Hayaller Siyon, hayatlar Gazze

Her biri üzerine yüzlerce sayfa yazı yazılabilecek bütün bu fotoğraf karelerinin dışında, 7 Ekim’den bu yana başka bir şeyi daha izledik hepimiz. Filistin halkının soylu direnişinin İsrail’i nasıl rezil rüsva ettiğini…
7 Ekim’den bu yana zihnimizde biriken binlerce fotoğraf karesi var. Hayat boyu aklımızdan çıkmayacak kareler. Mülteci kamplarındaki çadırların bile ateşe verilmesi mesela. Yazarların, şairlerin özellikle hedef alınarak öldürülmesi. Zeytin ağaçlarının ve portakal bahçelerinin ortasına düşen o bombalar. Anne babaların, evlatlarını kendi elleriyle toprağa vermesi. Çocukların, anne babalarına vedası. Halid dedenin torunu Rim’e son bakışı. Halid dedenin de şehit edilmesi. Narkozsuz ameliyat yapan ve yaralıların tedavisi için ilaç bulamayan doktorların hastane kapısının önünde söyledikleri o şarkı. Sawfa nabqa huna… Yani, “burada kalacağız…”
Ve her biri üzerine yüzlerce sayfa yazı yazılabilecek bütün bu fotoğraf karelerinin dışında, 7 Ekim’den bu yana başka bir şeyi daha izledik hepimiz. Filistin halkının soylu direnişinin İsrail’i nasıl rezil rüsva ettiğini… Kuruldukları günden bu yana dünyaya vermek istedikleri o mutlak güç imgesinin nasıl yerle bir olduğunu… Yenilmezlik mitlerinin nasıl da ellerinden kayıp gittiğini… Aklını kaçıran ya da depresyon ilacı kullanan İsrail vatandaşlarının sayısının nasıl arttığını… Filistin halkı her şeye rağmen ayakta duruyorken, onların avuç dolusu sinir ilacı içerek nasıl ayakta kalmaya çalıştığını… Şimdiye kadar savaşı hep dışarıda sürdürmeye çalışıyorken, nasıl da kalplerinin tam orta yerine bir kurşun yedikleri izledik…
7 Ekim’den bu yana sadece Filistin halkına dair fotoğraf karelerini görmedik. Bir direnişçi olarak dünyaya gelen ve böyle yetişen Filistinli gençlerin, dünyanın en büyük devletlerini arkasına alan İsrail’in oyun kurma tekelini nasıl elinden aldığını gördük aynı zamanda. Kimi Batı Şeria’da, kimi Gazze’de, kimiyse Filistin’in başka bir yerindeki mülteci kamplarında doğan o çocukların, biraz büyüdükleri vakit, dünyanın en güçlü istihbarat örgütlerinin, silah sanayilerinin, bilmem nelerinin planlarını boşa düşürdüğünü gördük… En yüksek güvenlik önlemleriyle donatılmış binaların kapalı kapıları arkasında kurulan stratejilerin, her rüzgârda yerinden oynayan derme çatma çadırlarda bozulduğunu… Çamurlara bata çıka yürüyerek edilen duaların, bilmem ne street’te son sürat giden lüks otomobiller içerisinde yapılan planları yerle bir ettiğini gördük.
Bizler o fotoğraf kareleriyle, Filistin halkının acılarına şahitlik etmedik sadece. İsrail’in, o cehennemin dibine batası tarihi boyunca ilk kez nasıl da kaybetmeye başladığına şahitlik ettik. Siyonizm’in nasıl da çatır çatır çöküşe geçtiğine… Şimdiye kadar anlattıkları tüm masalların, havası sönmüş birer balon gibi nasıl da söndüğüne, sönüp de rahatsız edici bir plastik parçası haline geldiğine… Kasıla kasıla ortalarda gezen genelkurmay başkanlarının, komutanlarının falan nasıl da ellerini kollarını nereye koyacağını bilemeyen şapşallara döndüğüne… Yiğitliğe bok sürdürmemeye çalışırken girdikleri garip hallere, gözlerinin içindeki korku dolu bakışlara ve ağızlarının kenarındaki eğreti gülümseye şahitlik ettik…
Ve 7 Ekim’den bu yana yalnızca Filistinli erkeklere, kadınlara ve çocuklara dair fotoğraf karelerini izlemedik. Dünyanın her yerinden milyonlarca insanı izledik bir yandan da. Batı meydanlarını dolduran kalabalıkları, New(Jew)York ya da Londra gibi şehirlerdeki metro istasyonlarını basarak Filistin şarkıları söyleyen gençleri… Siyonizm’in maskesinin nasıl da düştüğünü, düşüp de dünya halklarının ayaklarının altında ezildiğini… Senelerdir çektikleri bunca yüksek bütçeli filmin, pek çok insanın gözünde artık anlamını yitirdiğini… Harcadıkları bunca paranın ve yaptıkları bunca propagandanın önemli bir kısmının çöpe gittiğini… Varlıklarının şimdiye kadar hiç olmadığı kadar sorgulandığını… Yani uyuyanların uyanmaya başladığını... Onların ise sahnenin ortasında, ezberini unutmuş oyuncu gibi kalakaldıklarını, ıslıklandıklarını, yuhalandıklarını ve rezil rüsva olduklarını... Ve öfkeyle salonu terk eden seyircilerin, vergilerimiz bunlara mı gidiyor diye haykırarak, devletlerinden bilet paralarını geri istediklerini izledik.
Bizler, onların yıkılan hayallerini, Filistin halkının ise görkemli zaferini gördük. Tarihe geçecek o muazzam fotoğraf karelerinin karşısında, buruşuk bir mendil gibi çöpe atıldıklarını… Filistin halkından geriye, nesiller boyu anlatılacak binlerce hikâye kalacakken, onların ise yalanları dışında anlatacak bir şeyleri kalmadığını… Hakikatle bağlarının tamamen koptuğunu… Büyük bir iç hesaplaşmasının orta yerine düştüklerini ve akvaryumdaki balıklar gibi ne tarafa yüzerlerse yüzsünler, birbirlerinden kaçamayacaklarını… Ve eninde sonunda birbirlerinin kuyruklarını ısırmaya başlayacaklarını gördük.