Güzel bir utanç, kurtuluşumuz olabilir mi?

Dünyayı utanç kurtaracak.
Dünyayı utanç kurtaracak.

Utanç dünyevi bir duygu olmadığından,Hz. Adem’in cennette yasak elmayauzanmasıyla o duyguya ermesibakımından cennete ait duygu olduğundan Joseph K.’nın ölümündensonra bile utancı devam edecektir.

Yaklaşık üç seneden beri sıklıkla, on seneyi aşkın bir süre de Kafka okumalarından dolayı zararsız ama sürekli bir düşünmeyle bu soruyu soruyorum kendime. “Güzel bir utanç, kurtuluşumuz olabilir mi?”

Kafka’nın “Dava” sında, kendine göre suçsuz bir şekilde tutuklanan Joseph K.’nın en mahrem alanında, yatak odasında, ansızın mantar gibi bitiveren ve onu yargılayan mahkeme, bir kurum olarak her ne kadar lakaydi gözükse de romanın ilerleyen akışında Joseph K.’yı affetmeyecek, onu ölümle yargılayıp infaz edecektir. Joseph K. roman boyunca debelenmesine, kendisine yapılan iftiradan kurtulmak ve (varsa) suçundan aklanmak istemesine, mahkemenin yapılacağı yeri aramasına ve bir türlü mahkemeyi ve savunmasının olacağı yeri bulamamasına rağmen yine de bir türlü görünmeyen, o bulunamayan mahkeme, o insafsız yargı bir rüya gerçekliği ile onu kapanına alır. Onu cezalandırır. Kafesin kuşu her istediği yerde yakalayabilmesi durumudur bu durum.

“Dava” adlı romanda mahkemenin insanı her yerde, en mahrem alanında bile tutuklama kudreti korkunç gözükür. Kafes, kafaya kuşu koymuşsa, kuşun kafesten kaçacak bir yeri yoktur.


“Dava” adlı romanda mahkemenin insanı her yerde, en mahrem alanında bile tutuklama kudreti korkunç gözükür. Kafes, kafaya kuşu koymuşsa, kuşun kafesten kaçacak bir yeri yoktur. Kafes istese, kapatma aygıtını inceden işletse, kuşu kapatmaya inceden bir niyetlense, kuşun dünyada hatta ahirette bile kaçacak deliği yoktur. Kuşun kaderinde kapatılma varsa, kafes onu kaçacağı nihai yerde bile bekleyecektir. Joseph K.’nın da kaçacağı bir delik olmadığından romanın sonunda gırtlaklanma sahnesinde iki cellat onun boğazını kestikten sonra onun ölümüne “Bir köpek gibi” yaftasını yapıştırır. “Sanki utanç, o öldükten sonra da devam edecek”. Böylelikle K.’nın utancının yani suçluluğunun aslında bedensel ölümle ilişkilendirilemeyeceğini, varoluşsal, ontolojik bir alana çekilebileceğini söylemeye çalışırlar bize. Utanç dünyevi bir duygu olmadığından, Hz. Adem’in cennette yasak elmaya uzanmasıyla o duyguya ermesi bakımından cennete ait duygu olduğundan Joseph K.’nın ölümünden sonra bile utancı devam edecektir.

Beden yokken utanç var olduğundan, utanç bedeni aşar.

Hz. Adem’in cennette yasak meyveyi yemesiyle Joseph K.’dan binlerce sene evvel utanç bir jenealoji, bir soykütüğü olarak bizlere ulaşmıştır. Somut bedenimiz utanç eyleminden çok sonra dünyaya gelmiştir. O yasak meyve, babasının bir böcek olarak Gregor Samsa’nın bedenine fırlattığı, onun mahvına neden olan üç elma gibi bir şekilde gelir ve bizleri bulur.

Hiçbirimiz bu bağlamda masum değiliz. Belki masum doğarız ama sonra ana sütünü andıran o naiflik yerini, şeytanın işini çok iyi kotarmasından dolayı bir suçluluk bilincine, masumiyeti yitirdiğimiz hale dönüşür. Varoluş bir utanma haliyle, mahza utançla arındırılabilir mi? Utanç, içimizde bizi ısıran vicdan ve duygularımız, utandığımızda ya da utanç içine girdiğimizde ansızın ellerimizle kapattığımız yüzümüzün kızarması, bir duygu durum olarak kurtuluşumuz olabilir mi?

Utandığımızda ya da utanç içine girdiğimizde ansızın ellerimizle kapattığımız yüzümüzün kızarması, bir duygu durum olarak kurtuluşumuz olabilir mi?
Utandığımızda ya da utanç içine girdiğimizde ansızın ellerimizle kapattığımız yüzümüzün kızarması, bir duygu durum olarak kurtuluşumuz olabilir mi?

Kafka’nın da vurgu yaptığı gibi utancın eşiğinin aşıldığı, artık insanlarda utanacak yüz kalmadığından etkisini yitirdiği yerde utanç soyu tükenen bir yaratık gibi korunmaya mı alınmalıdır? Hem de yüzüne indiğinde vicdanının sızlaması gerektiği insanın bizatihi kendi elinden. Modern zamanlarda hele de bu hızlı çağda insanoğlu her şeyden önce utanç duygusunu yalama haline getirdi.

  • Bir tekneyi harekete geçiren su motoru neyse, insanın yüzünü aydınlığa çıkaracak utanma duygusu kalpten, beyinden, bedenden, hele de en sıklıkla göründüğü ve kendini gösterdiği yüzden çekildiğinde bu bizim yıkımımız oldu.

Tarkovski’nin “Solaris”indeki replik, “Dünyayı utancın kurtaracağı” yönündedir. Ve “Utanç” (Shame) adlı başyapıtı ile Bergman da bu görüşe katılır ve dünyayı, bizi, bir güzellik olarak beyazlığa, saflığa, ilkel ve ta atalarımızdan bize ruhsal olarak kalmış utancın kurtaracağını dillendirir. Kendisine yönlendirilen “Bergman gidişat kötü, dünyayı ne kurtaracak?” diye bir soruya, Bergman “Elbette utanç“ diyecektir. “Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir”.

Ben de, Joseph K.’nın gırtlaklandığı zaman cellatların o muhteşem tespiti ile insanlığı ancak güzel bir utancın, utanç duygusunun, o kadim yüz kızarıklığının, başkalarının bile görmesini istemediğimiz yüz kızarıklığımızın dünyayı kurtaracağına inanıyorum. Dünyayı utanç kurtaracak. Yüzün kıpkırmızı kesilmesi. Yüze inen o alacakaranlık. Kanın kızgınlıktan değil, şefkatli ve içgüdüsel saflığından yüzde birikme durumu kurtaracak. Yüzümüzün alacakaranlık hali. Bizleri ancak o hal kurtarabilir. Güzel bir utanç.