Gazzâlînin Tefrika ve Tekfir Teorisi*

*Faysalü’t-tefrika Beyne’l-İslami ve’z-zendeka / İslam ve Zındıklık Arasında Açık Ayrım Risalesi üzerinden.
*Faysalü’t-tefrika Beyne’l-İslami ve’z-zendeka / İslam ve Zındıklık Arasında Açık Ayrım Risalesi üzerinden.

İslam filozoflarının sembolik tevil anlayışı Gazzâlî’nin tevil eleğinden geçemez.

İhtilaf; her topluluğun yazgısı, ondan kurtuluş mümkün değil. İhtilafsız bir toplum inşası ütopyadan ibarettir. Eğer bir toplulukta ihtilaftan bahsedilmiyorsa orada fikirden bahsedilemez. Başlarında peygamber olan sahabe cemaati bile ihtilaftan kurtulamamıştır. Kur’an birkaç yerde sahabenin ihtilafını gündemine alır ve ihtilaf durumunda ne yapmaları gerektiğine dair onları irşat eder. Yeryüzünün ilk cemaati hatta ilk ailesinde bile ihtilaf kaçınılmaz olmuştur. Hz. Adem'in iki oğlu sonu cinayetle biten ihtilafa düşmüşlerdi. İhtilaf kaçınılmazsa bir topluluk nasıl yek vücut olacak? Yek vücut olmadan bir topluluk nasıl cemaat olacak? Bunun yolu topluluğun ihtilaf usulünü sindirebilme kabileyetine bağlıdır. Vifak ve ittifak herkesin her konuda aynı fikre sahip olması değil, ayrıştıkları noktaların net olması ve ihtilaf sınırlarının belli olmasıyla gerçekleşir. Cemaat şuuru ittifakla değil ihtilafın adap ve usulünü benimseyerek oluşur.

Tekfirin ölçüsü Hz. Peygamber’in açık biçimde yalanlanması olmaktadır.
Tekfirin ölçüsü Hz. Peygamber’in açık biçimde yalanlanması olmaktadır.

Asırlar boyunca ihtilaf, İslam toplumunun gündemini hep meşgul etmiştir. Müslümanlar ihtilafla beraber müsamahayı bir kültür olarak düşünce ve hayata yerleştirdikleri dönemlerde bu menfi durumu rahmete çevirmeyi başarmıştır. Kur’an bu prensibi şu ayetle tahkim eder: “Söylenenleri dinleyip de en güzeline uyan kullarımı müjdele!” (Zümer, 18). İslam düşüncesinin zirve dönemleri her türlü fikrin ifade şansı bulduğu, farklılıkların rahmet olarak görüldüğü dönemler olmuştur. Özellikle teşekkül dönemi İslam düşünce tarihinin farklı fikirlerin en fazla ifade edildiği çok sesli zamanlarıdır. Gerek inanç gerekse ameli alanda birbiriyle zıt görüşler bütün netliğiyle ifade şansı bulmuş ve özgürce tartışılmıştır. İslam düşüncesinin sair düşünce geleneklerinden farkı hatta faikiyeti bu müsamaha ve tahammüle dayalıdır. Fikir hürriyeti ve ifade özgürlüğü bir topluluğun özgüvenini gösterir. İslam düşünce geleneklerinin tamamında gözlemlenen bu özgüven modern dönem Batılı düşünürlerin de dikkatinden kaçmamıştır. Burada üzerinde durulması gereken husus, her türlü düşüncenin ifade imkânı bulmasına rağmen batıl olanın refüzesini mümkün kılan ihtilaf usul ve erkanıdır. Müslümanlar düşünce ve hayatta zirve oldukları dönemlerde tefrikayı yönetmeyi çok iyi başarmışlardır. Zaman zaman bu müsbet hal aksi istikamette seyretse de genel durum hiç değişmemiş; her türlü düşünceye hür bir şekilde dillendirme fırsatı verilmiş fakat nas ve akla aykırı olanlar çok kısa bir zamanda tasfiye olmuştur.

Ehl-i sünnetin bir kavram ve kuram olarak ortaya çıktığı ve omurgasının oluştuğu dönemler böyle dönemlerdir. Ehl-i sünnet akıl vahiy ilişkisini doğru yere oturtamayan İslam’ın ana umdelerine münafi fikirler barındıran düşünce akımlarının tefrikini ifade eden bir kavramdır. Ehl-i sünnet bir mezhep değil, bilakis tefrikanın sınırlarını beyan eden bir tanımlamadır. Bu tanımlama ile Müslümanlar farkı görüşlere tahammülün dış sınırlarını çizmiştir. Sınırın dışında kalan görüşler ifade imkânı bulmuşsa da umumi efkara tesiri olmamış makbul ve muteber görülmemiştir. İslam düşüncesi “ne olduğunu” net bir şekilde oraya koyarken “ne olmadığını” da açıkça beyan etmiştir. Ortaya atılan düşüncelerin toplumun kahir ekseriyetinde makes bulmaması ehl-i sünnet geleneğinin kendini ifade edişindeki maharetten kaynaklanır. Hem her türlü fikrin ifadesine imkân vererek öz güvenini göstermiş hem de sakat ve sakim anlayışların temyiz edilmesini sağlayacak şekilde düstur ve erkanını net bir şekilde beyan edebilmiştir. Fakat yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ehl-i sünnetin bu başarısı tefrikayı yok etmek değil yönetebilme başarısıdır.

Farklılıkları göz ardı etmek sorunu halının altına süpürmeyi, ihtilafın usulünü ortaya koymak ise halının altını da süpürmeyi ifade eder. Her alanda olduğu gibi Müslümanların düşünce tarihindeki başarısı hakkı gerçeğe, ideal olanı reel olana, gayeyi vakaya kurban vermemek; bilakis hakkı gerçeğe uygun, ideal olanı reelle uzlaştıran, gayeyi vakaya göre belirleyebilmek olmuştur.

İmam Gazzâlî her konuda olduğu gibi ihtilaf ahlakına dair de kendisinden sonraki dönemlere rehber olabilecek muhallet bir eser bırakmıştır. Özgün adıyla Faysalü’t-tefrika beyne’l-İslami ve’z-zendeka (İslam ve Zındıklık Arasında Açık Ayrım) olarak bilinen ve Gazzalî’ye aidiyeti kesin kabul edilen eserlerdendir. Sonraki bazı kaynaklarda et-Tefrika beyne’l-İslami ve’z-zendeka (İslam ve Zındıklık Arasında Ayrım) adıyla da anılan kitabın, Gazzâlî’nin el-Munkiz ve el-Mustasfa adlı eserlerinde adı açıkça geçmektedir.

Girişteki ifadelere göre Gazzâlî bu kitabı şahsına yönelik küfür ve zındıklık ithamlarına cevap olarak kaleme almıştır. İthamın hedefinde Gazzâlî’nin İhyâʾü ʿulûmi’d-dîn gibi eserlerinde kendisinin de temelde bağlı olduğu Eş’arî gelenekten ayrıldığı bazı görüşler yer almaktadır.

Gazzâlî kitapta, İslam’ı Eş’arîliğe eşitleyen bu aşırılık özelinde tekfir (küfür ithamı) konusuna eğilir. Özü itibarıyla kişinin Müslüman olmasını belirleyen şeyin Peygamberimiz Hz. Muhammed’i doğrulamak (tasdik) olduğunu ortaya koyar. Gazzâlî’ye göre doğrulamak Müslüman olmayı belirlediği gibi onun karşıtı olan yalanlamak/yanlışlamak da (tekzip) Müslümanlıktan çıkmayı belirlemektedir. Buna göre tekfirin ölçüsü Hz. Peygamber’in açık biçimde yalanlanması olmaktadır. Eş’arî’nin ya da bir başka mezhep öncüsünün görüşleri doğrudan Hz. Peygamber’in söz ve buyrukları olmadığına göre onların görüşlerini yanlış bulup başka bir görüş ileri sürmek tekfir için geçerli bir neden oluşturmaz.

Kitabın özünü oluşturan bu konsept Gazzâlî tarafından çeşitli başlıklarla detaylandırılarak tekfir konusu aydınlatılır. En önemli detay dinî metinlerin anlam ve yorumuna dair Gazzâlî’nin tevil projesiyle ilgili olarak karşımıza çıkar. Bu projede Hz. Peygamberi doğrulamanın boyutları anlamın boyutlarıyla, anlamın boyutları varlığın boyutlarıyla ilişkilendirilir. Böylece dini metinleri sığ lafızcı perspektife hapseden tekfirci zihniyetin sorununun, anlam ve varlık dünyasının sığlığından kaynaklandığı anlaşılmış olur. Anlam boyutlarının genişlemesine bağlı olarak Hz. Peygamber’i doğrulamanın imkân alanı genişlerken onu yalanlama alanı daralır. İkincisinin daralması, tekfir alanını daraltarak daha çoğulcu ve müsamahalı bir toplum imkanını besler. Gazzâlî bu dengeyi tam olarak şöyle ifade eder:

Doğrulamak habere ve haberciye dönük bir tutumdur. Mahiyeti itibarıyla, Peygamberimiz’in var olduğunu haber verdiği şeyin var olduğunu kabul etmektir. Var olmanın beş mertebesi vardır. Bu mertebelerin farkında olmadıkları için her grup, muhalifini Peygamberimiz’i yalanlamakla itham etmektedir. Var olmak zatî (özsel), hissî (duyusal), hayalî (imgesel), aklî (kavramsal) ve şibhî (sembolik) olmak üzere beş mertebedir. Peygamberimiz’in var olduğunu haber verdiği bir şeyin bu mertebelerden birine göre varlığını kabul eden birisi Peygamberimiz’i genel olarak yalanlamış sayılamaz.

Gazzâlî varlık ve anlam boyutlarına bağlı tevil projesini örneklerle açıklayarak çeşitli inanç gruplarının tevil ve görüşlerine de yer verir. Genel olarak müsamahalı bir portre çizen Gazzâlî konu İslam filozofları olduğunda tutum değiştirir. İslam filozoflarının sembolik tevil anlayışı Gazzâlî’nin tevil eleğinden geçemez. Gazzâlî, filozofları eleştirdiği Tehafütü’l-felasife’deki tutumunu burada da sürdürerek Hz. Peygamber’e yalan söylemeyi yakıştırdıkları gerekçesiyle onları tekfir eder.

Gazzâlîde dikkat çeken tutumlarından biri de kelam ilminin teorik yapısını imanı ölçen bir kriter olarak gören bazı kelamcılara yönelik eleştirisidir. Muhtemelen kendisini tekfir eden kişileri de cesaretlendiren şey ilgili kelamcıların bu yaklaşımıydı. Gazzâlî eleştirisinde peygamber ve sahabe dönemini referans alır. O dönemlerde insanların iman edişini sahneleyen rivayetlerde hiçbir teorik ayrıntının yer almaması Gazzâlî’nin elini güçlendirir. Gazzâlî eleştirisini ortaya koyarken imanın özüne dair önemli bir tespitini paylaşır:

İmanın dayanağının kelam ilmi ve bu ilimde sıralanan delil ve ayrıntılar olduğunu sananlar konunun özünü kavramaktan çok uzaktırlar. Doğrusu iman, kulun kalbine Allah katından lütuf olarak bahşedilen bir nurdur. Bu bazen kulun iç dünyasından doğan tabiri imkânsız bir uyarı, bazen bir rüya, bazen kendisiyle sohbet edilen bir dindarın etkileyici hali ve ondan sirayet eden bir nurla olur.

Eğer bir toplulukta ihtilaftan bahsedilmiyorsa orada fikirden bahsedilemez.
Eğer bir toplulukta ihtilaftan bahsedilmiyorsa orada fikirden bahsedilemez.

Gazzâlî burada imanın özünde teorik/teknik bir konu olmadığı gibi insanların iman etmesini sağlayan şeyin kelam kitaplarındaki argümanlardan ibaret olmadığını da ortaya koymaktadır. Bu satırlar inanç gerçeğinin kelamcılar tarafından algılanandan daha geniş ve derin boyutlarına dikkat çekmektedir. Gazzâlî bununla kalmaz, kelamcıların ortaya koyduğu argümanların zaman zaman kafa karışıklığına yol açabileceği gibi, muhatapta güven sorunu oluşturabileceğine de dikkat çeker.

Gazzâlî inancın belli önerme kalıplarına sığdırılamayacağının farkındadır. Dinî metinlere yansıyan ifadelerin birçok farklı yorumu (tevil) olması da bunun tarihsel tanığıdır. Elde güçlü kanıtların olması halinde dinî metinleri farklı yorumlama herkesin hakkıdır. Şu var ki ileri sürülen yorumların aşırı yorum olmaması Gazzâlî’nin de altını çizdiği bir husustur.

Gazzâlî’nin altını çizdiği bir başka konu bilginin dolaşımına ilişkin belli kısıtlamalarla ilgilidir. Bazı dinî yorumlar özünde doğru olsa bile Müslüman halkın (avam) kafasını karıştıracak, dindarlık duygusuna zarar verecekse onların kamuya açıklanmaması gerekir. Özellikle İslam’ın kurucu kuşakları olan seleften itibaren tevarüs edilen belli inanç kalıp ve önermelerinin halkın bilincinde güçlü etkisi vardır. Gazzâlî’ye göre anılan inanç kalıplarına ters dinî yorumlar sadece o kalıpları kırmakla kalmaz, onların yer ettiği dindar bilince de hasar verir ve insanların dinî duyguları zaafa uğratır.

Gazzâlî’nin kitapta, yer yer teorik gerekçeler yer yer pratik ve politik gerekçelerle tekfir konusu olmuş aykırı görüşlere dair mülahazalarının, özenli bir okuyucu tarafından, kendi döneminin tarihsel gerçekliğiyle ilişkisi hesaba katılarak değerlendirileceğini umuyoruz. Gazzâlî’nin kaygılarının, değişen iletişim koşullarına paralel olarak bugün ifade ettiği anlam okuyucunun takdirine kalmıştır.

Kitap on üç bölümden oluşmaktadır. Bölüm başlıkları Gazzâlî’ye ait değildir. Genellikle kitabın mevcut edisyonlarındaki içeriğe göre sonradan atılan başlıklar korunmakla beraber bizim tarafımızdan daha uygun olduğunu düşündüğümüz başlıklar da eklenmiştir. Çeviride takip edilen başlıca iki edisyon bulunmaktadır. İlki; Dâru’l-minhâc’ın bilimsel kurulu tarafından edisyonu gerçekleştirilen aynı yayınevine ait ilk baskıdır (2017). İkincisi; Mahmut Bîcû’nun edisyonunun ilk baskısıdır (1993).

Son olarak Gazzâlî’nin İslam filozoflarına karşı katı tutumu bir yana bırakılacak olursa tekfirci tutumun aşırı örnekleri can yakıcı bir sorun olarak günümüzde de karşımıza çıkmaktadır. Kitapta varlığın boyutlarına dayandırılan tevil konsepti, bu aşırılıkların deşifre edilmesi ve önünün alınmasında faydalı olursa, günümüz dinî kamplaşmalarındaki sorunlara çözüm sunması açısından bugün de etki ve önemini korumuş olur.