İki kader iki hayat: Dürüstçe bir hata

Pablo Escobar 27 yaşındayken 15 yaşındaki Maria Victoria Henao ile evlendi.
Pablo Escobar 27 yaşındayken 15 yaşındaki Maria Victoria Henao ile evlendi.

Bu böyledir, bütün diktatörlerin, baronların, faşist generallerin ve mafya babalarının hayatlarında vazgeçemedikleri çok ilginç hobileri olur hep. Pablo’nun da en önemli hobisi futboldu. Hem parasını, hem de ruhunu aklıyordu futbolla. Milli takım kaptanı Andres Escobar, aynı soyadını taşıdığı ama hiçbir akrabalık bağının -zihnî akrabalık dahil- bulunmadığı Pablo Esbobar’la mecburen aynı yolda yürüyordu.

"Dürüstçe bir hataydı."

(Andres Escobar)

  • "Bütün imparatorluklar kan ve ateş ile yaratılmıştır."
  • (Pablo Escobar)

94’ün yazı, ortaokula gidiyorum, artık kravatlı bir öğrenciyim yani, gözüm yükseklerde değil ama havam oldukça yerinde. Bilye oyunundan sporcu kartlarına geçiş mevsimini idrak ediyoruz mahallede. Hayat orta şekerli. Pek tabi maçlar açık kanalda belediye anteniyle şifresiz, gazozlar lezzetli ve kızlar çok utangaç. Kırmızı atkı da -artık niyeyse- çılgınca moda.

Gökyüzüne açılan kadim bir kapıyı andıran İzmir’deki evimizin devasa balkonundaki kanepede -akşam serinliğine sırtımızı dayamış bir şekilde- aile dostumuz Halis abiyle oturmuş laflıyoruz, 94 yılına dair aklımda kalan en net fotoğraf bu. Ağustos böceklerinin mini konseri eşliğinde devam eden balkondaki bu hal-hatır sorma faslının Rumen futbol yıldızı George Hagi menzilinde ilerleyen hararetli bir sohbete dönüşebilmesinin gerekçeleri hakkında herhangi bir fikrim yok. Futbol konuşmak için bir gerekçeye de ihtiyaç yok aslında. Halis abi benden daha hararetli; “40 metreden gol mü atılır arkadaş, o nasıl şut çekmek öyle be, hey yavrum Karpatların Maradonası işte’’ türündeki hayranlık cümlelerini arka arkaya sıralıyor, Hagi seri çalımlarla orta sahadan çıkarak balkonumuza teşrif etti-edecek sanki. Jeneriklik goller hayal ediyoruz, dolunay bir stadyum gibi üstümüzde duruyor, ağustos böcekleri hiç susmuyor. Halis abiyle o gece net olarak anladığımız şey şu; ikimiz de Hagi’ye fena halde meftunuz. Tabi coğrafi olarak Karpatlar ne tarafa düşüyor, ondan pek emin değiliz. O kısmı usulca geçiyoruz zaten.

Escobar'ın hayatı 2 Aralık 1993 (44 yaşında) son buldu.
Escobar'ın hayatı 2 Aralık 1993 (44 yaşında) son buldu.

94’ün yazı, bir balkondan dünyaya doğru bakıyorum,

babası RP’ye oy vermiş bir çocuk değilim, Türküm, doğruyum, yer yer çalışkanım da ve artık lacivert bir kravata sahibim. Memleket uğursuz günlerden geçiyor, ben bir balkon ferahlığındayım, üstelik Dünya Kupası’nın başlamasına çok az kalmış. Türkiye epeydir olduğu gibi, yine ortalarda yok, ülke olarak hepimiz fahri Brezilyalıyız, ben ve Halis abi hariç. Biz Hagi sebebiyle Romanya tarafında çoktan saf tutmuştuk bile. Balkan havası çalıyordu kalbimizde. Hagi Cioran’dan daha heyecan vericiydi kesinlikle. İki Rumen filozof. Elbette ki tercihimiz Hagi’den yana.

Kolombiyalı yazar Gabriel Márquez’in; ’’Kişiliğinin en tedirgin edici ve yıkıcı yanı, iyiyle kötü arasında ayrım yapabilecek kadar hoşgörüden tümüyle yoksun oluşuydu’’ sözleriyle tanımladığı dünyaca ünlü kokain baronu Pablo Escobar, yönettiği uyuşturucu karteliyle Kolombiya’nın imajını yerle bir etmiş bir suç makinesiydi.

Bir önceki kupa, yani İtalya 90, Roberto Baggio’nun kaçırdığı penaltı ve Kamerunlu yaşayan efsane Roger Milla’nın sevinçleriyle hafızalarımıza kazınmıştı. Amerika-94’ten akıllarda kalacak vakalar ise; Salenko’nun gol kralı olması, ileri uçtaki hep yalnız adamımız Amokachi’nin Nijerya formasıyla efsane Milla’nın yerini doldurması, Maradona’nın bu kupayla birlikte yeniden futbola dönecek olması ve onun Karpatlar şubesi sayılan Hagi’nin şahane performansı… Tabi bir şey daha; sağ kanattan gelen bir topa koyduğu ayağıyla kendi kalesine talihsiz bir gol atan Kolombiya Milli Takımı kaptanı Andres Escobar’ın o anda pek de önemsemediğimiz -sonrasında hayatına mal olacak- o meşum ‘hata’sı.

Andres Escobar’ın bizim evin balkonundan pek görünmeyen hikayesi, Kolombiya’nın kupadan elenmesinin ardından döndüğü ülkesinde bir bar çıkışında kurşun yağmuruna tutularak sonlanan hayatının trajikliğini de içeriyordu, fazlasıyla dramatikti yaşananlar. Andres’nin ölüm ‘haberini’ bir gazetede yüksek sesle okumuştum. Evet, Amerika-94’ün sıradan bir hata’sı kupadan bile daha önemli bir finalle neticelenmişti.

Pablo Escobar yaşasaydı, Andres Escobar ölmezdi!

Kolombiyalı yazar Gabriel Márquez’in; ’’Kişiliğinin en tedirgin edici ve yıkıcı yanı, iyiyle kötü arasında ayrım yapabilecek kadar hoşgörüden tümüyle yoksun oluşuydu’’ sözleriyle tanımladığı dünyaca ünlü kokain baronu Pablo Escobar, yönettiği uyuşturucu karteliyle Kolombiya’nın imajını yerle bir etmiş bir suç makinesiydi. Forbes dergisine göre dünyanın en zengin 7. adamı olan Pablo’nun, ardında bıraktığı yüzlerce cinayete ve yüz kızartıcı kirli işlerine rağmen yoksul Kolombiya gettolarının Robin Hood’u olarak nam salmış olmasının Güney Amerika’ya özel bazı haklı gerekçeleri vardı. Siyasetçilerin görmediği/görmek istemediği ‘ötekiler’i o görüyor ve elini yoksul halka uzatarak umutlarını yitirmiş gettoların kalplerini kazanıyordu; Pablo’nun, galiba en büyük numarası da buydu. Umut ve ekmek parolasının geçerliliğini keşfetmişti, yoksulları tanıyordu. Geçtiğimiz günlerde IŞİD’i yok etmekle tehdit ederek gündeme gelen yeniçağın Pablo Escobar’ı, “Bücür” (El Chapo) lakaplı Meksikalı firari uyuşturucu baronu Guzman da, Meksika gettolarında sevilen bir isimdir mesela. Post-modern çağın katil/kurtarıcı algısı ya da yanlış kahramanlar bahsi, ikisi de münasip bu denkleme.

 Milli takım kaptanı Andres Escobar, aynı soyadını taşıdığı ama hiçbir akrabalık bağının -zihnî akrabalık dâhil- bulunmadığı Pablo Esbobar’la mecburen aynı yolda yürüyordu.
Milli takım kaptanı Andres Escobar, aynı soyadını taşıdığı ama hiçbir akrabalık bağının -zihnî akrabalık dâhil- bulunmadığı Pablo Esbobar’la mecburen aynı yolda yürüyordu.

Bu böyledir, bütün diktatörlerin, baronların, faşist generallerin ve mafya babalarının hayatlarında vazgeçemedikleri çok ilginç hobileri olur hep. Pablo’nun da en önemli hobisi futboldu. Hem parasını, hem de ruhunu aklıyordu futbolla. Milli takım kaptanı Andres Escobar, aynı soyadını taşıdığı ama hiçbir akrabalık bağının -zihnî akrabalık dâhil- bulunmadığı Pablo Esbobar’la mecburen aynı yolda yürüyordu. Andres, Pablo’nun başkanlığını yaptığı Atlético Nacional kulübünün sözleşmeli oyuncusuydu ve durumunun farkındaydı. Kolombiya’nın gerçekleri oldukça sertti. Ama yine de kulüp başkanıyla ilişkilerini sınırlı tutmaya ve temiz kalmaya çabalıyordu. Genç ve umut vadeden bir isimdi. Milan’a transferi konuşuluyordu. Diğer oyunculardan farklıydı.

Pablo Escobar'ın kimliği.
Pablo Escobar'ın kimliği.

Kolombiya için fırtınalı günler başlamıştı

Pablo, Aralık 1993’te CIA destekli bir operasyonla -Amerika için artık kullanışlı değildi öldürüldü. Cenazesini binlerce yoksul Kolombiyalı omuzladı, arkasından çok gözyaşı döküldü ve ağıtlar söylendi. Dünya Kupası’nın başlamasına 7 ay kalmıştı. Suç dünyasının en azılı firari baronunun imha edilmesinin ardından, Amerika’da düzenlenecek bu önemli turnuvaya katılacak Milli Takım, ülkenin dağılan imajını futbol yoluyla düzeltmek, ulusal onuru korumak ve Kolombiya’yı temize çıkarmak gibi saiklerle; bir enstrüman, imkan ve umut olarak görülüyordu halk tarafından. Amerika-94 Kolombiya için bir başka şeref mücadelesiydi artık. Ama Pablo Escobar’ın öldürülmesi uyuşturucu kartellerinin belini kırmaktan ziyade, kanunsuzluğun artmasına, otorite zaafının doğmasına ve ülkede işlerin daha da çığırından çıkmasına sebep olmuştu. Baş edilmesi daha güç sorunlarla birlikte, yüzlerce Küçük Pablo vardı artık sokaklarda. Escobar’ın sahte devleti yıkılınca, asıl devletin bütün güçsüzlüğü ortaya çıkmıştı.

  • Kolombiya Milli Takımı, bir ülkenin umudu olarak Amerika’ya uğurlanmıştı, tüm gözler üzerlerindeydi. Elemelerde önlerine gelen herkesi ezerek yenmişler, Pele tarafından kupanın favorisi ilan edilmişlerdi. Formda ve ışıltılı bir görüntü çiziyorlardı.

Her şey yolundaydı. Amerika’da işler hiç de umdukları gibi gitmedi ama. Turnuvaya, Romanya maçını kaybederek başlayan Kolombiya’nın bu maçtaki ipini, Cordoba’nın “özel efekt gibiydi” ifadesini kullandığı 35 metre-sol çaprazdan attığı golle -bizim evin balkonunu da selamlayarak- maestro Hagi çekmişti.

22 Haziran 1994’teki ikinci maçta ise kendi kalesine gol atan Andres Escobar’ın ‘hata’sıyla Amerika’ya yenilerek kupaya veda etmek zorunda kalan Kolombiya, sürpriz bir şekilde eve erken dönüş bileti alarak herkesi şaşırtmıştı. Andres Escobar, Kolombiya’nın elenmesine yol açan bu dürüstçe hata’nın travmasını ülkesine döndükten hemen sonra arkadaşlarının ısrarıyla bir gazetede şu sözlerle anlatacaktı; "Ne kadar zor olursa olsun yeniden ayağa kalkmalıyız. Her şeye rağmen aramızdaki saygıyı koruyalım. Hepinizi en samimi duygularımla kucaklıyorum. En inanılmaz ve olağan dışı deneyimim bu oldu. Çok yakında yeniden görüşeceğimizden emin olabilirseniz. Çünkü hayat burada sona ermez, yolumuza devam etmeliyiz"

Andres Escobar, o golün tekrarını bir daha hiç seyretmedi. İlk hatası ve kariyerinde kendi kalesine attığı tek goldü bu.

27 yaşında parlak bir savunma oyuncusuydu. Futbol kamuoyunda El Caballero del Futbol /Futbolun Centilmeni olarak tanınıyordu. Bir bar çıkışı yanına yaklaşarak attığın gol içim teşekkür ederiz diye bağırdı taraftar kisveli bir-kaç kartel üyesi. Dürüstçe bir hataydı diye karşılık verdi onlara Andres. Üzerine bir şarjör mermi boşaltarak uzaklaştılar olay yerinden. Pablo Escobar’ı öldürenler, Andres Escobar’ı da öldürmüşlerdi. Andres’in hikâyesi o bar çıkışında bitti. Ama Güney Amerika’nın ve Kolombiya’nın hikâyesi hala devam ediyor.

 Pablo Escobar’ı öldürenler, Andres Escobar’ı da öldürmüşlerdi.
Pablo Escobar’ı öldürenler, Andres Escobar’ı da öldürmüşlerdi.

İki Escobar’ın kaderlerini birbirine bağlayan ‘meseleleri’ odağına alan Zimbalist Kardeşler, ödüllü belgeselleri ‘’The Two Escobars’ ile yoksulluk, umut, futbol, mafya, bahis, getto, insan, ekmek, onur, devlet ve gecekondu kavramlarını kapsayan derin bir sosyolojiyi Güney Amerika’nın sert gerçekleri üzerinden anlatmayı başararak izlenmeye değer önemli bir iş ortaya koymuşlardı. Shakira’nın kıvrak danslarının dışında kalan Kolombiya’yı,

kaleci Higuita’nın arka ayaklarıyla yaptığı o jeneriklik kurtarışından ya da Valderrama’nın karizmatik sarı saçlarından değil de, hakkıyla ‘tam kalbinden’ görmek isterseniz şayet, Amerikan ağızlı National Geographic propagandası yerine, tarafsız bir göz, ahlak ve açıyla çekilmiş bu şahane belgesele bakmanız gerekecek.

Not: Andres Escobar’ın hatırasını ve bir uyuşturucu kaçakçısı niye sevilir’in cevabını aynı anda görebilmek için; The Two Escobars.