Gecenin üzerindeki bilge: Baykuş

Baykuş geceye derin derin bakar, şu tünediğimiz işte ölümlü dünyadır der gibi, bizatihi varlığı ve zahiren ötüşüyle.
Baykuş geceye derin derin bakar, şu tünediğimiz işte ölümlü dünyadır der gibi, bizatihi varlığı ve zahiren ötüşüyle.

Kadim hiyerogliflerde, mitolojinin başucunda, savaşçıların bayrağında, imparatorun masasında, sufinin rüyasında, firavunun asâsında, Sezar'ın mezarında, Hz. Süleyman'ın sarayında, ölümün yokuşunda, tanrıçanın omuzlarında, tek başına dallarda ve bizim evin paslı balkonunda hep onun gözleri vardı. O, gecenin sahibini zikreden bilge, viraneyi gülistana değişmeyen kuş. Ölüm kuşu, Murad kuşu, İshak kuşu...

Sesini sürekli duyup yüzünü hiç görmediğim gecenin esrarlı sakini namıyla zihnime yuva yapmış o gizemli kuşa ilk rastladığımda, 8 yaşında bir çocuktum galiba.

Bizim evin yağmurdan paslanmış balkon demirlerine tünediğinde sonbaharı karşılıyorduk. Gecenin karanlığında hiç kıpırdamadan karşımda duran o ihtiyar baykuştan ürkmediğimi, hatta beyaz benekli kahverengi tüylerinin üzerinde parlayan iri gözlerine uzun uzun baktığımı hatırlıyorum. Yakınlardaki meşe ağaçlarından gelmiş olmalıydı küçük balkonumuza. O ilk karşılaştığımız gecenin güzelliğinden beri, baykuşlara daima başka bir nazarla bakarım. Gecenin uzletine tutunmuş yalnız bilgeler gibi anlarım hep bu kuşları. Karanlığın içinde, gecenin kıymetini bilen. Bazı kadim inanışlara göre, baykuş ölümü çağıran bir elçidir. Ötüşü uğursuz sayılır. Kötü haberleri ve ölümü sesinde taşır. Kara Ulak'tır. Öyle derler.

Nasıl Hüma Kuşu şansa yorulmuşsa, Baykuş ötüşü de uğursuzluğa eşdeğer görülmüş hep.
Nasıl Hüma Kuşu şansa yorulmuşsa, Baykuş ötüşü de uğursuzluğa eşdeğer görülmüş hep.

Anadolu'da hâlâ yaygın olan bu inanışların kaynağında insanın karanlıktan yani bilinmezden korkması yatıyor aslında. Nereden geldiği belli olmayan tuhaf ve ürpertici bir sesin gizemi, zamanla aşılmaz bir korkuya dönüşerek kendi anlamını oluşturmuştur. Nasıl Hüma Kuşu şansa yorulmuşsa, Baykuş ötüşü de uğursuzluğa eşdeğer görülmüş hep.

Elektriksiz köylerdeki cenaze evlerinin çatılarına; ölümü müjdelemek(!) için değil de o zifiri karanlıkta etrafı aydınlatan tek ışık olan gaz lambasının alevine meftun olduğu için tünediğini bir türlü anlatamamasıyla ilgili bir hikâye bu. Yani olay mahallînde bir tekinsiz değil, ışığın sessiz misafiridir yalnızca. Baykuşlarla ilgili bu olumsuz rivayet ve inanışların tüm dünyada yaygınlık kazanması ile Roma ordularının büyük bir hızla ilerlemesi paralel bir seyir izler.

Ölüm kuşu, Murad kuşu, İshak kuşu, Puhu kuşu, Kukumav kuşu. Antik Yunan'daki paraların üstünde de rastlarız ona, hep yanlış anlaşıldığı Anadolu türkülerinde de. Hegel de bahseder ondan, Karacaoğlan da.

Eski Mısır ve Babil'den Roma'ya geçen baykuşun uğursuzluğu inanışı, kara bir sembol olarak Roma'nın ulaştığı topraklarda bu durumun tasvirini mümkün kılmış, Sezar'ın ölümüyle birlikte duyulan baykuş çığlıkları miti ise Roma'nın üç kıtaya yaydığı ölüler diyarından gelen kuş imgesini bütünüyle tahkim etmiştir. Romalı şair Ovid tarafından yazılan Dönüşümler adlı eser dönemin ruhunu oldukça keskin bir biçimde yansıtır mesela; "Başında Phlegeton sularıyla ıslanan bir gaga, tüy, kocaman gözler yarattı. Değişti, tüyle kaplandı sarımsı gövdesi. Büyüdü başı; kıvrıldı, uzadı tırnakları. Güçlükle titredi kımıldayan kolunda tüyler. Yıkımların ulağı, uğursuz sayılan, bütün ölümlerin kaçındığı baykuş derler buna."

Viraneyi gülistana değişmeyen

Baykuş; ağaç pengueni, kanatlı kedi, yanlış karga, düşünen papağan ya da hazine bülbülü. Kanatlarını açınca belli olur heybeti. Ölüm kuşu değil, gecenin hikmeti. Gecenin içinde ve geceye ait. Sessiz uçuşlarıyla meşhur. Büyük bir sükûnetle karanlığın içinden usulca süzülerek yaklaşır avına. Perdeli kulaklarıyla kâinatın en küçük titreşimlerini bile duyar, otların hışırtısını, ağaçların rüzgârla salınışını, kemirgenlerin ayak izlerini ve dünyanın sessizliğini. Karanlıkta görür, karanlığı görür. Kafasının kulak yerinde iki sorguç, gecenin içinde bir gölge. Yırtıcı bir savaşçı ama sessizlikte geceyi dinleyen. Kanatlarındaki telekler pürüzlü tüylerle kaplanmış, uçuşundaki sessizliğin sırrı bu. Kadife örtülü elbisesi, kocaman gözleri, keskin pençeleri ve tedirgin edici sesi. Athena'dan Harry Potter'a, kara Roma baykuşundan beyaz baykuş Hedwig'e kadar uzanan bir yol.

  • Sükûneti, görünüşü, görkemli uçuşu, geceyi hissedişi, avlanma ustalığı ve bakışlarındaki derin aydınlık gibi hususiyetleriyle mitolojik hikâyelerde sıklıkla bilgelik ve hikmetle ilişkilendirilmiştir baykuşlar.

Kastamonulu Ömer Fuâdî'nin Bülbüliyye isimli eserinde bülbülün güle olan aşkından rahatsız olan bazı kuşlar ile Bülbül arasındaki ihtilafı, Hz. Süleyman'ın ulu mahkemesinin bilge hâkimi olarak çözecek olan kuş yine odur. Ve hükmü bellidir; aşk ehlidir haklı olan, bülbül güle doğru yol alır. Hakk'ı zikretmeye döner o da kendi viranesine. Eski Yunan mitolojisindeki Zeus kızı Athena'nın Roma mitolojisindeki karşılığı Minevra'dır. Minerva Roma bilgelik tanrıçasıdır. Baykuş da bu bilgeliğin simgesi olarak görülür. Bilge olduğu kadar, erdemli ve cesaretlidir de. Hayâtü'l Hayevân'da anlatılan baykuş efsanesine göre, kuşların padişahı olan "Anka Kuşu"ndan sonra bu makama getirilen baykuş, Hz. Süleyman'ın kuş tüyü yastıklar yapan eşi için bütün kuşlardan tüylerini istemesi üzerine, padişahı olduğu kuşlar adına Hz. Süleyman'ın huzuruna çıkarak, "tüylerimizden başka bir şeyimiz yok bizim" cevabını verecektir. Hz. Süleyman baykuşun bu cevabını çok beğenir ve sen bundan sonra kuşların "bay"ı ol der ona. Bu efsaneden hareketle baykuşların bilgece konuşmaları Hz. Süleyman tarafından ödüllendirildiği için, hiçbir zaman yiyecek aramayacakları ve rızıklarının daima önlerine-yuvalarına getirileceğine dair inanış yaygınlaşmıştır.

Şu tünediğimiz ölümlü dünya

Baykuşun Türk mitolojisindeki (daha geniş anlamıyla kültür tarihindeki) yerinin, bilgelik ile talih arasında seyreden bir değer olması, eski Türklerin Ugi olarak andığı ve fedakârlık, hikmet, sezgi, bellek gibi sembollerle taçlandırdıkları güçlü bir imgeyle karşı karşıya olduğumuzu gösterir bize. Bu, sözgelimi Manas Destanı'ndaki baykuş ana söyleminde fedakârlık bahsinde ortaya çıkar ya da boyların tamgalar dışındaki sembollerinin yer aldığı Şecere-i Terâkime adlı eserde, Dede Korkut'un da mensubu olduğu Bayat boyunun simgesi (Baykuş) olarak yakın tarihimizi selamlar. Baykuş Türk'te kadimdir ve hikmetiyle sevilir. Uğursuz olan ne baykuş ne de gecedir. Ve herkes bilir ki baykuş insanlığın koruyucularından biridir. Yılan, akrep, kene gibi cümle zehirlilerin ve tarla düşmanı kemirgenlerin hakkından gelir. Gün geceye kavuşurken başladığı nöbetinde, herkes ve her şey uykudayken, karanlığı duyan dev kulaklarıyla büyük nizam için dövüşür durur.

Cömerttir baykuş, hayvanlar âleminde az rastlanan bir vefa-merhamet örneği olarak avladıklarını diğer kardeşleriyle paylaşır.

Cömerttir baykuş, hayvanlar âleminde az rastlanan bir vefa-merhamet örneği olarak avladıklarını diğer kardeşleriyle paylaşır. Zaten isminin başındaki "bay" da zengin, soylu anlamına gelir. Kuşların soylusu yani, soylu kuş. Mavi rengi görebilen tek kanatlı cinsidir ki bu sebeple gecenin muhafızı olsa da gökyüzünün kıymetini; hem ahengi hem de rengiyle bilir. Dervîş Şemseddin'in, anlattığı on kuşun her birinin on ayrı insan karakterini sembolize ettiği Kuşların Münazarası (Deh Murg-On Kuş) isimli manzum eserinde baykuş sûfî temsilidir mesela ve şöyle başlar sözlerine; "Baykuşam mü'min, muvahhid, muttaki / ta'at-i tenhâ-yile buldum hakkı" Kadim hiyerogliflerde, mitolojinin başucunda, savaşçıların bayrağında, imparatorun masasında, sufinin rüyasında, firavunun asâsında, Sezar'ın mezarında, Hz. Süleyman'ın sarayında, ölümün yokuşunda, tanrıçanın omuzlarında, tek başına dallarda ve bizim evin paslı balkonunda hep onun gözleri vardı. O, yılanlarla dans eden avcı, gecenin sahibini zikreden bilge, viraneyi gülistana değişmeyen kuş.

Baykuş; ağaç pengueni, kanatlı kedi, yanlış karga, düşünen papağan ya da hazine bülbülü.
Baykuş; ağaç pengueni, kanatlı kedi, yanlış karga, düşünen papağan ya da hazine bülbülü.

Ölüm kuşu, Murad kuşu, İshak kuşu, Puhu kuşu, Kukumav kuşu. Antik Yunan'daki paraların üstünde de rastlarız ona, hep yanlış anlaşıldığı Anadolu türkülerinde de. Hegel de bahseder ondan, Karacaoğlan da. Karanlık ormanlarda dolaşır, bazı kuytularda, bazı yurtlarda, bazı yıkıntılarda. Bir koyu sessizlikte bekler. Terk edilmiş harabelerde, eski kuş yuvalarında, kovuklarda, ağaçlarda ve oyuklarda yaşar. Gecenin tam ortasında bir gamlıdır. Uzun uzun bakar âleme. Dallara, damlara, çatılara, karanlıklara ve sessizliklere tüner. Gecenin uzletinde, kendinin viranesinde, bilgeliğin demindedir. Flüt gibi gelir sesi. Ölümü çağırmaz elbette, belki varlığıyla ölümü hatırlatır. Bir baykuş gördüğümde benim aklıma hep şu gelir; ölüm haktır, hakikattir, güzeldir ve kaçınılmazdır. Baykuş geceye derin derin bakar, şu tünediğimiz işte ölümlü dünyadır der gibi, bizatihi varlığı ve zahiren ötüşüyle.

Müellifi Kemalüddin Demîrî'yi Doğu'da ve Batı'da büyük bir şöhrete kavuşturan Hayâtü'l Hayvân (Fi Garaibü'l Mahlukat) adlı eserde anlatılan hikâyede, Hz. Süleyman bir peçeli baykuşa sorduğu sorulara aldığı ibretlik cevaplar karşısında şaşırır ve şu sözlerle taltif eder baykuşu; "Kuşlar içinde insanoğluna bu kadar güzel nasihat eden ve bundan daha şefkatli olanı yoktur."