. Bunu bilmeyenimiz var mı? Ve fakat çocuklar hariç.Onlar hep güzel. Bunu herkes söylüyor. Hatta çok güzeller.

Fotoğraflar beni hep yaralar. İşte “yara”yı ben de kullandım. Kayıtlara geçsin. “Yara” kelimesi çok kullanıldığı halde eskimiyor, hayret demişim. Biri cevap vermiş. Yara… Yaradan…

En mutlu fotoğraflara daha çok üzülürüm. Düşünsene, o an çekilmiş, gitmiş, bitmiş ve daha neler neler… Mutsuz fotoğraflara zaten çok fena yakalanırım.

Hayatta en sevdiğim şeylerin başında kahvaltı geliyor ayrıca. Evet kahvaltı. Hani kahvaltının mutlulukla ilgisi olmalı diyor ya şair. Tam da öyle. Bal ve peynirin olduğu kahvaltı sofrasında isterseniz tereyağı ve zeytin de olabilir.

Kalabalık kahvaltılar, dizi izlerken tek başına edilmiş kahvaltılar. Ama odak başkasında ya da dizide değil. Ekmekte peynirde. Bunları bir yere bağlayacağım az sonra. Yani zeytini filan. İzmir’de bir kendini bilmez, Suriyeli çocuğu tokatlıyor. Üzerinden geçti baya di mi? (Ama fotoğraflar dönüp dönüp bakmak için değilse, ne içindir…) Masumun yüzündeki kan yere düşmüyor neyse ki. Şükür. Düşseydi... Çok başka şeyler olabilirdi.

Peki, o adamın ve kayıtsız duran her kim varsa artık, yaptığını kim yapar başka?

Tiksinerek gözlerini kaçıranlarımız. Kış kış diyerek kovalayanlarımız. Hani trafik ışıklarında beklerken, bunlar da her yere doluştu diyenlerimiz – de yapar mı mesela? Hadi “orası İzmir ama” diyenler için; Antep’te, Konya’da, hatta Fatih’te işler ne kadar değişiyor…

Yo, bizden bahsetmiyorum, biz kesin daha vicdanlıyızdır - onlar mesela? Onların yaptığı tokatlamaktan beter değil mi?

Dürümünü yerken, hiç değilse bir çorba olsun ısmarlamayı akıl etmeyenlerimiz için uyarı levhaları asılabilir birkaç yere. Az çorba üç lira. Akıllara bir gelse cömertlik alıp başını gidecek. Bu kesin.

Bilmeyenler için bir kez daha söyleyeyim, gidecek başka bir yer yok. Yani bir gün hiçbirimiz mülteci bile olamayabiliriz.

Ve kabul edelim, o kadar kızmamızın altında, biraz da kendimiz yok muyuz?

Sayın kendimiz, kendimize gelebilir miyiz lütfen. (İş işten geçmeden olacaktı bu.)

Hiçbir gülüş eksisi gibi olabilir mi artık?


Şehit haberleri geliyor peşpeşe. Hadi birini seç ve üzül dostum. Hiç değilse beş dakika kal ekran karşısında. Git o eve. Duvarda ay-yıldız. Vitrinin üzerinde eski model bir televizyon. Sonra. Sonra dağ gibi bir adam ve bacaklarına dolanmış üç yavrucak. Sırasıyla, biri beline dolanmış, en çok o seviyor babasını. Diğer ikisi bacaklarına sarılmış, biri pembeli, diğeri dünyadan en az haberi olanı. İşte. Bu fotoğrafa bakıp bakıp üzülebiliriz. Dahasını söyleyeyim. Bence ağlayabiliriz de. Gitti giden.

Hiçbir zaman eskisi gibi gülemeyeceğiz, bunu biliyoruz değil mi...

Ne zaman görmüşüm ben bu fotoğrafı. Bakayım. 27 Haziran’da. İşte o günden beri, elinde İHH balonuyla gülümseyen çocuk çıkmıyor zihnimden.

Özledikçe tekrar tekrar ona gidiyorum. Yerini biliyorum.

“En iyi durumda bile her şey bir hayli hüzünlü, bir hayli acıklı” diyor ya William Saroyan. -Bu sözü yüz bin defa paylaşabilirim- Hani hikâyelerinde hep bir yoksunluk ve özlem taşıyan Saroyan, acı acı gülümsetir ya bizi…

Bu güzel çocuğa, o inci dişlere bakınca Mona Lisa gibi bir şey mi oluyor suratım. Bakmam aynaya. Eğerim başımı.

İnsanlık kaybetti. Bunu bilmeyenimiz var mı? Ve fakat çocuklar hariç. Onlar hep güzel. Bunu herkes söylüyor. Hatta çok güzeller.

Şimdi şu üç fotoğrafa bakıp şunu demek istiyorum. Her şey iyi ola...

Ama dilim varacak mı? Hadi bir kez daha deneyeyim. Her şey… Iı–ıhh. Yine olmadı. Ve fakat şöyle dua edebilirim herhalde, galiba:

Her şey iyi olsun, bütün çocuklar aşkına…

Geleceğe Not: Sevgili gelecek. Biz bu günlerde böyleyiz. İşler karışık. Hiçbir şey başımıza gelmeyecek gibi kahvaltı sofraları kuruyoruz, kurmayalım mı?- Kahvaltıyı bir yere bağlamam gerekiyordu, bağladım.- Bazen acı sos niyetine üzülüyoruz, elde mi? Üç kuruş beş kuruş neyse yardım da ediyoruz, korkumuz büyük. Bütün hayırlarımıza korku karıştı bir kez. Söyledim. Aksi düşünülemez.

Sevgili gelecek, sana dair iyi şeyler düşünmeye çabalıyorum. Bunu hafife alma, olmaz mı?