Hakikati Türkçe dile getirmek

Ahmed Yesevî’yi bizim için önemli kılan asıl nokta, hakikati Türkçe dile getirmesidir.
Ahmed Yesevî’yi bizim için önemli kılan asıl nokta, hakikati Türkçe dile getirmesidir.

Ahmed Yesevî’yi bizim için önemli kılan asıl nokta, hakikati Türkçe dile getirmesidir. Diğer bir ifadeyle, Türkçeyi İslam’ın üçüncü dili olarak yeniden işlemesidir. Arapça ve Farsçanın yanında Türkçenin İslam kültür ve medeniyeti içinde kurucu bir dil olarak varlık kazanmasında ve dilin Pagan anlam alanlarından arınarak, adeta tevhit potasında yeniden var olmasında onun “hikmet”lerinin büyük rolü vardır.

Ahmed Yesevî neden önemlidir? Elbette bu soruya farklı açılardan cevaplar verilebilir. O bir yol kurucusudur; tarihte Yesevîlik adıyla anılan bir irfan mektebinin bânisi… O mekteptir ki, Yesi’yi bir irfan merkezine dönüştürmüştür. Kuşkusuz tasavvuf ve medeniyet tarihi alanında çalışmalar yapan bilim adamları onun bu “kurucu” ve “inşa edici” yönlerini ortaya çıkartan güzel çalışmalar yapacaklardır. Belki menakıpnameler ve vakfiyelerden, geride kalan maddi kültür varlıkları, türbe ve dergâha ait malzemelerden yola çıkarak, ufuk açıcı analizler yapacaklardır.

Ahmed Yesevî, Asya’nın tarihine sözü-sohbeti, ilmî gayreti ve ahlâkî duruşuyla tesir etmiş bir büyük “ruh”tur. O ruhu tanımak, Asya’nın Müslümanlık tarihini tanımaktır.


Keza dini tarih çalışanlar, onun ve yetiştirdiği talebelerinin Asya’nın steplerinde İslâm’ı yayma çabalarını araştırma ve çalışmalarına konu edeceklerdir. O dönemde, bu coğrafyada varlığını muhafaza eden Pagan kültürü, Budist, Maniheist ve Zerdüşt muhitlerle olan mücadelesini mevzu edinen çalışmaların yapılması mümkündür. Nitekim o, göçebe ve yerleşik hayata geçen insanları bir anda kucaklayan ve boylar arasında İslam’ın yayılmasına katkı sağlayan bir mürşit olarak dikkat çekmektedir.

Evet, Ahmed Yesevî, Asya’nın tarihine sözü-sohbeti, ilmî gayreti ve ahlâkî duruşuyla tesir etmiş bir büyük “ruh”tur. O ruhu tanımak, Asya’nın Müslümanlık tarihini tanımaktır. O sebepten kendisine “Pîr-i Türkistan” denilmiştir. Ahmed Yesevî’yi bizim için önemli kılan asıl nokta, hakikati Türkçe dile getirmesidir. Diğer bir ifadeyle, Türkçeyi İslam’ın üçüncü dili olarak yeniden işlemesidir. Arapça ve Farsçanın yanında Türkçenin İslam kültür ve medeniyeti içinde bir kurucu dil olarak varlık kazanmasında ve dilin Pagan anlam alanlarından arınarak adeta tevhit potasında yeniden var olmasında onun “hikmet”lerinin büyük rolü vardır. Bu meyanda Balasagunlu Yusuf’u, Kaşgarlı Mahmut’u ve Edip Ahmed Yüknekî’yi hayırla anmak icap eder. Ahmed Yesevî, bu isimlerden farklı olarak, toplumun her kesiminin anlayacağı bir dil ile hakikati dile getirmiştir. Bu mücadelesini şöyle dile getiriyor:

“Hoş görmemekte âlimler sizin dediğiniz Türkçeyi Âriflerden işitsen açar gönül ülkesini Âyet hadîs anlamı Türkçe olsa uygundur, Anlamına yetenler yere koyar börkünü…”

İslamlaşmayla birlikte, Maveraünnehir bir ilim havzası hâline tebdil etmiştir. Buhara ve Semerkant’tan başka Serahs, Nesef, Gazne, Cürcan (Gürcan), Mehne ve Belh gibi şehirler bilhassa Maturîdî-Hanefî çizginin pek çok âlimini yetiştirmiştir. Bu âlimler, Ahmed Yesevî’nin dile getirdiği gibi Arapça ilmî eserler yazarken Farsça da şiirler söylemiş, hakikati bu diller aracılığıyla tedris ve telkin etmişlerdir. Şöyle diyor:

“Kadı, müftü, mollalar şeriatın yolunu Ârif âşık almıştır tarikatın arkını Amel işleyen âlimler dinimizin çırağı, Burak biner mahşerde eğri koyar börkünü…”

Şeriatın yolu, Arapça tedrisat ile öğreniliyor. Bu meyanda Zemahşerî gibi büyük dil ve belagat âlimleri ve Serahsî gibi fakihler ve Nesefî gibi kelamcılar yetişmiştir. Mesele yazmak, okumak ve okutmak değil; hâl diliyle bunu anlatmaktır. Hâl diliyle anlatmak ise, o ilmi yaşamaktır. Yaşanmadan anlatılanlar, kuru ve tesirsizdir. Oysa esas olan, o aktarılan manayı yaşamaktır. Bu bilgiyi yaşantı hâline dönüştürenler, hâl diliyle de konuşmuş olurlar. Bunu şu şekilde dile getirmektedir:

  • “Amel eylese âlimler dinin ve ayın aydınlığı Görse olur onların görkü yüzünün rengi… Amel işlemeyip ‘zahir’ ilmini bilmeyip kalanlar, Arkasına yükler kırk eşeğin yükünü”

Bazı irfan ehli ise, Ebû Said Ebu’l-Hayr ve Hakîm Tirmîzî gibi, tecrübe ettikleri hakikate ilişkin bilgiyi Farsça dile getirmişlerdir. Oysa Ahmed Yesevî, tahsil ettiği bilgiyi, seyr ü sülûk ile tecrübe ettiği hâli ve erdiği manayı Türkçe dile getirmiştir. Bunu açıkça şöyle dile getirir:

“Miskin, zayıf Hoca Ahmed yedi ceddine rahmet, Farsça dilini bilerek güzel söylemektedir Türkçeyi…”

Ahmed Yesevî “hikmet” söylemiştir. Daha açık bir ifadeyle o şiir yazmamış; söylemiştir…
Ahmed Yesevî “hikmet” söylemiştir. Daha açık bir ifadeyle o şiir yazmamış; söylemiştir…

Bu açık beyanı ve tahsil ettiği ilmi de dikkate alarak, şunu söylememiz mümkün: Farsça, Arapça biliyor; ama Türkçe söylüyor… Bu söyleyiş, Türkçeyi hakikat dili hâline getiriyor.


Hikmet söylemek

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Ahmed Yesevî “hikmet” söylemiştir. Daha açık bir ifadeyle o şiir yazmamış; söylemiştir… Söylediği bu şiirleri de “hikmet” olarak isimlendirmiştir. Burada kısaca hikmet kavramına ilişkin bazı bilgileri tekrar etmekte yarar vardır. Hikmet nedir? Hikmet, “hüküm” kelimesiyle aynı kökten… Etimolojik olarak hikmet, “sınırlama veya önleme” anlamına gelen “h-k-m” kökünden gelmektedir. Bu çerçevede şunu söylemek iktiza eder: Hikmet, bizi cehaletten, kötülükten ve zulümden koruyan şey/bilgi demektir. Hüküm de aynı anlama gelir… Bizi yanlıştan koruyan!

Konuyu biraz daha açmak icap ederse, hikmetin anlamı şu sorulara verilen cevapta münderiçtir: Hayatımı nasıl idame ettireyim? Yapacağım işi niçin yapmalıyım? Neden bu konu beni ilgilendiriyor? Bu temel sorular, bizi hükme götürür. Hikmet, hükmün sınırını belirler. Dolayısıyla, Ahmed Yesevî, şiir yazmadı, hikmet söyledi… İnsanlara sınırlarını öğretti. Hayatı daha huzurlu yaşamanın yollarını gösterdi.

Ahmed Yesevî, bize, kendi hakikatimizi, manamızı anlamayı salık veren bir hakîm, bir mürşittir.
Ahmed Yesevî, bize, kendi hakikatimizi, manamızı anlamayı salık veren bir hakîm, bir mürşittir.

Hikmet, insanın yaratılışıyla ilgili sırrı… Neliği, niceliği… İnsanın manası. Bunları dile getiren şiirler… Ahmed Yesevî, bize, kendi hakikatimizi, manamızı anlamayı salık veren bir hakîm, bir mürşittir. Peki, bilgisinin kaynağı ne idi? Bu konuda, “Bismillah’la başlayarak hikmet söyleyip, tâliplere inci cevher saçtım” diyerek söze başlayan Ahmed Yesevî, Münâcaat’ında, hikmetlerinin ana kaynağının Kur’an ve Hadis olduğuna işaret eder:

“Mini hikmetlerim kân-ı hadîsdür Kişi bûy etmese bilgil habîsdür”

“Benim hikmetlerim kân-ı hadistir; kişi nasip almaz ise, bil habistir.” demekte ve şöyle devam etmektedir:

“Mini hikmetlerim fermân-ı Sübhân Okup oksang heme ma’nî-i Kur’an” “Benim hikmetlerim fermân-ı Sübhân; okuyup anlasan, mâna-yı Kur’an.” demektedir.

  • Başa dönelim; Pîr-i Türkistan kimdir? Pîr-i Türkistan, Defter-i Sânî’yi okuyan, hakikati dile getiren… Türk dilini hakikat dili hâline getiren büyük bir bilge… Hakîm.

İşte o, bu hakîm sıfatıyla hakikati, yani murakabe ve müşahede gibi ilim yollarıyla kendi manasını, insana dair sırrı Türkçe dile getiriyor. Nitekim “hakikat” kavramı, kelime itibariyle “esas, öz, gerçek” gibi anlamlarını da hatırda tutarak; insanı kendi esasını, özünü, gerçeğini bilmesi olarak tanımlanabilir. O bize, kendi lisanımızla, bu “bilme” faaliyetinde örnek olan bir rehber olarak hizmet ifa etmiştir. Şöyle diyor:

“Bismillah deyip beyan ederek hikmet söyleyip Taleb edenlere inci, cevher saçtım ben işte. Riyâzetli sıkı çekip, kanlar yutup İkinci defter sözlerin açtım ben işte”

“Defter-i sâni”, insanın kendi hakikatidir… O hakikate bakarak, herkese değil, talep edenlere “inci ve cevher" olan hikmetini söyledi. Ahmed Yesevî hikmetini söylerken, Türkçeyi de hakikat dili hâline getirmiş oldu. Böylece Türkçe, kelimenin tam anlamıyla İslam kültür ve medeniyetinin temel dillerinden birisi hâline tebdil etti.