Gazzeli Meryem’in hikâyesi

Gazzeli Meryem’in hikâyesi.
Gazzeli Meryem’in hikâyesi.

Filistinli büyük şair ve yazar İbrahim Nasrallah’ın, Gazze’de 7 Ekim’den bu yana süren soykırım esnasında kaleme aldığı yaklaşık 20 şiiri, Gazzeli Meryem başlığıyla kitap haline getirmesi, bir şair tarafından tarihe düşülen en önemli şahitliklerden birisiydi.

Kitaba ismini veren şiir, Ramallah’ta bulunan Edward Said Konservatuvarı tarafından senfoni olarak bestelendi ve Ürdün’ün başkenti Amman’da sahnelendi. Ve birkaç hafta önce de Ketebe Yayınları tarafından kıymetli hocamız Prof. Cengiz Tomar’ın Arapçadan çevirisiyle dilimize kazandırıldı. Ve bu şahitliğe ortak olabilmek, hepimiz açısından öyle kıymetli ki. Ortak olabilmek ve böylece Filistin’de 100 seneden bu yana neler yaşandığını daha iyi anlayabilmek, öyle önemli ki…

Zira Gazzeli Meryem, sadece 7 Ekim’den bu yana yaşananları anlatmıyor bizlere aslında. Filistinli kadınların bir temsili olan Meryem’in hikâyesi, Siyonist işgalin başladığı ilk günden bu yana hayatta kalma mücadelesi vermiş tüm Filistinli kadınları barındırıyor içerisinde. Gazzeli Meryem’in şehri, bir tek Gazze değil. O, aynı zamanda Kudüslü, Hayfalı, Akkalı, Nabluslu, Ramallahlı ya da Nasıralı… Filistin’in tüm şehirlerinde, kasabalarında ve köylerinde yaşıyor. Nablus’taki konağında, udunu eline alarak, pencerenin kenarında Arapça ezgiler çalan şair Fadva Tukan’dan da bir parça var onda. Bundan 90 sene evvel Kudüs Radyosu’nda yaptığı programlar yapan ilk kadın radyocu Esma Tubi’den de bir parça var. 1929 senesinde yaşanan Burak Duvarı İsyanı esnasında, evlatlarını ya da eşlerini savunmak için korkusuzca sokaklara çıkan tüm o cesur kadınlardan da birer parça var. 1938 senesinde, 11 ay boyunca Bethlehem Gözaltı Kampı’nda tutulan, ilk Filistinli kadın siyasi esir Sadhij Nassar’dan da bir parça var. Filistin’den sınır dışı edilen ilk kadın olan Züleyha eş-Şihâbî’den de bir parça var. Ghassan Kanafani’nin, “o benim öğretmenimdi” diye hitap ettiği yazar Samira Azzam’dan da bir parça var. Ya da Deyr Yasim yetimlerinin annesi Hind el-Hüseyni’den de bir parça var.

Kitabı elimize aldığımızda, aynı ortak ruh ile nefes alıp veren, aynı acıların içerisinden geçen, aynı mücadelenin parçası olan yani birbirine dost olan, kardeş olan, yoldaş olan bütün Filistinli kadınlar, birer birer geçiyor gözlerimizden önünden. Artık aramızda olmayanlar, hâlâ bizlerle aynı zamanda yaşamaya devam edenler, evlerinin anahtarlarını boyunlarında taşıyanlar, mülteci kamplarında çamurlara bata çıka ayakta durmaya çalışanlar, çevreden topladıkları otlarla çocuklarına bir şeyler pişirmeye uğraşanlar, eşlerini şehit verenler ve evlatlarına aynı zamanda babalık da etmek zorunda kalanlar…

Gazzeli Meryem, tamamı Filistinli kadınlardan oluşan bir haysiyet ordusunun ismi gibi o nedenle. Durmaksızın akan bir nehrin, kanat çırpmaktan yorulmayan kuşların ismi gibi. Defalarca düşse de, tekrar ayağa kalkan soylu bir inadın ismi gibi. Herkesin “artık bitti” dediği anlarda “hayır, bitmedi” diye haykıran o iman gücünün ismi gibi. Pes etmemenin, yorulmamanın ismi gibi…

Ve bütün dünyanın yüzüne tutulmuş bir ayna gibi. O aynanın karşısına geçerek Gazzeli Meryem’i görmemek, Gazzeli Meryem’e baktıkça aynada beliren kendi suretimizle yüzleşmemek, kendimizle ve bizi Gazzeli Meryem’den daha şanslı kılan bütün o sebeplerle hesaplaşmamak mümkün değil. Gazzeli Meryem’den kaçmak, onun varlığını inkâr etmek ya da mücadelesini görmezden gelmek de… İbrahim Nasrallah, bizleri Gazzeli Meryem’le tanıştırarak, her birimizin eline birer pusula veriyor aslında. Meryem’i yani Filistin’i gösteren bir pusula. Daima Filistinli kadınlarla aynı yöne bakmamızı, dünyayı onların gözlerinden görmemizi sağlıyor.

***

Selam olsun bizim olmayan toprağa

Baharda çocuklarımız gibi sevinen Gazze’ye

Bin yıldır uyanık olan Akkâ’ya,

Tıpkı bizi bekleyen ninemiz gibi.

Güzel Yafa’ya,

Kanımız ve cesedimizden yükselen İsa’ya

Toprağımızdan ve kıyamlarımızdan da.

Selam olsun bizim olmayan toprağa

Mukaddes Kudüs’üne, Resulü’nün ve Kur’an’ımızın yükseldiği orada…