Halep’teki sevinç neyi gösteriyor: Suriye devrimi neden hepimizi ilgilendiriyor?

Vay be! Dedelerimiz Anadolu’yu emperyalistlerin işgalinden kurtarırken okyanusun ortasındaki bir adada yaşayanları milli mücadelemize ortak eden neydi? O koca koca adamları çocukları gibi sevindiren duyguyu besleyen damar kaç milyon kilometre uzunluğundaydı?
Kışa devrimle girdik; ama ne devrim. Hâlâ anlamadık. Görmemişiz ki. Bilmiyoruz. Beklemiyorduk. Sevinmesini de beceremedik.
“Suriye’deki devrimden bize ne?” veya “Neden sevinecekmişiz!” diyenler varsa eğer tam burada bu yazıdan ayrılabilirler. Onların gözlerine, bu fakirin de sözlerine yazık. Zihinlerinde yer etmek istemem. Benimkisi de laf mı şimdi? 8 Aralık’ı hayatına çentik atmayan Cins okuru mu olur? Zaten sözüm kazara yazıya düşenlereydi.
Neyse… Devrimi yerinde, Halep’te görmüş bir gazeteci olarak anlatacaklarım var elbette. Ama önce ve yine merhum Teoman Duralı Hocamıza kulak verip, tarihten, sevince ortak olma dersi alalım: “Malezya'nın kuzeyinde bir ada var. Şimdi adı aklıma gelmiyor. Orada bilim üniversitesi var. Beni oraya çağırmışlardı. Evrim üzerinde bir konuşma yaptım ve konuşmanın bitiminde bir adam el kaldırdı. Ak saçlı, başında da fesi olan bir zat. Dedi ki; ‘Babalarımız, dedelerimiz İstiklal Harbi'ni, Kurtuluş Savaşı'nı adım adım, gün be gün izlediler. O vakit haberleşmeler çok zayıftı. Haftada bir kere Singapur'dan bir gazete gelirdi bize, buraya. Gazeteden Türklerin ne durumda olduklarına, İstiklal Savaşı'nın, Kurtuluş Savaşı'nın gidişini takip ederlerdi. Sonra gün geldi, zafer haberi geldi bize. Bilirsiniz Müslümanlar öyle oynak adamlar değiliz ama ben hatırlıyorum, küçük çocuktum, gördüm, hatırlıyorum. Babalarımız, büyüklerimiz sokaklarda şıkır şıkır oynamaya başladılar. Hiç olmayacak bir şey. Sanki kafayı çekmişler, kendilerine geçmişler gibi sokaklarda, burada şıkır şıkır oynadılar. Ondan sonra niye sonra bize yüz çevirdiniz, bizi terk ettiniz?’ Hayatımda karşılaştığım en zor sorulardan biri.”
Sonu çok ağır oldu. Film sahnesi gibiydi değil mi? Teoman Hoca’nın “adını anımsayamadım” dediği muhtemelen Redang Adası’ydı. Uçakla 13 saat. İstanbul’a kuş uçuşu 8 bin 260 kilometre uzaklıkta. Müslümanların zaferini sokaklarda doyasıya kutlayan ince bıyıklı, sert bakışlı adamların, bellerindeki kuşakları çözüp oynadıkları o anları bir romanı okur gibi tahayyül ettim. Vay be! Dedelerimiz Anadolu’yu emperyalistlerin işgalinden kurtarırken okyanusun ortasındaki bir adada yaşayanları milli mücadelemize ortak eden neydi? O koca koca adamları çocukları gibi sevindiren duyguyu besleyen damar kaç milyon kilometre uzunluğundaydı?
Aynı yola baş koymak, Allah davasının neferi olmaktı tabii ki. Çıkarsız, şeksiz şüphesiz, beklentisiz sevmek bizim hamurumuzda var. “Biz” derken? Suriye işte. Halep, Şam, Lazkiye. Anadolu. Musul, Kerkük ve aniden yüz çevrilen, gözden de gönülden de düşürülen Redang Adası.
Suriye devrimin sonu böyle olmayacak inşallah. Halep’te hissettim bu duyguyu. Yollarında selamlaştığımız insanların gözlerinde vatanda olmanın ferini gördüm çünkü. Evlerine, sokaklarına kavuşan, yıllar önce uçaklar tepelerinden bomba yağdırırken çekip çıktıkları kapılarına yüz sürenlerin vuslatını izledim. Sığıntılıktan ev sahipliğine, mültecilikten misafirperverliğe kavuştukları ilk gün Han Asel’deydik. Halep’e yarım saatlik yolumuz kalmıştı. Dün barut kokan sokaklar özgürlük çiçekleri açmıştı. Çünkü çocuklar hiç görmedikleri mahallerine dönmüştü. Batı’nın ulusları devletsiz, devletleri ulussuz bıraktığı, diktatörleri iktidarda tuttuğu yalancı bahar kışa yenilmiş ve Suriye’de toprağın bağrında tutamadığı tomurcuklar sahici baharla yeryüzüne fışkırmıştı.
Ve şunu anladım, biz Suriye savaşını hiç bilememişiz. 2014 yılından sonrası yok bizde.O insanların nasıl bir azabı bırakıp geldiklerine dair hiçbir fikrimiz olmamış. Gördüm. Dünya medyasının görmezden geldiği, Birleşmiş Milletler’in 2015’ten beri ölümleri raporlamayı durduğu köylerde, kasabalarda varil bombalarının vahşi izlerini gördüm. Bir değil, bin değil. Gözümün gördükleri zihnime sığmadı. Bu nedenledir ki Suriye devriminin tarihi büktüğünü anlayamıyoruz. Ancak şunu ifade edeyim; coğrafyanın kaderini düne kadar sığınmacı olan Suriyelilerin değiştirdiğini göreceğiz. Bunu yaşayacağız ve devrimin ev sahipleri olmanın haklı gururunu yaşayacağız. Tabii birbirimizi terk etmezsek… Allah korusun!
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.