Halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti

Aşk gitti, başka kaleler kaldı geriye
Aşk gitti, başka kaleler kaldı geriye

Zaman yok, takvim yok, hurufat u rakam yok. Ne var peki bunca zamandır, bizi o ilk yaratıldığımız zamana fırlatan? Babaları eve götüren, delikanlıları çiçeğe, genç kızları aynalara, taze bir eri mayına götüren? Bir orduyu bir zalime gönderen? Merhamete, eve, silaha, buğdaya ve çocuğa sebep: "Halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti".

"Bilesin kavuşmak yoktur İslamlıkta / Kavuşan kısmısı ancak gavurdur" diyor Süleyman Çobanoğlu. İnsanın yaratılış hikâyesi bir araya gelmek değil de ayrılmakla başlıyor. Bu bir teskin değil. Bu bir teselli de değil. Çok uzağız yaratıldığımız o ilk zamandan. Borsalar ile sevdiğimizin yüzü arasında. Uzaklaşıyoruz, durmadan uzaklaşıyoruz; bu his de bırakmıyor peşimizi. Yeni bir yıla giriyoruz. Takvimimiz, zamanımız yanlış. Masaya bazı günlerle alakalı bilgiler bırakılmış, bazı ayların adı bize sorulmadan yazılmış. "Sen bana yeni yılsın her dakika" diyoruz bu yüzden. Bilmediğimiz bütün güzelliklere yeni bir yıl diyoruz. Çünkü onların adları silinmiş. Zaman yok, takvim yok, hurufat u rakam yok. Ne var peki bunca zamandır, bizi o ilk yaratıldığımız zamana fırlatan? Babaları eve götüren, delikanlıları çiçeğe, genç kızları aynalara, taze bir eri mayına götüren? Bir orduyu bir zalime gönderen? Merhamete, eve, silaha, buğdaya ve çocuğa sebep:

"Halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti".

Cins aşkla geldi, Cins bir mazeretle. Zamanını ve adını bilmediğimiz bu vakitlere, yeni yıl diyerek, yeni gün ve dakikalara. Aşktan arta kalan ne varsa onlarla yapılarak geldi. Mustafa Ulusoy ile aşk dediğimizde aklımıza gelen "Ne çok acı var" dizesini şerh ederek geldik. Erol Göka ve Dursun Ali Tökel hocalarımızın refakatinde. Aşkı ehillerden dinledik. Dünyada bir şeyler oluyor. Yeni şeyler. Eskilik romantizmi değil ama yeni yapılan her şey aşktan biraz daha uzak kalarak icat ediliyor. Yeni bir robot, yeni yapay zekâ, yeni yeni yeni...

Dünyada bir şeyler oluyor, dünyasız kalınca ağlayan insanlar olarak, hayatsız kalınca mutlu oluyoruz. Her gün sınırlar değişiyor, Liseli Ahmet âşık olamadığı için. Her gün açlık artmaktadır Fatma âşık olamadığı için. Ali’nin dostu yok, bu yüzden huzurevleri gün geçtikçe artmaktadır. Ayşe hiç çiçek almadığı için sokaklar banka dükkanlarıyla doludur. Bu böyledir. Birini sevip çekilebileceğimiz bir dünya tahayyül etmekten çok uzağız. Bütün mümkünlerin bir kıyısı olup olmadığı fikrinden de... Yaşamak diyorlar buna; insanın aşkla derinleşebileceğini, dünyayı tanıyabileceğini bilmeyenler...

Cins burada: "Aşk gitti, başka kaleler kaldı geriye" dizesinde... Ya da "Elif’i görür görmez" demenin o büyük haritasında... Toparlanın, bir yere gitmiyoruz...