Halk tarafından karantinaya alınanlar

Bu keşif artık sadece Hintlilerin değil bütün dünyanın seyrini değiştirecekti.
Bu keşif artık sadece Hintlilerin değil bütün dünyanın seyrini değiştirecekti.

Bugün Londra’dan verilen pizza siparişini Kalküta’daki çağrı merkezinden, saati yarım dolara çalışan ve hayatını “iyi yaşama umudu”üzerinden pasifize eden genç bir delikanlı alıyorsa Warren Hastings kazanmıştır.

Vasco da Gama ve ekibi, Hindistan’a, “Hıristiyan ve Baharat” aramak üzere geldiklerini söylerler.

Vasco da Gama ve ekibi, Hindistan’a, “Hıristiyan ve Baharat” aramak üzere geldiklerini söylerler. O gemileri hareket ettiren bu söz, modern çağın yelkenlerini öyle bir şişirdi ki, zembereğinden boşalmış gibi dönüp duran pusula iğnesi “yaşamanın yönünü ölesiye” değiştirdi. Işığın yükseldiği yerin insanları, “baharat” üzerinden kaskatı bir imgeye dönüşen sömürgeciliğin, sömüren ve sömürülen arasında bir yaşam kültüne dönüştüğünü çok sonra fark edebildi. Şiddet ve onun doğal sonucu olan ölüm, “baharat” için harekete geçen vahşetin denkleminde yer bulurken, sömürünün verimi meselesinin modern çağın insanlarını top yekûn değiştirdiği gerçeği ise hayatlarımızın kıyılarına çoktan ayak basmıştı bile. Çünkü Vasco da Gama’nın aradığı diğer şey, yani Hıristiyanlar meselesi, sadece filosuna kiliseden onay almak amacı taşımıyordu ve elbette o da koruyucuları da iyi biliyordu ki Hindistan’da Hıristiyan aramak söz konusu değildi. Aradıkları aslında uzun vadeli bir sömürü verimini sağlayabilecekleri bir zemindi. Portekizlilerin ve onlardan daha sonra Hollandalıların bulamadığı Hıristiyanları İngilizler buldu. Bu keşif artık sadece Hintlilerin değil bütün dünyanın seyrini değiştirecekti.

İngilizler de önceleri selefleri olan Portekizliler ve Hollandalılar ile aynı yöntemi izlediler. Mutlak bir şiddet ve orantısız sömürü ortaya dünyanın ilk şirket-devletini çıkardı: Doğu Hindistan Şirketi. Bu İngiliz şirketinin hükmettiği topraklar Britanya adasının neredeyse üç katı idi. Uyguladıkları yöntem bir süre sonra büyük bir zenginlik kaynağının kurumasına yol açtı. Meşhur Bengal kıtlığı olarak tarihe geçen hadise milyonlarca Hintlinin ölümüne, sınırsız zannedilen kaynakların neredeyse tükenmesine sebep oldu. İşte mesele tam buradan itibaren ilginç bir zaviyeden yürümeye başlıyor.

Hayatın “henüz ölmemişlik kalıbında dondurulması”, sömürünün verimli hale dönüşmesi için şiddetin psikolojik ve kültürel alana kaydırılması İngilizlerin belki de en büyük icadı, en tahrip edici silahı olarak yeni dünyanın yeni imparatorluğunu doğurdu. Oryantalizm, kendisine muazzam bir laboratuvar bulmuş ve başına da Warren Hastings gibi Hind dilleri ve kültürünü çok iyi bilen, bu bilginin de çelikten ve baruttan daha etkili bir şekilde kullanılabileceğini düşünen bir valiyi geçirmişti. Bir mektubunda o da meseleyi şöyle özetler; “Her bilgi birikimi ve özellikle de üzerlerinde fetih hakkı üzerine temellenen bir hegemonya uyguladığımız insanlarla sosyal ilişki içerisinde elde edilen [bilgi], insanlığın kazancı olduğu için faydalıdır.” Hastings’in bahsettiği kazanç elbette insanlığın değil Doğu Hindistan Şirketi’nin kazancıydı ve bununla sınırlı kalmayacağını muhtemelen o da bilmiyordu.

Warren Hastings
Warren Hastings
Bugün Londra’dan verilen pizza siparişini Kalküta’daki çağrı merkezinden, saati yarım dolara çalışan ve hayatını “iyi yaşama umudu” üzerinden pasifize eden genç bir delikanlı alıyorsa Warren Hastings kazanmıştır.

O ve oryantalist yöntemleri çok sonraları bambaşka bir kapıyı açacaktı aslında. Kapının açıldığı yerde ise artık sömüren de sömürülen de ortak bir yaşam kültünü, yani aslında “hayatta kalma histerisini” paylaşacaktı. Artık milyonlarca Hintli ölmeyecekti fakat yaşamayacaktı da. Şiddet kendi gösterişli sahnesinden inince, yerine yaşam sahne almıyordu. Bir suret, kendisine verilen sufleyi okuyordu yalnızca. Neticede, aynı dili, aynı melez anlamı paylaşıyor, düzenli faydalanılan ve kurumaması için bakımı yapılan bir kaynağı koruyorlardı. Mağdurun elinden taşı alan bu pasifizm, o taşı kültürel bir hapishanenin temeline koyuyordu. Belki de bu yüzden Hindistan’da kazanan Gandhi olmadı uzun vadede. Bugün Londra’dan verilen pizza siparişini Kalküta’daki çağrı merkezinden, saati yarım dolara çalışan ve hayatını “iyi yaşama umudu” üzerinden pasifize eden genç bir delikanlı alıyorsa Warren Hastings kazanmıştır.

  • Peki bu kısa sömürge tarihinin ve metodolojisinin, Doğu Hindistan Şirketi’nin, hiç sömürge olmamış bizim ülkemiz ve topraklarımızla ne ilgisi var?

İlgisi şu; namlu ucundan çıkan güvercinlerin, barış parolasının, anti militarizmin sokağa iner inmez militarizme dönüşmesinin ve bütün bu imajların, eylemlerin aslında “şiddeti daha derin bir yere, daha ruhani bir alana” atmasının anlam arkeolojisi tam olarak orasıdır. Chul-Han’ın çok yerinde bir tespitle belirttiği gibi şiddetin yalnızca ağırlık noktası değişmiştir. Şiddetin, bu ülkenin özgür ve bağımsız olmasını savunma iradesinden çekilerek, meşru hakların teminatı olabilecek bütün caydırıcılıkları yok etme maksadıyla itiraz edilemeyecek güvenli bir bölgeye yerleşmesi bizim karşımıza artık sık sık çıkıyor.

Vasco da Gama’nın aradığı diğer şey, yani Hıristiyanlar meselesi, sadece filosuna kiliseden onay almak amacı taşımıyordu ve elbette o da koruyucuları da iyi biliyordu ki Hindistan’da Hıristiyan aramak söz konusu değildi.
Vasco da Gama’nın aradığı diğer şey, yani Hıristiyanlar meselesi, sadece filosuna kiliseden onay almak amacı taşımıyordu ve elbette o da koruyucuları da iyi biliyordu ki Hindistan’da Hıristiyan aramak söz konusu değildi.

Böylece şiddet, haklının değil haksızın, meşrunun değil gayri meşrunun, adilin değil zalimin, çoğunluğun değil azınlığın bir enstrümanı haline geliyor. On binlerce insanı katleden bir terör örgütünün şiddetini bir siyasal eylem olarak gösterme, buna mukabele edecek olan meşru şiddeti ise barışa tehdit olarak sunma çabasının kısa vadeli bir stratejinin sonucu olarak görmek yanlış olacaktır. Bu yüzlerce yıllık bir anlam kaymasının aktüel pratiğidir.

Bütün bunlara rağmen; Sömürge zihninin, Türkiye’de yalnızca elitlerde bir düşünce salgınına yol açması ve onlar hiç farkında olmadan halk tarafından karantinaya alınmaları ise yegâne umudumuz olarak karşımızda duruyor. Bu umuda sarılmaktan başka çaremiz yok.