Girişimci ve faydacı "ekonomik insan" topluma borç, eşitsizlik ve mutsuzluk getirdi

Peter Fleming
Peter Fleming

1980'lerde yeni sağın yükselişiyle birlikte çılgınca bir şey oldu. Siyasi alanda karar verenler ve güçlü düşünce kuruluşları, sonuçta homo ekonomikusun hayran olunacak ve taklit edilecek gerçek bir kişi olduğuna inanmaya başladılar. Tüm toplumlar bu varsayım üzerine yeniden inşa edildi. Bu kadar karışıklık içinde olmamıza şaşmamalı. Borç, eşitsizlik, aşırı mutsuzluk… Hepsi belirsiz bir düşünce deneyi yüzünden. Hepsi Homo ekonomicus kurgusu yüzünden.

SÖYLEŞİ: SERDAR BİLİR

ÇEVİREN: HÜDANUR AKKUZU

Prof. Dr. Peter Fleming, çağdaş kapitalizmi inceleyen çalışmaları ve özellikle Homo Economicus'un Ölümü kitabıyla bilinen Avustralyalı bir akademisyen. Kendisiyle homo ekonomikusu (ekonomi ve kişisel çıkar odaklı insan) doğuran şartları konuştuğumuz bu söyleşide Fleming, günümüz toplumlarındaki mutsuzluğun ve bunalımların nedeni olarak homo ekonomikusun ideal insan figürü olarak ortaya çıkarılmasını gösterdi.

"Modern insan"ı nasıl tanımlıyorsunuz? Modern insan efendi mi yoksa köle mi? Yoksa her şey olması gerektiği gibi mi?

Modern insan, kendi sonlu oluşunu kolektif olarak idrak etmekle lanetlenmiş (yahut bakış açınıza göre kutsanmış) bedendir, -bu et ve kemikten bedenin, her şeyden önce geldiği akıldan çıkarılmamalıdır. Ekonomik anlamda bireyselleşme, bu idrak edişi sancılı, acınası, yalnızlaştırıcı hatta utanç verici bir şeye dönüştürdü. Modern insanla ilgili en belirleyici olduğunu düşündüğüm şey, homo ludens'in (homo lüdens: Oynayan, gülen, eğlenen insan) kültürel tahayyülümüzden neredeyse tamamen silinmiş olmasıdır. Sistem çok ciddi ve neşeden yoksun. Freudyen ölüm dürtüsü tüm hızıyla devam ediyor gibi görünüyor. Mikro düzeyde yönetilen ve hayali düşmanları yok etmek amacıyla tasarlanmış olan mizah dışında bir mizah türünü ("oyun" hariç) pazarlamaya devam eden bir iktidarda işler daha da aldatıcıdır. Dilerseniz bu, keyifsiz bir neşeye neden olacaktır. Bu durum, sıradan insanları, halkın kahkahalarına karşı genel olarak çok şüpheci bırakıyor. Keyif alamama (anhedoni) modern dönemin önemli bir kültürel özelliği hâline geldi. Kendimizi muhafaza etmenin silahı olarak şen olmayı/ şakacılığı tekrar kazanmaya ihtiyacımız var.

Baudrillard'ın her zaman eleştirdiği "tüketim toplumu" şimdi ne yapıyor? Kazanan onlar mı oldular yoksa?

Baudrillard'ın asıl endişesi tüketimcilik yani gerçekte ihtiyacınız olmayan bir sürü saçmalık satın almak değil, bunun sonucunda ortaya çıkan bilincin şeyleştirilmesiydi ve Guy Debord'un "Gösteri Toplumu" argümanına dayanıyordu. Aşırı medyatik toplumlarda siyaset bir tiyatroya, televizyondaki veya internetteki bir şova dönüşüyor ve bizi sadece pasif gözlemciler olmak zorunda bırakıyor. Bu durumda kısa bir süre sonra reklam ve eğlence sektörü sahte bir gerçeklik hâline gelmekte ve artık kontrol edilemeyecek bir duruma gelerek gerçekliği yeniden şekillendirmektedir (Trump, Brexit vb. konularında olduğu gibi). İşte o zaman gerçek dünya geri çekilir ve kaybolur. Yalnızca kopyalar kalır, kopyaların kopyaları ve bunun gibi şeyler. Sonunda, siyaset bir sahte, kimsenin izlemek istemediği ama çok az seçeneği olan kötü bir film hâline gelir. Bence birkaç şey, bu Baudrillardci senaryoyu bugün daha da kötüleştirdi. Birincisi, yapılandırılmış bir anlatıdan oluşan bu filmden ziyade, kafa karıştırıcı olan yolun ortasına gelmişiz gibi hissettiriyor. Önümüzdeki gösteride son derece mantıksız ve anlaşılmaz bir şey var. İkincisi, "etkileşimli eğlence çağ"ında (bugün temsili demokrasiyi başka nasıl adlandırırdınız?) seyirciye olay örgüsünü yazmada bir rolleri olduğu izlenimi verilir. Elbette böyle bir rolümüz yok, ama yine de utanç verici geliyor. Üçüncüsü, filmin ana karakterleri olduğumuza dair şaşırtıcı olan keşif ve şeyleştirme sürecinin yüceltilmesidir. Elbette, izlediğimiz filmin ikinci sınıf bir korku filmi olduğu ortaya çıktığında (örneğin Coronavirüs salgını), bunların hiçbiri eğlenceli gelmiyor.

Boş zaman konusundaki görüşünüzü bilmek isterim. "Boş zaman" sizce nedir? Bugünün insanlarının boş vakti var mı?

Esasen hiçbir zaman dilimi boş değildir... Asla. Derinlerde bir yerde herkes hayatın şok edici derecede kısa olduğunu bilir ve çok geç olmadan yaşamaya başlamamız bizim açımızdan daha iyi olur. Dolayısıyla kendimize sorduğumuz soru, kalan zamanı nasıl geçirmek istediğimizle ilgilidir. Bu konuda bir seçim yapabilmek, elbette kendi sosyal sorumlulukları ve yükümlülükleri olan siyasi özgürlüktür. Ancak, ekonomik istisnacılık bu sorunun sonunu getirdi. Neoliberal kapitalizmin ve onun ortaya çıkardığı küresel sistemin karakteristik bir özelliği olan ekonomi tarafından yönetilen bir toplumda, zamanımızı büyük ölçüde başkaları tarafından verilen kararlara göre geçiriyoruz. Yoksulluğu önlemek için, çoğunun bir işveren veya işçi olarak çalışmaktan başka seçeneği yoktur. Her şey bunun etrafında döner. Bu normalde özgür olunmayan durumdaki "sözde" boş zaman, daha çok iyileşme (hafta sonu veya ofiste uzun bir günün ardından akşamlar) veya tüketim (ihtiyacımız olmayan şeyleri satın almak) ile ilgilidir. Bu nedenle, varoluşumuzla ne yapacağımıza karar verme yeteneğimizi kısıtlayan bir toplumda boş zaman imkânsızdır. Tam anlamıyla boş zaman, sonunda ceza olmaksızın karar verebilme özgürlüğüdür.

Bir Türk şair (İsmet Özel) "İnsan para için değil, onur için çalışmalı" diyor. Bunu ütopik buluyor musunuz? Ne düşünüyorsunuz?

Ücretsiz emeği sömürmek için bir bahane ("Bunu sevgi için yap, para için değil!"- bu ara akademide çok olan bir şey) olmadığı sürece, şairin neden böyle söylediğini anlayabiliyorum. Özgür bir toplumda olsaydık, patrondan para kazanmak için çalışmak yerine gönüllü ve belki de yarı zamanlı olarak birçok yararlı işlerde çalışabilirdik. Eğer bu gerçekleşirse, emek, hatta yıpratıcı emek bile zevkli bir deneyim olurdu. Kuşkusuz bugün o toplumdan çok uzağız. Ütopik mi? Hayır, tarih boyunca çalışmaların aşağı yukarı bu doğrultuda organize edildiği birçok örnek var. Homo ekonomikus kavramının temelinde, insanoğlunun rasyonel kararlar alma yeteneğinin bir ön kabulü vardır. Sizce bu ne kadar doğru? Örneğin bir kişi kararında mantıklı olsa da, duygusal bir kararla tüm geçmiş birikimini yok edebilir. Homo ekonomikus ilk olarak 19. yüzyıl ekonomisti John Stuart Mill tarafından küçük bir düşünce deneyi olarak ortaya sürüldü. Sonrasında ise 1980'lerde yeni sağın yükselişiyle birlikte çılgınca bir şey oldu. Siyasi alanda karar verenler ve güçlü düşünce kuruluşları, sonuçta homo ekonomikusun hayran olunacak ve taklit edilecek gerçek bir kişi olduğuna inanmaya başladılar. Tüm toplumlar bu varsayım üzerine yeniden inşa edildi. Bu kadar karışıklık içinde olmamıza şaşmamalı. Borç, eşitsizlik, aşırı mutsuzluk… Hepsi belirsiz bir düşünce deneyi yüzünden. Hepsi homo ekonomikus kurgusu yüzünden.

Homo ekonomikusun ölümünü savunuyorsunuz. Bununla ne demek istediğinizi açıklayabilir misiniz?

Homo ekonomikusun çoktan öldüğüne inanıyorum. Sadece onun idealinden ilham alan sosyal kurumlar hâlâ burada. Oysa küresel mali krizin ardından ideal çöktü ve yandı. Çoktan ölmüş ekonomistlerin hayalini kurduğu girişimci, çıkarcı, rasyonel ve faydayı maksimize eden birey, homo ekonomikus, uygulamaya konduğunda şaka gibi bir şeye dönüştü.