Gül parmaklı şafak uyandığında yola çağıran yolculuğun sesine kulak ver

Unutma. Ey güvertedekiler, dingin olun ve kırın sağrakları.
Unutma. Ey güvertedekiler, dingin olun ve kırın sağrakları.

Erken doğan gül parmaklı şafak aşkına, bütün gün sallanan atların hamudu, yügen altında terleyen atlar aşkına; kanatlı sözler aşkına, uzaklarda burnumuzda tüten sıla, yüksek çatılı evlerimiz, sırtımıza takılan rubalar aşkına; kızılağaçlar, kavaklar, bulutlara değen çamlar aşkına; bağlanan halat, ıskota, yaka ipleri aşkına; göze dökülen uyku aşkına artık varalım yurdumuza.

Gül parmaklı şafak uyandığında, uzağa açılmaktan korkma. Orada, sığırcıkların ve martıların denizin kulağına fısıldadığı şeyleri duy. Orada karnı şiş yelkenlilerin rüzgârı nasıl da topladığını duyumsa.

Bir yolculuktayız tepegözlerden korkma. Sınanacağız kabaran denizle, fokurdayan toprakla, dağlar ki içinden lavlar akacak, korkma. Korkma yıllarca bir mağarada uyur kalırım diye.


Orada aceleci yunuslar batıp çıkarlar da suya. Orada güneş şefkatle eğilir toprağa. Bir anne nasıl şefkatle yaklaşırsa çocuğuna, güneş öyle yaklaşır zeytin yaprağına. İncirlerde karıncalar, bal uykusunda. Orada dalları yere kadar sarkan ayva ağaçları, gün öyle vurur ki ayva ağaçlarına, sarının göze vuruşu Allah aşkına. Nar ağaçları dallarında. Yere bir şey fısıldıyor sanki, bir hakikati. Dalların gücü yetmiyor narları taşımağa. Orada sular asırlardır gözelerden akar da. Orada insan iki elini koyup da gözenin etrafına, dudaklarıyla bir gözeye eğilmez. Bir göze eğilir insanın dudaklarına olsa olsa. Ve oyuk mağaralardan korkma. İnsana evini, yurdunu unutturan nilüfer çiçeklerinden.

  • Bir yolculuktayız tepegözlerden korkma. Sınanacağız kabaran denizle, fokurdayan toprakla, dağlar ki içinden lavlar akacak, korkma. Korkma yıllarca bir mağarada uyur kalırım diye.

Uyandığında unutmazsan yurdunu, yurdun tüterse burnunda, karın ve çocukların, bacası kışın tüten yüksek çatılı evin, yazın bostanında serin yel yiyen ekinlerin. Altın başaklı ekinlerin… Hışırtılarını onların, unutma. İnsana ilik olan unu, kanatlı sözleri, tatlı uyku dökülen gözleri de unutma. Güzel dizlikli yoldaşlarım, o koca karınlı gemilerimizle, rüzgâra yol aldıkça gelişen göğsümüz. Titreyen burun kanatlarımız. Gözlerimizin maviliğine sokulan derya maviliği. Kırda serin esen bir yel ile nasıl karşılaştırılabilir denizde yüzümüze çarpan bu yel. Kabaran denizin dalgalarının nidası bu yel. Bu yel ki asırlardan, asırlar öncesinden kalma.

Gül parmaklı şafak uyandığında, uzağa açılmaktan korkma.
Gül parmaklı şafak uyandığında, uzağa açılmaktan korkma.

Unutma. Ey güvertedekiler, dingin olun ve kırın sağrakları. Dişlerimizin arasından çıkan sözleri bulutlu kılacak ne varsa, atın onları ağızlarınızdan. Kürekçiler siz de geçin artık ıskarmozların başına. Erken doğan gül parmaklı şafak aşkına, bütün gün sallanan atların hamudu, yügen altında terleyen atlar aşkına; kanatlı sözler aşkına, uzaklarda burnumuzda tüten sıla, yüksek çatılı evlerimiz, sırtımıza takılan rubalar aşkına; kızılağaçlar, kavaklar, bulutlara değen çamlar aşkına; bağlanan halat, ıskota, yaka ipleri aşkına; göze dökülen uyku aşkına artık varalım yurdumuza. Çok oldu gurbet ellerde ısırdı sözler yüreğimi, safram kabardı, ekmek yiyen ölümlüler sıktı canımı.

Güzel belikli şafak görününce çıktık da yola, gemilerimiz ki çifte küpeşteli, dedim ekmek yiyen hangi insanların toprağı kokar şimdi burnumuzda. Dedim çözün palamarları, geçin ıskarmozların başına, dövün köpük köpük küreklerinizle denizi. Çok besili ve gür yapağılıydı yurdumuzda koyunlarımızın erkekleri, acaba hâlâ öyle mi? Kumral saçları eşlerimizin gün ışığını nasıl da kendinde berkitirdi, acaba hâlâ öyle mi? Yavrularımızın nasıl da kaşınırdı dişleri çıktığı zaman, ne bulsalar ağızlarına götürmezler miydi, acaba hâlâ öyle mi? Dedim ey güzel dizlikli yoldaşlarım asılın küreklere, dövün köpüklü denizleri, götürün beni yurduma. Dedim ey güzel dizlikli yoldaşlarım haydin o zaman uzaklara yağmağa, haydin o zaman uzaklara yağmağa...

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.