Göçmenleri anlayabilmek için kılık değiştirmek şart mı?

Wallraff'a neden kılık değiştirerek böyle bir çalışma yaptığı sorulduğunda ise şöyle cevap verdi: Toplumun maskesini indirmek için maske takmak zorundaydım.
Wallraff'a neden kılık değiştirerek böyle bir çalışma yaptığı sorulduğunda ise şöyle cevap verdi: Toplumun maskesini indirmek için maske takmak zorundaydım.

Danimarka'nın en çok satan BT gazetesinin muhabiri Erik Alexander 1971 yılında cesurca bir karar aldı. Göçmen işçilerin yaşam şartlarını anlayabilmek için onların arasına karışacaktı. Saçlarını boyattıktan ve kıvırcık yaptırdıktan sonra 23 Türk işçisinin yaşadığı pansiyona yerleşti ve burada onlarla birlikte 14 gün yaşayarak izlenimlerini yayımladı.

"Ben hâlâ, bir yabancının, günlük aşağılamalarla, düşmanlıklarla ve kinle nasıl baş ettiğini bilemiyorum. Ama şimdi, neler çektiğini ve bu ülkede insanları aşağılamanın nereye kadar gittiğini biliyorum." (Günter Wallraff) Alman gazeteci Günter Wallraff Türkçeye En Alttakiler olarak çevrilen Ganz Unten kitabında böyle söylüyordu. Bir yabancı olarak dilini, kültürünü bilmediği bir ülkede çalışmanın, yaşam mücadelesi vermenin zorluklarını en yakından görmüştü.

Bir yabancı olarak dilini, kültürünü bilmediği bir ülkede çalışmanın, yaşam mücadelesi vermenin zorluklarını en yakından görmüştü.
Bir yabancı olarak dilini, kültürünü bilmediği bir ülkede çalışmanın, yaşam mücadelesi vermenin zorluklarını en yakından görmüştü.

Ona bu sözleri söyleten ise içinde doğup büyüdüğü Almanya'ydı. Göçmenleri göçmenlerden dinlemek, sanki Adem'le Havva'dan beri anlatılagelen ve sonu hep hüzünlü biten bir hikâyeyi sürekli olarak dinleyip durmak gibi… Anayurttan uzaklaşmak, yabancısı olduğu yeni hayata tutunmak ve ayakta kalmak… Farklı zamanlarda, farklı coğrafyalar da olsalar da göçmenlerin kaderleri hep ortak. Fakat onların hikâyelerini başkalarından dinlemek bize başka pencereler aralayabilir. Bunu geçmişte deneyenler oldu ve göçmenlerin hikâyelerine burun kıvıran binlerce insanı inandırmayı başardılar.

Seçtikleri yol sıra dışıydı. Göçmenleri anlayabilmek ve anlatmak için "onlar gibi olmayı" deneyeceklerdi. Danimarka'nın en çok satan BT gazetesinin muhabiri Erik Alexander 1971 yılında cesurca bir karar aldı. Göçmen işçilerin yaşam şartlarını anlayabilmek için onların arasına karışacaktı. Saçlarını boyattıktan ve kıvırcık yaptırdıktan sonra 23 Türk işçisinin yaşadığı pansiyona yerleşti ve burada onlarla birlikte 14 gün yaşayarak izlenimlerini yayınladı.

Göçmenleri anlayabilmek ve anlatmak için "onlar gibi olmayı" deneyeceklerdi.
Göçmenleri anlayabilmek ve anlatmak için "onlar gibi olmayı" deneyeceklerdi.

"En pis pansiyonlardan birinde benden 1500 kron depozito, 300 kron aylık ücret aldılar. Bu para birinci sınıf otelde konaklama parasıydı. Günlük konforum ise en pis yerlerle kıyaslanamayacak kadar kötü oluyordu. Arkadaşımı misafir etmek istedim pansiyon sahibi kovdu. Yemek pişirmek istedim, depozitoma el koydu. Hiç nedensiz karakola götürülüp ifadem alındı. 23 Türk işçisi ise gerçekten çok kötü şart altında yaşamaya gayret ediyordu. İnsanca yaşamak yasaklanmıştı sanki burada. 14 gün sonra pansiyon sahibesi hiçbir sebep olmaksızın beni kapı dışarı etti.

Depozitoma el koydu. Bu yeni işçi bulup üzerlerinden para kazanmak için sürekli yaptıkları bir uygulamaymış. Danimarkalılar bütün yabancılara Türk işçisi nazarında bakıyorlar. Ben İrlanda'da iç savaşın en şiddetli günlerinde bulundum ama Danimarka'da Türk işçisi olarak yaşamak benim için kat ve kat daha korkunç oldu."

Günter Wallraff ise benzer bir yöntemle Almanya'da misafir işçi olarak yaşayan Türklerin nasıl şartlarda yaşayıp, çalıştıklarını araştırmaya karar verdi. 1983 yılında siyah peruk ve koyu renk lenslerle bir Türk işçisi kılığına giren Wallraff ismini Ali Sinirlioğlu olarak değiştirdi. Ali iki yıl boyunca ağır sanayi fabrikalarından, restoranlara kadar birçok farklı sektörde çalıştı. Ali kılığındayken ayrımcılığa ve hakarete uğradı, saçına sigara atıldı, üzerine bira boşaltıldı ve ağır hastalıklar geçirdi. Kendi vatandaşlarının yabancılara karşı ne kadar acımasız, duyarsız olduklarını fotoğraflarla ve ses kayıtlarıyla belgelendirdi. Yayımladığı kitap milyonlar satarak rekor kırdı.

"Pis işlerde çalışırım"


Wallraff ilk iş olarak gazeteye ilan vererek başladı. İlanda şöyle yazıyordu: "Sağlam, yapılı Türk işçi iş arıyor. Ağır ve pis işlerde çalışırım. Ücret önemli değil." Ardından kendisini kiralık işçi tedarik eden bir firmaya kaydettirdi. O dönem, taşeron olarak çalışan firmalar kendilerinde kayıtlı olan işçileri başka firmalara kiralıyorlardı. Ali, çoğu yabancı olan işçilerin insan sağlığı için çok gerekli olan kask ve maske gibi sağlık araç ve gereçleri olmaksızın çalıştırıldığına şahit oldu. Ücretlerde de büyük bir adaletsizlik söz konuydu. Taşeron firma, fabrikanın ödediği 52 marklık saat ücretinin 25 Mark'ını alıyor, zincirin son halkası olan Ali'ye bu paranın sadece 9 Mark'ını ödüyordu. Üstelik Ali'nin sağlık ve sosyal sigortası da ödenmiyordu. "İşyerinde maske, eldiven gibi şeyler Türk işçilerden daha değerliydi, bu eşyalar onlardan her zaman esirgenirdi."

Ali iki yıl boyunca Türk işçilerin nasıl şartlarda çalışmak zorunda olduklarına tanıklık etti. Yabancı işçilerin radyasyon tehlikesi olan işlerde dahi neredeyse korumasız olarak çalıştırıldıklarını gördü. Özellikle ilaç, enerji ve maden sektöründe çalıştırılan Türk işçilerin kendi değimiyle "kobay" olarak kullanıldıklarını gözlemledi. Wallraff, iş hayatı dışında günlük hayat içerisinde de çeşitli zorluklarla karşılaştı. Aşağılamalar, ırkçı davranışlar ve hakaretler günlük hayatın bir parçasıydı. Kitapta da anlattığı gibi bir Almanya- Türkiye futbol karşılaşmasında, Almanlar lehine tezahürat yapmasına rağmen, görünümü yabancı olduğu için, "Türkler defolun", "Almanya Almalarındır" gibi düşmanlıklara maruz kaldı. "Bir inşaat firmasında işe başlıyorum.

  • Bana buyrulan ilk iş, öteki işçilerden farkımı ortaya koyuyor. Öyle ya yerimin neresi olduğunu başından bilmeliyim! Helalar temizlenecekmiş! Görevim işçilerin kullandığı en az 1 haftadır tıkalı olan helaları temizlemek. Dizlerime kadar dışkının içerisindeyim.

Şef bağırıyor: ‘Kovayı küreği al, temizle şurayı fazla sallanma!' Helada inanılmaz bir koku var, işin sırf eziyet olsun diye verildiği belli. Ustabaşına gidip boruların tıkanık olduğunu, tesisatçıların benden önce boruyu temizlemeleri gerektiğini söylüyorum. Bana ‘Sen işine bak, düşünmeyi eşeklere bıraksan iyi edersin, ne de olsa onların kafaları daha büyüktür' diyor. Pekâla! Elimde kova-kürek hela temizlerken girip çıkanlar da oluyor. İki Alman laflıyor: ‘Dışkıyla, çişten daha kötü kokan nedir biliyor musun? Türkler' diye gürlüyor. Bir başkası da Türk olduğumu öğrenince benim duygularımı paylaşmaya çalışıyor: Hep aynı! Bizim pisliğimizi sizlere temizletiyorlar! Aynı işi bir Alman'a yaptıramazlar.'"

En alttakiler 1985'te yayımlandı

Günter Wallraff iki hafta boyunca yaşadıklarını, gördüklerini En Alttakiler kitabında toplayarak 1985 yılında yayımladı. Kitap başta Almanya olmak üzere birçok ülkede büyük ilgi gördü. Daha sonra Türk arkadaşlarıyla olan ilişkilerini kesmedi. "Yabancılara Yardım Fonu" adı altında bir fon oluşturarak işçilere destek olmaya çalıştı. 1986 yılında En Alttakiler kitabının belgeselini çekti. Wallraff'a neden kılık değiştirerek böyle bir çalışma yaptığı sorulduğunda ise şöyle cevap verdi:

"Toplumun maskesini indirmek için maske takmak zorundaydım." Hem Alexander'ın hem de Wallraff'ın yaptığı çalışmalar göçmenleri anlamak adına kıymetli çabalar olarak kayıtlara geçti. Ancak öte yandan kendimize şu soruyu sormamıza da neden oldular: Göçmenleri anlayabilmek için maske takmak şart mı?