Halk müziğinin en güzel bahçesi: Abdurrahman Kızılay

Kerküklü olan Türk Halk Müziği sanatçısı ve bestecisi Abdurrahman Kızılay, 2010 yılında Ankara'da yaşamını yitirdi.
Kerküklü olan Türk Halk Müziği sanatçısı ve bestecisi Abdurrahman Kızılay, 2010 yılında Ankara'da yaşamını yitirdi.

Amacı Türk müziği eğitimi alıp Kerkük’e dönmek ve burada yeni talebeler yetiştirmektir. 1960 senesinde müzik eğitimi için Türkiye’ye yerleşir.

Ortaokul yıllarında Kerkük’te herkesin “Dayı Kadir” diye bildiği bir adam değiştiriyor aslında Abdurrahman Kızılay'ın hayatını
Ortaokul yıllarında Kerkük’te herkesin “Dayı Kadir” diye bildiği bir adam değiştiriyor aslında Abdurrahman Kızılay'ın hayatını

Hoyrat; Kerkük’ün Musalla Mahallesinde doğuyor, desek yeridir. Yıl: 1940. Cüzdanına düşülen tarih: 1938.Kerküklü bir bakkalın, herkesin “Mam Ömer” dediği babanın oğlu olarak… Amcası, geniş ailesindeki müzikle uğraşan tek kişi olarak Kerkük’ün meşhur hoyrat ustalarından biri. O da amcasının izinden gidiyor.

Çocukluğundan itibaren müziğe ilgi duyuyor, Kerkük’te usta sanatçıların hoyratlarını dinleyerek büyüyor. Çocukluk yıllarından itibaren, Reşit Küle Rıza, Mustafa Kalayı, Mehmet Gülboy, Osman Tablabaş, Abdülvahit Küzecioğlu gibi ustaları dinleyerek başlayan müzik yaşamı, ilahiler, mevlit ve ezan okuyarak geçen bir çocukluğa sahne oluyor.

Ortaokul yıllarında Kerkük’te herkesin “Dayı Kadir” diye bildiği bir adam değiştiriyor aslında hayatını. “Dayı Kadir” kimdir diye soracak olanlara daha iyi anlatmak için şunu söyleyebiliriz; Kerkük’ün Fethi Gemuhluoğlu’su. Kendisi müzisyen değil ama müziği çok sevdiği için herkesin elinden tutan bir adam. Kerkük’teki birçok sanatçının yetişmesine vesile oluyor.

  • İşte bu Dayı Kadir, bir gün Kızılay’ı dinleyince “Senin sesin çok güzel, sen ud da öğren.” diyerek bir ud hediye ediyor ustamıza. O da ortaokul yıllarından itibaren ud çalmaya başlıyor.

Ud çalarak geçen günleri yolunu, hocası, ustası, ağabeyi kısaca her şeyi usta bir sanatçıyla birleştiriyor: Abdülvahit Küzecioğlu ile. Kerkük’e ilk defa mikrofon geldiğinde Kerkük Kalesi’nin içindeki Nebi Danyal Camii’nde ilk ezanı okumak da ona nasip oluyor. Ardından minareden ilahiler de okuyor. Ardından hocası Küzecioğlu ile bir düet de yapıyor. Birlikte okudukları ilk hoyrat, Muhalif Hoyratı… Derdinin bir kısmı da şöyle:

  • Dağlar yeşil boyandı / Kim yattı kim uyandı /
  • Kalbime ateş düştü / İçinde yar da yandı /
  • Su serptim ataş sönsün / Serptiğim su da yandı /
  • Aman Azrail aman / Alma canım bir zaman /
  • Gider o yara haber / Yar da yanar bir zaman…

Kerkük’e ilk mikrofonun gelişinin ardından ilk teyp de 1950’li yılların ortasında geliyor.
Kerkük’e ilk mikrofonun gelişinin ardından ilk teyp de 1950’li yılların ortasında geliyor.

Kerkük’e ilk mikrofonun gelişinin ardından ilk teyp de 1950’li yılların ortasında geliyor. Artık kayıt yapılabilecektir. O da hocasıyla birlikte Muhalif Hoyratı okur. Kısa zamanda elden ele, dilden dile ulaşır ve çok beğenilir hoyrat.

Kaydettikleri ilk bandın ardından gelen yeni kayıtlar, Kerkük’te evlerde, kahvehanelerde kulaktan kulağa yayılır. O kadar beğenilir ki Bağdat Radyosu’nda Türkmence bölümünün açılmasına kadar devam eder bu.

Günler ilerler. Güller açar. Kayıtlar dinlendikçe önce Kerkük’te sonra tüm Irak’ta şöhreti yayılır. 1958’de Ankara Radyosu’na Nida ve Neriman Tüfenkçi’nin konuğu olarak davet edilir. Ve işte hepimizin yakından bildiği, “Altın Hızma’yı ilk kez o programda okur. Okuyup söylerken müzik yaşamına oldukça yoğun bir tempoyla devam eden Kızılay, bir taraftan da müzik eğitimi alabilmenin yollarını araştırır.

  • Amacı Türk müziği eğitimi alıp Kerkük’e dönmek ve burada yeni talebeler yetiştirmektir. 1960 senesinde müzik eğitimi için Türkiye’ye yerleşir.

Kerkük, onunla nağmeleşti, tanındı ve bilindi.
Kerkük, onunla nağmeleşti, tanındı ve bilindi.

Türkiye’ye yerleşmesinden yaklaşık bir yıl önce o meşum olay yaşanır. Irak Hükümet kuvvetleri ile Barzani ailesine bağlı grupların ortaklaşa gerçekleştirdikleri bir katliama tanıklık eder tarih. “1959 Kerkük Türkmen Katliamı” ile Kerkük ve civarındaki Türkmen nüfusu aşamalı olarak sindirilmek ve yok edilmek istenince Abdurrahman Kızılay da, 1959 yılında, Türkmenlere karşı işlenen insanlık dışı katliamı, yine hoyratları ile dile getirir. Ve Kerkük şehrinin Türklüğünü büyük bir cesaretle haykırır.

İlk bestesini, kendisi gibi Kerkük’teki katliama kayıtsız kalmayan halk ozanı Mustafa Gökkaya’nın “Kerküklüyüz” adlı şiirine yapar. “Kerkük Milli Marşı” olarak hafızalarda yer eder bu çalışması. Sadece müzik üzerine yaptığı çalışmalarıyla sınırlamak mümkün değil elbette onu. O Kerkük toplumunun yaşadığı sıkıntıların dünyaya duyurulması ve Kerküklülerin milli bilince kavuşmasında da önemli bir rol üstlenmiştir. Yurt dışında verdiği konserlerle de Kerkük halkının ve Irak Türkmenlerinin yaşadığı sorunları ve varlıklarını duyurmayı başarmıştır. Abdurrahman Kızılay olmasaydı Kerkük’ü ve Irak Türkmenlerinin varlığını Türkiye hiçbir zaman bu kadar yakından bilmeyecekti belki de.

Kendisini ve çabasını en iyi anlatacak şey yine belki kendi cümleleri olacaktır. Şöyle diyecektir büyük usta: “Ben 1960’tan beri bütün her şeyimi Kerkük üzerine kurdum. Beni seyrettiyseniz televizyon programlarımda her söylediğim türkünün arasına mutlaka “Kerkük” kelimesini yerleştiriyorum. Ben eğer müziği profesyonelce yapsaydım o zaman amacımın dışına çıkmış olurdum. Amacım para kazanmak değildi.

Benim amacım Kerkük’ü tanıtmaktı. Oradaki insanların çilesini, derdini anlatmaktı. Bunun dışında profesyonel sanatçı ortamları bana göre değildi. Benim gönlüm zengin ve hiç kimseye de ihtiyacım yok Allah’a şükür.

Kerkük’ü tanıtmak benim bir vazifemdir. O toprağın bana verdiği bir görevdir. Ben o toprağın insanıyım. İnşallah bir gün benim hemşerilerim beni takdir ederler.”

Kerkük türkülerinin atasıydı o. Kerkük, onunla nağmeleşti, tanındı ve bilindi. Hoyratlar onun sesiyle hayat buldu. Altın Hızma’dan Kırmızı Gül’e, Kalenin Dibinde Taş Ben Olaydım’dan Yallah Şoför’e pek çok türkü, pek çok hoyrat onun sesiyle dünyaya kendisini duyurdu… Sonra “cümle doğan ölmüştür” hakikatini bir kez daha ispat ederek 72 yaşında, 2010 senesinde bu yorgun dünyadan çekilip gitti. Sonra: “Su serptim ateş sönsün / Serptiğim su da yandı.”