Gelin la! Alayınız bir olun öyle gelin!

Cins Dergi
Cins Dergi

İhânete karşı hemen ses çıkaran ile karşı çıkmak için mücâdelenin ne yöne evrileceğinibekleyen, canını düşünmeden dışarı çıkan ile evinde koltuğun altına saklanan nasıl aynı ortakülkü etrafında birleşecekler? Milliyetsizler ve şahsiyetsizler hariç, bu birleşmenin olabileceğinidüşünüyorum, hayat bizi ortak noktalara getirecek, yeter ki inatlarımıza, hırslarımıza,yanlışlarımıza yenilmeyelim. Yeter ki, kendimizden olmayanları düşman görmeyelim.

Hayatta beni en çok rahatsız eden hususlardan biri, mensubu olmaktan büyük şeref duyduğum milletimin fertlerinin hayli büyük bir kısmının günlük hayatta “kul hakkı” gözetmeksizin yaşaması; bu çerçevede mesela çevresini pis tutması, emniyet şeridini işgal etmesi, toplum kurallarına uygun yaşamaması ve daha fenası bunun farkında dahi olmaması idi. İdi diyorum, çünkü 15 Temmuz ihânetinden sonra ölçeklendirme parametrelerim çöktü.

O gece ki ondan sonraki gün ve geceler de önemli ama özellikle o gece, düşünmeden, “ama” demeden, marketlere makarna ve yağ, fırınlara ekmek almaya koşmadan, tabağındaki yemeği bitirmeden, hasta anasını, doğacak bebeğini düşünmeden, ölür müyüm düşüncesi aklına bile gelmeden, evinden, işinden çıkan veya yolundan dönüp mücadeleye gelenlerin çoğunluğu bizim derginin geçen ayki sayısında “karabudun” olarak tanımlanan, benim de ilk paragrafta belirttiğim, hayatında incelikler pek olmayan ve başkasının hakkına ve estetik değerlere önem vermeyen “insan”lardan oluşması beni değer yargılarımı gözden geçirmeye itti. Bu insanlar tam da Akif’in ifadesiyle;

15 Temmuz gecesi kimler çıkmadı meydana? Kimler Halûk’un nesline yakın durdu? Kimler tankları alkışladı? Kimler koltuk altına saklandı? Kimler benim derdim değil dedi? Kimler hâlâ meseleyi Recep Tayyip Erdoğan meselesi sanmaya devam etti, soruları önemlidir.

“Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.” tavrını gösterdi.

Öte tarafta ise Halûk’un nesli… Halûk kim, Şâir Tevfik Fikret’in, memleketi terk eden ve daha sonra din değiştiren oğlu. Ne diyor ve ne umuyordu Fikret oğlu için;

‘Karanlığı boğacak ışık, gökten dehâ-yı nârı çalacak kahraman.’

Heyhât, pek de öyle olmadı. Halûk memleketinin hiçbir sıkıntısını bertaraf etmek için rol almadığı gibi, sonunda memleketini ve dînini terk eden birisi oldu.

15 Temmuz gecesi kimler çıkmadı meydana? Kimler Halûk’un nesline yakın durdu? Kimler tankları alkışladı? Kimler koltuk altına saklandı? Kimler benim derdim değil dedi? Kimler hâlâ meseleyi Recep Tayyip Erdoğan meselesi sanmaya devam etti, soruları önemlidir. Şu soru da önemlidir: Bundan sonra bu korkaklara, bu fırsat kollayanlara, bu tabansızlara, bu kalbi kararmışlara nasıl güveneceğiz? Peki, şu sorunun cevabı nedir: 15 Temmuz gecesi milletine saldırmak için asker kılığı ile meydanlara çıkanların sosyal tabanı nedir? Ve şu soru daha da önemlidir: 15 Temmuz gecesi direnmek için sokağa çık(a)mayanları memleket için mücâdele edecek hâle getirmek mümkün müdür?

İhânet gecesinde mücadele için sokağa çıkamayanları şöyle kategorize edebilirim sanıyorum:

- Bu ihânete karşı olanlar ama korktuğu için dışarı çıkamayanlar

- Bu ihâneti anlamayan ve kazanana göre konum belirlemek için dışarı çıkmayanlar - Kimin kazanıp kazanmadığı ve memleket ile ilgisi olmayanlar (biz onlara, dünya yansa çöpü yanmayacaklar diyoruz)

- Sırf hükümet gitsin de ne olursa olsun diye bu ihâneti dahi destekleyenler

- Bu ihaneti doğrudan destekleyenler

O gün ve sonrasında gördüm ki, etrafımda son madde hariç yukarıdaki gibi çok insan tipi bulunmakta.

İhânet girişimi sonrası okunan salalar, ezanlar ve yapılan mitingler ve araba konvoylarından duydukları rahatsızlık… Böyle insanlarla dost, akraba ve arkadaş olmaktan utanç duydum.
İhânet girişimi sonrası okunan salalar, ezanlar ve yapılan mitingler ve araba konvoylarından duydukları rahatsızlık… Böyle insanlarla dost, akraba ve arkadaş olmaktan utanç duydum.

Bunların bir kısmı entelektüel, zarif, kibar, hümanist, okumuş taifesi. Bunlardan ihânet sonrası duyduklarım, ciğerimi deldi geçti. Sanki bu memleketin içinden yetişen bir kısım hâin, mâsum insanları öldürmemiş, Meclis’i, Cumhurbaşkanlığı’nı, Emniyeti ve halkı bombalamamış, sanki bu hâinler komutanlarını, amirlerini derdest edip rehin almamış… Bu monşer kılıklı ama güya memleketini çok seven insanların dillerinde; tutuklananların eşlerinin, çocuklarının geleceğinin ne olacağı, öldürülüp öldürülmediği belli olmayan bazı darbeci insanların acımasızca öldürüldüğü, ihânet girişimi sonrası okunan salalar, ezanlar ve yapılan mitingler ve araba konvoylarından duydukları rahatsızlık… Böyle insanlarla dost, akraba ve arkadaş olmaktan utanç duydum. Bunlar, şehitlere bir Fatiha okumadıkları gibi, 2013 Gezi olaylarında şehrin altını üstüne getiren, kırılmadık cam, duvar vs. bırakmayanlara kullanmadıkları “çapulcu” kelimesini ve daha da kötüsü “kaba softa, ham yobaz” ifadesini 15 Temmuz ihânetine karşı koyanlara karşı kullandılar...

  • Ya saldıranlar? Asker elbisesi giymiş şerefsizler sürüsü. Onlar nasıl insanlar? Çoğunu yakından tanıdığım bu insanların neredeyse tamamının senin benim gibi bakkalın, kasabın, memurun, zabıtanın, çiftçinin evladı olması içimdeki acıyı daha da artırıyor.

Bunların bir kısmı dine husumet besleyen insanların olumsuz etkisi ile bu cemaate yöneldiler, bir kısmı bindirilmiş kıtalar olarak özellikle yerleştirildi, bir kısmı dini diyaneti bu cemaatte öğrendi ve o kanal hariç hiçbir yerden bilgiye açık olmadıkları için söylenen her şeyi din sandılar. Hatta emin olun bir kısmı memleketi Yahudi’den ve İran’dan kurtardığına inanarak bu işin içinde oldu. Kiminin ise ne bir şey düşünecek kadar bilgisi ve fikri, ne de düşünmeye ihtiyacı vardı. Söyleneni yapmaktan başka şey düşünmedi. Her şeyi anlayabiliyorum… İnsan öyle veya böyle bir darbe harekâtının içinde olmak isteyebilir. O veya bu niyetle bu eylemi destekleyebilir. Ama bir kısmını yakından tanıdığım bu insanların kendileri gibi aynı sosyal tabandan ve aynı dinden ve milletten insanlara saldırmalarını, ateş etmelerini, bomba atmalarını anlayamıyorum. Belki de anlamadığım iyi… Kesin olan bir şey var ki târihi ve dünyayı iyi okumamız gerekli.

Bir başka önemli mesele var. Ben kendime kızdım ama başta Cumhurbaşkanı olmak üzere çok kişi aynı duygudaydı. Ben senelerce bu insanları masum Müslümanlar olarak nasıl gördüm? Bundan sonra böyle oyunlara nasıl gelmeyeceğiz?

İstanbul’un fethi, Çanakkale ve İstiklal Harbi ruhu taşıyan nesillerden ortaya duyarsız insanlar nasıl çıkıyor?

Milli ve dini duyguları ve bilgileri gelişmemiş ve geliştirmeye de niyeti olmayan insanlar için demiyorum anası babası Müslüman ve memleket evladı olan çocuklarımız için yazıyorum. Onlara millet için de yaşamayı nasıl öğreteceğiz? Herkesin korkabileceği, korkmamanın değil, korkmaya rağmen bir şeyler yapmaya gayret etmenin ve idealler için yaşamanın önemini nasıl anlatacağız?

Bundan sonra ne olacak?

İhânete karşı hemen ses çıkaran ile karşı çıkmak için mücâdelenin ne yöne evrileceğini bekleyen, canını düşünmeden dışarı çıkan ile evinde koltuğun altına saklanan nasıl aynı ortak ülkü etrafında birleşecekler? Milliyetsizler ve şahsiyetsizler hariç, bu birleşmenin olabileceğini düşünüyorum, hayat bizi ortak noktalara getirecek, yeter ki inatlarımıza, hırslarımıza, yanlışlarımıza yenilmeyelim. Yeter ki, kendimizden olmayanları düşman görmeyelim.

Birleşmeli mi? Vallahi bir yerlerde buluşulmalı… Çünkü aşikâr olan bir şey var. Türkiye’yi yere yıkmak isteyenlerde oyun bir tane değil ki… Batı’nın emperyalistlerinin ve onların bu topraklardaki taşeronlarının hedefleri bu topraklarda rahat at oynatacak bir ortam hazırlamak. Bu sefer başarıya ulaşamadılar ama gayretlerine devam edecekler. Çünkü Türkiye demek, tek başına 80 milyon insan ve onun yöneticileri demek değildir. Balkanlar, Ortadoğu, Afrika, Orta ve Uzak Asya velhasıl dünyanın bütün ezilmiş milletleri demektir.

Türkiye’yi yere yıkmak isteyenlerde oyun bir tane değil ki…
Türkiye’yi yere yıkmak isteyenlerde oyun bir tane değil ki…

Durum böyle olunca öyle veya böyle bir sebepten bu ülkede darbe yapmak, en azından yapmayı denemekten başka şansları bulunmamaktadır. Ama bunu Mısır’daki gibi kolay başaramamaktadırlar. Çünkü bu millet bir şekle girmemektedir. Kendi bildiği şekilde kalmayı yeğlemektedir. Bu milletin ana omurgasının irfânı, haysiyeti, vakarı tüm dünyaya bedeldir, içimizden korkaklar, hainler ve alçaklar çıksa bile…

Küffarın farklı yöntemlerle saldırıları bizi daha kavi, daha çelebi, daha olgun, daha pek kılacaktır. Bize düşen kendimizi yetiştirmek, işimizi iyi yapmak ve değerlerimizi iyi korumak ve bir saldırı söz konusu olduğunda da yaptıklarımızı yeniden yapmak. Bu da bizim milletin en iyi bildiği iş. Hem de bu işi yaparken der ki, “Gelin la! Alayınız bir olun öyle gelin!” vesselam.