Gariplerin sesi: Ümmü Gülsüm

Ümmü Gülsüm
Ümmü Gülsüm

Artık tüm taşlar yerine oturmuştu. Arap milliyetçiliğinin başkenti Kahire, lideri CemalAbdülnasır ve sesi ise Ümmü Gülsüm’dü. Böylece Mısır Ulusal Radyosu Arap milliyetçiliğininkalbi olmuştu.

Napolyon’un 1798’de Mısır’a girişi, uzun bir sömürgeci geçmişi olan Fransa için yeni bir dönüm noktası oluşturuyordu. Zira Fransızlar, topyekûn imha yerine sömürgelerdeki toplumların üstüne yaslandığı kültürel zeminin ortadan kaldırılmasına yönelik organize bir saldırıyı tercih etmişti.

Çok uzun soluklu bir kurguydu bu; fakat gerek Fransa’daki ekonomik ve askeri sorunlar gerekse İngiltere’nin Fransa’ya yönelik saldırıları Fransızların bu kurgusunu sekteye uğratmıştı. Böylece Fransa, Mısır işgaline son vermişti. Yani 1798’de Mısır’ı işgal eden Fransa, 1802’de buradan tamamen çekilmek ve Mısır’ı İngiltere’ye bırakmak durumunda kalmıştı. Napolyon’un kültürel ve sömürgeci normlar üzerinden planladığı uygulama, Fransa tarafından devam ettirilememiş bu rol İngiltere’ye devredilmişti. İngiltere, İkinci Dünya Savaşı’na kadar bugün adına Ortadoğu denilen bölgenin tek oyun kurucusu olmuştu. İşte bu koşullarda, 19’uncu Yüzyıl’ın hemen başında Mısır, fiili anlamda bağımsız bir devlet görünümü veriyordu. Ancak İngiltere’ye olan bağımlılık bununla doğru orantılı olarak hızla artıyor; üstelik Mısır, hukuki anlamda hala Osmanlı devletine bağlılığını sürdürüyordu.

Nasır hayretini gizleyememiş ve hemen ihtilalin radyo müdürünü çağırtmıştı. Müdüre durumu sorunca aldığı yanıt “Gülsüm, eski rejimin simgesi olduğu için radyolardan çalınmasını yasakladık” şeklinde olmuştur.

1922 yılında Mısır, bağımsız bir devlet oldu ve onu ilk olarak tanıyan devlet İngiltere’ydi. Bu süreçten sonra İngiltere ve Mısır arasında yeni ilişki biçimi ortaya çıktı. Mısır, henüz kurulduğu için her yönüyle İngiltere’ye bağımlıydı. Yönetici elitler, İngiltere tarafından seçilmiş ve karşılıklı çıkar ilişkisi oluşturulmuştu. Mısır, kral ve yöneticilerin toplumsal desteği olmadığından dışa bağımlıydı. Bu, hem ekonomik hem de askeri anlamda bir bağımlılıktı. Bu durumdan en çok çıkar sağlayan devlet İngiltere iken en çok zararı da Mısır toplumu görüyordu. Hal böyleyken, 1930’lardan itibaren Mısır’da ciddi bir milliyetçi dalga yükselmeye başladı. Bu dalga, siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşlarıyla yeniden şekilleniyor ve toplumsal anlamda kendisine bir karşılık buluyordu. Söz konusu milliyetçi dalganın en somut şekli, 1952 yılındaki Hür Subaylar Darbesinden sonra daha da belirginleşti. Darbenin hemen ardından Cemal Abdülnasır adındaki genç subay, adını çok kısa bir sürede tüm Mısır’a ve daha sonra Ortadoğu’ya yaymaya başladı. Ünü ve şöhreti yıllar geçtikçe daha da artıyordu.

Mısır radyosunda Ümmü Gülsüm’ün şarkıları yeniden yayınlandı.
Mısır radyosunda Ümmü Gülsüm’ün şarkıları yeniden yayınlandı.

Artık yeni bir dönem başlamıştı. Geleneğe dair ne varsa hepsine karşı çıkılıyor, eski rejimin izleri silinmek isteniyordu. Bundan herkes nasibini almıştı. Dönemin en ünlü sesi olan Ümmü Gülsüm de bunlardan birisiydi. O da yasaklanan isimler arasındaydı. Rivayete göre, bir gazeteci, Cemal Abdülnasır’ı ziyaretinde Ümmü Gülsüm’e getirilen radyodan yayın yasağını anlatınca, Nasır hayretini gizleyememiş ve hemen ihtilalin radyo müdürünü çağırtmıştı. Müdüre durumu sorunca aldığı yanıt “Gülsüm, eski rejimin simgesi olduğu için radyolardan çalınmasını yasakladık” şeklinde olmuştur. Nasır, bu yanıta çok sinirlenmiş ve “Madem öyle Nil’i de kurutun, piramitleri de yasaklayın, zira onlar da eski rejimin simgesiydi!” demişti. Bu konuşmanın etkisiyle çok kısa bir süre sonra Mısır radyosunda Ümmü Gülsüm’ün şarkıları yeniden yayınlandı.

Nasır, Mısır Krallığı döneminde eski rejimin simgesi olan Ümmü Gülsüm’ü sahiplenerek onu Arap milliyetçisi yönetimiyle bütünleştirmiş ve yeni rejimin de kültürel simgesi haline dönüştürmüştü. Artık tüm taşlar yerine oturmuştu. Arap milliyetçiliğinin başkenti Kahire, lideri Cemal Abdülnasır ve sesi ise Ümmü Gülsüm’dü. Böylece Mısır Ulusal Radyosu Arap milliyetçiliğinin kalbi olmuştu.

  • Ümmü Gülsüm, Mısır Nil Deltasının en yoksul köylerinden bir ailenin üçüncü ferdi olarak dünyaya gelmişti. İmam bir baba, ev hanımı bir annenin kızı olarak, ilk müzik eğitimini 5 yaşındayken babasından alır.

Zamanla, özellikle Ramazan aylarında, kendi ve çevre köylerde ilahi ve kasideler okuyarak ailesine ek gelir sağlayarak babasına yardımcı olmaya başlar. Elbette ortada büyük bir sıkıntı vardır. Zira geleneksel Mısır toplumunda kızların şarkı söylemeleri ayıp ve günah sayıldığından, o da erkek kıyafeti giyerek bu sorunu aşar. Kızının sesinin güzelliğinin farkında olan baba, onu Kahire’ye götürür. 1920’lerin Kahire’si sadece siyasal anlamda değil, kültürel anlamda da Arap dünyasının gizli başkenti gibidir. Müzikal anlamda oldukça önemli gelişmelerin kat edildiği bu ortamda, Ümmü Gülsüm önce, yani 1923’te, Mısır’ın saygın bestekârlarından Şeyh Ebu-l Ala, daha sonra o yıllarda Paris’teki eğitimini yeni tamamlayarak ülkesine dönmüş genç şair Ahmed Rami’yle tanışır. Bu tanışmadan oldukça kısa bir süre sonra Ahmed Rami’nin Ümmü Gülsüm’e derin bir hayranlık ve tutkuyla bağlandığı rivayet edilir. Hatta o, bitmek tükenmek bilmeyen aşkını, Ümmü Gülsüm için yazdığı şiirlerde dile getirdiği söylenir. Ümmü Gülsüm’ün ona bağlı olduğu düşünülür ama bu ikili hiçbir zaman bir araya gelemezler.

1924-1926 yılları arasında daha çok kaside ve ilahi ağırlıklı yorumlar yapar. Bu yılların sonunda, yeni tanıştığı iki ünlü bestekâr ve müzisyen -Muhammed Kasabcı ve Riad es-Sumbati- ile birlikte oldukça başarılı işlere imza atmaya başlar. Ve 1926’dan sonra Mısır’ın bilinen aşk şarkıları yorumlarını yapmaya başlar. Bu da onun çıkış yıllarını oluşturur. 1928’e gelindiğinde, Mısır’ın en önemli isimlerinden biri olur. Artık Kahire’nin zengin semtlerinde evlerde düzenlenen toplantıların en önemli konuklarından biridir. Gittiği yerlerde önemli icralarını gerçekleştirir.

Artık Kahire’nin zengin semtlerinde evlerde düzenlenen toplantıların en önemli konuklarından biridir.
Artık Kahire’nin zengin semtlerinde evlerde düzenlenen toplantıların en önemli konuklarından biridir.

Ümmü Gülsüm’ün 1930’larda repertuarı, iyice popüler Mısır müzik zevki biçiminde şekillenir ve genişler. 1934’te Mısır Ulusal Radyo’sunun kurulması sadece Mısır müziği için değil Ümmü Gülsüm için de oldukça önemli bir dönüm noktası olur. 1937’den itibaren, konserlerinin Mısır Ulusal Radyosunda her ayın ilk perşembe gecesinde yayınlanması onun hayatını farklı bir renge dönüştürmüştü. Konserleri saatlerce sürer ve unutulmaz olarak anılırdı. Böylece kendisini belki de hiçbir zaman göremeyecek olan bir kitleyle hayali ama oldukça derin bir ilişki içine girmişti. Yoksulluktan zirveye çıkışı ve bunu hiçbir zaman gizlememesi, hayranları nezdinde oldukça olumluydu. Elbette sadece yoksullar dinlemiyordu. Hatta öyle ki, o şarkı söylediği saatlerde Arap ülkelerinin liderleri konuşma yapmazlardı. Zira çok iyi bilinirdi ki Kahire, Şam, Halep, Beyrut ve Bağdat gibi Arap başkentlerinde ara sokaklarda radyo etrafına toplanmış milyonlarının onları dinlemeyeceğini çok iyi bilirlerdi. Öyle ki rivayete göre, 1969’da Albay Muammer Kaddafi, 21 Mart’ta darbe yapmayı planlar. Fakat öngörülmeyen olay ise Ümmü Gülsüm’ün Bingazi’de yapacağı konserdir. Komutanlar darbe yapmak yerine Ümmü Gülsüm’ü dinlemeyi tercih ederler ve darbe 6 ay sonra gerçekleşmek üzere ertelenir.

1930’lı yıllar, Ümmü Gülsüm’ün sadece müzikal manada değil, sinema açısından çıkış yaptığı dönemler olur.

1935’te başta büyük müzisyen Muhammed Abdülvahab’la olmak üzere 6 filmde başrol oyuncusu olur. Bu filmler sadece Arap ülkelerinde değil, Türkiye ve İran gibi ülkelerde de oldukça etkili olur. Zira Arapça şarkılarla dolu bu filmler, Arap kökenli Türkiye vatandaşlarının oldukça ilgisini çeker. Ayrıca kültürel anlamda, söz konusu coğrafyayla kendini yakın hisseden insanlardan inanılmaz bir ilgi görür. Bu yıllarda, Ümmü Gülsüm çağdaş şairlerden Bayram El Tunusi’nin de olduğu gruplarla görüşerek yeni bir repertuar hazırlar. Arap şiiri ve müziğinin büyüsünü en iyi yansıtan birkaç otoriteden biri olur. Gerçek anlamda Arap dünyasının tartışmasız en büyük sesi olarak ünlenmesi 1940’ların hemen başında gerçekleşir. Bu dönemde, Kral Faruk’la oldukça iyi ilişkiler geliştiren Ümmü Gülsüm, krallık ve rejimin bir nevi simgesi olur. Ümmü Gülsüm, ünü arttıkça Mısır aristokrasisinin en üst tabakasıyla tanışmaya ve arkadaşlıklar kurmaya devam eder. Bu arada kralın amcalarından biri olan Şerif Sabri Paşa 1946’da kendisiyle evlenmek ister, ancak sanatsal başarısı ne olursa olsun bir Nil köylüsünü kendilerine asla denk görmeyen kraliyet ailesi bu evliliğe karşı çıkar. Ümmü Gülsüm’ün hayal kırıklığı oldukça büyüktür. İçine düştüğü sıkıntılı bu durum, 1937’den itibaren başlayan sağlık sorunlarını 1946’da depresyona varacak şekilde sancılı sürecin başlangıcı olur. İşte bu günler, başarılı doktorların çabalarıyla sona erer. Sağlığı kısmen düzelmiştir ama gözleri hasar gördüğünden sahne ışıkları ve güneşe karşı duyarlığı artar ve o da mecburen kalın siyah camlı gözlükler kullanmaya başlar. Hüzün yılları devam eder, birer yıl arayla önce annesini sonra da erkek kardeşini kaybeder. Tıbbi sorunlarının arttığı, aşk hayatındaki hayal kırıklığı yüzünden duygusal olarak çöküntü yaşadığı bu dönemde Gülsüm, bestekâr ve udi Mahmut Şerif’le evlenmeyi kabul eder. Ancak hem Ümmü Gülsüm hem de Mahmut Şerif tarafından bir hata olarak nitelendirilen üstelik hayranları tarafından da katıca eleştirilen bu evlilik, ancak birkaç gün sürer. Hemen 6 yıl sonra, başarısız ilk evliliğinin aksine Dr. Hasan el Hifnavi’yle yaptığı ikinci evlilik daha fazla kabul görecektir.

Ümmü Gülsüm yükselişi devam ederken, 1948’de Mısır’ın İsrail tarafından aldığı yenilgi, Mısır’daki iç çalkantıları artırır. Ve 1952’de Cemal Abdülnasır liderliğindeki Hür Subaylar darbesiyle yeni bir sürece girilmiş olur. Darbenin ilk dönemlerinde yaşadığı sürecin son bulmasıyla, konserlerine ve radyo yayınlarına devam eder.

Sağlığı kısmen düzelmiştir ama gözleri hasar gördüğünden sahne ışıkları ve güneşe karşı duyarlığı artar ve o da mecburen kalın siyah camlı gözlükler kullanmaya başlar.
Sağlığı kısmen düzelmiştir ama gözleri hasar gördüğünden sahne ışıkları ve güneşe karşı duyarlığı artar ve o da mecburen kalın siyah camlı gözlükler kullanmaya başlar.

Bu büyülü, alışılmadık ses, konserlerinde sadece üç şarkı söylerdi fakat konserler en az 5 saat sürerdi. Bunda onun, aynı nakaratı farklı nüanslarla tekrar okumasının ve konser boyunca devam eden sevgi gösterilerinin etkisi büyüktü. Ümmü Gülsüm sevgisi o kadar büyüktü ki Perşembe konserleri Lübnan, Kuveyt, Suudi Arabistan gibi ülkelerden özel uçakla gelen zengin iş adamları ve şeyhlerinin vazgeçilmezi olur.

Bu öyle bir vazgeçilmezdir ki 1953 yılında boğaz rahatsızlığından dolayı sesi kısılınca, haber gazetelerde siyah çerçeveli olarak yayınlanır. Efsanevi sesini kaybetme riski karşısında, ona Arap doktorların bakmasına izin verilmez. Sonunda Maryland’deki Amerikan deniz kuvvetleri hastanesi bu riski almaya gönüllü olur ve başarılı bir ameliyatla Ümmü Gülsüm’ün yeniden şarkı söyleyebilmesi sağlanır.

  • 1952-1967 yılları arasında, Nasır’ın öncülük ettiği üç Arap-İsrail savaşı gerçekleşti. Hepsi de hüsranla sonuçlandı. Sonuncusu, oldukça korkunç bitmişti. Büyük bir psikolojik yıkım vardı. Bunu onarmak yine Ümmü Gülsüm’e düşüyordu.

Savaşın hemen akabinde, gelirleri Mısır hükümetine bırakılmak üzere, Libya, Lübnan, Sudan, Kuveyt, Tunus gibi ülkeleri kapsayan bir konser turnesine çıktı. 1973’te sözlerinin Muhammed Abdülvahab, bestesinin ise Beliğ Hamdi tarafından bestelendiği, “Hakem Aleyna El-Hewa” şarkısını konser salonunda okumak ister. Hemen öncesinde yani bir yıl önce bunu kayıt altına almak için stüdyo salonuna girer. Fakat ayakta duramayacak kadar güçsüzdür. Saatlerce süren provaların ardından ancak tamamlar ve konser iptal edilir. Bu onun seslendirdiği son şarkı olur ve hiçbir zaman canlı olarak söylenemez. Eserin yalnızca stüdyo kayıtları vardır.

21 Ocak 1975’de, ölümüne yol açacak olan böbrek rahatsızlığına yakalanır ve hastaneye de gitmek istemez. Zira giderse öleceğini hisseder. Nitekim de öyle olur. Ve… bir gün, ecel Ümmü Gülsüm’ün de kapısını çalar. Böylece bir devir kapanır.

4 Şubat 1975 günü Mısır radyolarından aralıksız Kur’an-ı Kerim okunarak Ümmü Gülsüm’ün kalp yetmezliği nedeniyle vefatı dünyaya duyurulur. Cenazesinden kimler yoktur ki… Çeşitli ülkelerden gelen liderler, bakanlar, sanatçılar, şairler ve onu seven 4,5 milyon insan… Ümmü Gülsüm, sesi çok uzaklardan da duyulan bir kadındır. Ömer Şerif’in dediği gibi “Her sabah yüz yirmi milyon insanın kalbinde yeniden doğuyor, Doğu’da Ümmü Gülsüm’süz yaşanan bir gün şenliksiz, karanlık geçiyor."