İhsan Oktay Anar: Puslu kıtalar atlası

Arşiv
Arşiv

Puslu Kıtalar Atlası, kendine has kurmaca evreni sayesinde, dış gerçeklikten bütünüyle kopmadan okuru metnin içine çeker.

Roman okuru, dünyanın en sabır gerektiren işini yapar. Kelimeleri cümlelere, cümleleri paragraflara, paragrafları sayfalara, sayfaları da romanın bütününe doğru okurken sanki dozunu belli bir düzende alan bir müptelaya benzer. Okur, romanın anlatısını zihninde inşa eder. Bu yeni evren “kurmaca çekirdek” sayesinde oluşur. Okur kendini dış gerçeklikten uzaklaştıran eserleri daha çok sever. Bu yüzden neredeyse bütün sıkı romanlar, dış gerçekliği taklit edip onu kendi anlam evreninde yeni bakış açıları, benzerlik ve karşıtlıklarla derinleştirir. İşlenmiş bir edebiyat eserini, söz yığınından ayıran temel yön de burada gizlidir. Okur, önce kelimeleri görür ama bunları anlamlı hale getirdiği yer onun zihnidir. Tam da bu sebepten roman okumak belli bir süre kurmaca metinle özdeşleşmek anlamına gelir. Ve her türden özdeşleşmede yan etkileri de asla gözden uzak tutmamak gerekir.

Romanların kendilerine has bir ritmi, doğası ve sistemi vardır. Bunların kiminde büyük meseleler kiminde ise anlaşıldığında insanı olgunlaştıran yönler bulunur. Kurmaca evrenin içi, dış dünyadan getirilen elementlerle doldurulur, orada bu sayede başka küçük oyun alanları oluşturulur. Romanlar, bu yapı elemanlarıyla bir oyun düzeneğini taklit ederler. Oyun, özellikle böyle romanların insanı farklı bir yere çeken yönüdür. Postmodern romanların hem dil hem kurgu hem gerçeklikle oyunlar oynamasının ardında okurun parçalanan anlam dünyasının yansımaları vardır.

Puslu Kıtalar Atlası, kendine has kurmaca evreni sayesinde, dış gerçeklikten bütünüyle kopmadan okuru metnin içine çeker. Kurmaca bir atlası andıran romanlar, okura yeryüzü şekillerinin insanla bir araya geldiğinde nasıl farklı anlamlara sahip olabileceğini gösterir. İhsan Oktay Anar’ın kurmaca atlası, bu yüzden puslu kıtalarla çevrilidir. Onun topoğrafyası; “zaman”, “ölüm”, “ölümsüzlük”, “insan olmanın anlamlarıyla” tıka basa doludur. Romanın gerçek ve hayal arasında gidiş gelişleri, gerçekliğin yaratılmasında onu farklı bir yere yükseltir. Romanın ilmeklerinde bilim ve teknikle birlikte kadim bilgi, zaman ve rüyalar dokunur. O ilmeklerin birkaçına şimdi değinmenin vaktidir.

Siyah para

Romanın en ilginç nesnesidir. Mat, zifiri siyah ve mıknatıslıdır. Bünyamin, onu lağım kazarken bulur. Kötücüllüğün sembolü olan Ebrehe ise ona muhtaçtır. Paranın peşinde ilerleyen bölümler, anlatıyı birbirine bağlar. Bu güzergahta eski bilimsel ve kadim bilgi, yorumlar ile rüyalar iç içe geçer. Romanın puslu atlasında gerçek ve hayalin böyle bir potada eritilmesi okurun kararsızlığını da tetikler.

Kurmaca evrende okur için bırakılan her iz kolayca sürülemez. İz sürücüler, bilgelikleri ve sıradışı tecrübeleriyle insanı bir yol üzerinde tuttuklarından değerlidirler. Farklı bir iz sürücü olan Ebrehe, “boşluk”la doldurulmuş ve bu sayede evrenin yaratılış anlarına şahitlik etmiş olan “büyülü” parayı arar. Ebrehe, zaman mefhumuna kafayı takmış bir akademisyeni andırır. Anar’ın doktora tezi de tesadüfe bakın ki “zaman” kavramıyla ilgilidir.

Ebrehe, bir otodidakt olarak kendi kendini yetiştirir. Meraklı ve dikkatlidir. İnancını kaybetmiştir. Sadece kendisi için tasarladığı bir dünya arzular. Ona ulaşmak bir sabit fikir gibi bütün hayatını etkiler. Neşesini kaybeder. Bulmak istediği şey yavaş yavaş onun mezarını hazırlar. Yana yakıla aradığı nesne, boşluğu yaratıp zamanın normal akışını kendisi için değiştirebilecek bir güce sahiptir. Onun sayesinde zaman makinesi ışık hızına ulaşarak “karşı hareketi” yaratabilecektir.

Siyah para, boşlukla doludur. Onun ilk ortaya çıkışı, romanda bir Frenk tarikati olan Virtus Vacui’yle bağlantılıdır. Bu gizemli tarikat, “boşluğa tapmalarıyla” bilinirler. Yaratılmamış olanın, yani boşluğun gücünü gören insanlar, bir yaratıcının ötesini ararlar. Ebrehe gibi onu bulmaya çalışırlar. Eğer oraya ulaşacak kadar imkânları yoksa kestirmeden onun kendileri olduklarına inanırlar. Romanda bu gizemli tarikatı kızdıran bir kişiden de bahsedilir. Boşluğu bir tapınma eyleminden kurtarıp onu sıradanlaştırdığı, gizemi çözdüğü için Fon Grike’ye (Otto von Guericke) kızgındırlar. Onun yaptığı bir deney sayesinde (Madgeburg Deneyi) “boşluk”, insanın içine korku ve ümitlerini akıttığı simsiyah bir “sonsuzluk imgesi” olmaktan çıkar.

Romanın yayımlanmasından sonra ortaya çıkan yeni bilimsel gelişmelerle siyah para arasında da bağlantı kurulabilir. O, bir “antimadde” yahut “Tanrı maddesi” olarak adlandırılır. Aynı zamanda o, Büyük Hadron Çarpıştırıcısı deneyinde dünyada kocaman bir boşluk yaratarak kürenin sonunu getireceğinden endişe edilen güçlü bir nesnedir.

Siyah para, Ebrehe’nin “mahşer”den, romanda geçtiği şekliyle “Büyük Toplantı” dan kaçış kapısıdır. Kurduğu topaç düzeneğine yerleştireceği “antimadde” ye benzeyen nesne sayesinde hız o kadar artacaktır ki onun içine binen insan, evrendeki hızdan kendini kurtarabilecek, bu sayede de zamanın dışına çıkabildiğinden ölmeyecektir asla. Ebrehe’nin ölüm korkusu, siyah para etrafında kendine gizemli bir çevre örmesine sebep olur. Zamanın geçiciliğine karşı insanın öleceğini bilmesi ve onu engelleyememesi onun var oluşuna vurulan bir varlık mührüdür.

Topaç

Bünyamin, Ebrehe’yi ölümden kurtardıktan sonra yavaş yavaş da olsa onu tanımaya başlar. Ebrehe, tanıdığı hiçbir insana benzemediğinden onun niyetleri de kendisi için kestirilemezdir. Siyah paranın peşi sıra ilerleyen akış, Ebrehe’nin büyük sondan kurtuluşuna doğru yönelir. Bünyamin, “barutun patlamasıyla harekete geçen bir çark sistemiyle döndürülebilen ve yüksekliği üç kulaç olan topacın” ne işe yaradığını önce anlamaz. Ebrehe de ona topacın “karşı hareketi” yaratmak amacıyla tasarlandığını ve aletin harekete geçmesi için de siyah paradan gelen boşluğa ihtiyacının olduğunu anlatır. Fizik ile ilgili bütün bu açıklamalar, yeryüzünde kendi günahları sebebiyle cehenneme gideceğinden emin olan birinin hayalleridir. Zamanın dışına çıkarak sadece kendisi için “Büyük Son”dan kaçmayı hesap eden bir bilinç ancak ve ancak kötüdür. Ve o, İslam inancına göre tövbe kapıları ardına kadar açık olan bir geri dönüş imkânının var olduğunu asla düşünemeyecek kadar da kördür. Topaç, yaratıcıya kafa tutmanın teknolojik bir simgesidir. Evrenin yaratıcısından kaçarak kendini her şeyin üzerinde “tekrar yaratmak”, işte budur Ebrehe’nin büyük arzusu.

Kehanet aynası

Romanın bilimsel yönünü öne çıkaran makinelerden bir diğeri de kehanet aynasıdır. Zaman mefhumu üzerinde dönüp dolanan anlatı, onun varlığıyla okura daha da gizemli bir sanal evren sunar. Bu aletin kehanetleriyle Ebrehe’yi etkilemesi, anlatının oyunla genişleyen yapısına güzel bir örnektir. Aletin gizemli bir oyuna benzeyen sistemini okur zihninde görebilir. Osmanlı’nın düşmanları tarafından icat edildiğini bildiğimiz alet, aslında padişahı sahte bir Mehdi ile kandırmak amacıyla tasarlanmıştır. Hristiyanlar, savaşla yenemedikleri Osmanlı’yı bir kumpasla ele geçirmek için bu aynayı icat ederler. Onun kehanetlerine inanmalarını sağlamak için de bu bilinçli yalanı uzun yıllar ısrarla sürdürürler.

Bir müjdeci ve insanları uyarıcı olarak Mehdi’nin dünyaya gelmesi, kıyametin yaklaşmasının en büyük habercisidir. Ebrehe ise kendi küçük kıyametinin kopmasından endişelendiğinden, bir zaman makinesi yapma fikrine saplanır kalır. Onu inşa edebilmek için de kadim bilginin önemli metinlerini ve ipe sapa gelmez birçok şeyi de bulması ve okuması gerekir. Bu şiddetli istek, onun büyük trajedisini ortaya çıkarır. Hayatını bu hayal sebebiyle heba eder. Onun belki de en acınası isteği, bir tanrı gibi yeryüzünde mutlak iktidara sahip olma arzusudur. Bilgiye duyduğu arzunun ana yakıtı bu idealidir. Ebrehe, bu yönüyle sadece kendi için bir evren yaratmaya çalışan kötücül, şehvetli, zalim bir modern bireye de benzer.