Gündelik hayatta dublaj sorunu

Zeytin Ağaçları Altında
Zeytin Ağaçları Altında

Anlamı, bir yerlere asıp arkamızı dönüp gidiyoruz. Badanası gelen bir duvarda, çivisinden çıkarılan bir çerçevenin arkasında bıraktığı boşluk gibi, onu kaybettiğimizde tek yapabildiğimiz fırçayı boyaya daha derin daldırmak oluyor. Kiyarüstemi’nin dünyayı “bir zeytin ağacının” altındaymışçasına seyreden karakterleri gibi bir mesafe gerek hayat ile aramızda. Dünyadan yansıyıp ruhumuzda kırılanları boynumuza asmak lazım.

Bazı filmleri normal sürelerinin üç dört katı bir zaman zarfında izlerim. Durdurup ekranda donan görüntüye bakmak, filmin nasıl ilerleyeceğini uzun uzun düşünmek, o sahne öylece camın üzerindeyken gündelik hayatıma devam etmek hoşuma gider.

Kiyarüstemi’nin Zeytin Ağaçları Altında filmi de uzun süre masamda bir tablo ya da fotoğraf işlevi gördü.


Kiyarüstemi’nin Zeytin Ağaçları Altında filmi de uzun süre masamda bir tablo ya da fotoğraf işlevi gördü. Özellikle iki sahne vardı; birinde seyahat hâlindeki karakterlerle malzemeleri yolu kapatan işçiler arasında bir tartışma geçiyor. Ne malzemeleri ne de yolu görüyoruz sahne boyunca. Sadece tartışmaya taraf olanların yüzlerini izliyoruz. Eşya ve tabiat, durum ve olay perdenin arkasında. Hepsini yani bütün hayatı, akışın tamamını sadece yüzlerde görüyoruz.

Öteki sahne ise şöyle; bir kamyonetin kasasında başkalarının tartışmasını takip eden yüzleri izliyoruz. Yine sadece yüzler. Göz kapaklarının kırpışması, mimikler, kıpırdayan dudaklar, bazen ifadesizce yalnızca seyreden suratlar. Gündelik hayatın kesintiye uğramasını seyreden bir yüz kadar etkileyici pek az şey vardır. Eylemsiz bir şekilde hayatın kıyısında durup, sadece bakan yüzler. Dünyanın en tuhaf aynaları. Ben bir bulanık ırmak gibi günün içinde akarken ya da telefon açan, kahve içen, edisyon yapan, kızan, gülen, işe giden ben, arada dönüp bu sahnelere bakıp durdum. Belki günlerce. Ne yol belliydi ne de malzeme.

Masamda Zeytin Ağaçları Altında dururken, buzdolabıma bir şiir astım sonra. Şöyleydi;

  • Ben bu gece seni astım
  • faturalarla beraber buzdolabının üstüne
  • “Zülüf dökülmüş yüze, kaşlar yakışmış yüze”
  • gibi bakıyordu müzik çalar, çalmadım.

Kiyarüstemi’nin dünyayı “bir zeytin ağacının” altındaymışçasına seyreden karakterleri gibi bir mesafe gerek hayat ile aramızda.
Kiyarüstemi’nin dünyayı “bir zeytin ağacının” altındaymışçasına seyreden karakterleri gibi bir mesafe gerek hayat ile aramızda.

Anlamı, bir yerlere asıp arkamızı dönüp gidiyoruz. Badanası gelen bir duvarda, çivisinden çıkarılan bir çerçevenin arkasında bıraktığı boşluk gibi, onu kaybettiğimizde tek yapabildiğimiz fırçayı boyaya daha derin daldırmak oluyor. Kiyarüstemi’nin dünyayı “bir zeytin ağacının” altındaymışçasına seyreden karakterleri gibi bir mesafe gerek hayat ile aramızda.

Dünyadan yansıyıp ruhumuzda kırılanları boynumuza asmak lazım. Samed Karataş’ın “Barfiks” şiirine her buzdolabına gidişimde bir kez daha bakıyorum. Aidatlarını son gününde ödeyip hayatta kalanları, Kapadokya ve Prag manyetlerinin ortasında buluyorum. Şiir, sürüklenmeye karşı bir müdahaledir. Sürüklenen, deforme edilen, körleşen ve kötürümleşen zihinlere müdahale eder. Şiir artık bir zorunluluktur insan için.

Durmak ve bakmak, gittikçe daha imkânsız hâle geliyor. Öznesiz ve durdurulamaz bir akış, ederini bulduğunda yani debisine göre bir set ile karşılaştığında paramparça olacak.

Oluyoruz. Olduk. Takip mesafesini kaybettik. Kaybolma hakkını devrettik. Terk etme ihtimalini eledik. Eylem ya sadece mutlak bir anlamsızlıkla ya da saf bir hakikat uğruna gerçeklik kazanabilir. Durmak, bizden yana. Bergman’a göre felç, Pessoa’ye göre teselli olan eylemsizlik ise öznenin gizlendiği yerden çıkması için bize zaman kazandırabilir. Zira düşünce ve eylem arasındaki muazzam temassızlık, vasat bir otomasyon hâline getirmiştir insanı.

Voznesenski haklıdır; “Teorik olarak, geleceğin bilgisayarları insanın yaptığı her şeyi yapabileceklerdir. İki şey istisna olmak üzere her şeyi; dindar olamayacak ve şiir yazamayacaklardır.’’ Buzdolabının üzerinden alıp şiiri, cebime koyuyorum. Samed Karataş devam ediyor;

  • Bu şiirde dublaj kullanmıyoruz bakma öyle
  • arabanın markasına göre yolcunun değişen hayal durumu
  • beni dinlemeyi kes, ekle kendi alışveriş listesine
  • aldığın kazağın sözünü dinle ve hafifle ve dukan

Kendinizi bir an bu şiirin konuştuğu yerde hayal edin. Gözlerinizin kısıldığı, alnınızın kırıştığı yerde. Kiyarüstemi’nin karakterleri olarak. Sonra birlikte yolun açılmasını bekleyelim.