İnsan icadı ahlâkların, insan icadı yalanları ve yalan icadı insanları

Masumiyetin gerçeğidir yalan. Kötü niyetle söylenebilecek yalandan daha masum olamayan insanın gerçeğidir.
Masumiyetin gerçeğidir yalan. Kötü niyetle söylenebilecek yalandan daha masum olamayan insanın gerçeğidir.

Yalan, bu soruların testidir. Çocuk, yalan söyler ve anne inanırsa annesi büyücü değildir artık, zihin okuyamıyordur! Böylelikle yalan, ayrışmaya, bireyselleşmeye ve egonun oluşmasına hizmet etmiş olur. Çocuk, her şeyi bilen- gören ebeveyni kaybeder.

Banka veznesindeki memura: "Hesabımda sekiz yüz dolar vardı" dedi adam. "Sistemimizde üç yüz dolar görünüyor, bir hata olmuş olmalı, çok özür diliyoruz, buyurun" dedi kadın. Kitaplar ve filmler hep birer ikişer cümlenin açılımı gibidir. O sahneyi hayal etsem bu filmi ben de çekerdim, o cümleyi bulsam bu kitabı ben de yazardım gibi hissedersin. İşte bu cümle o cümle. Bu sahne o sahne. "Yalanın İcadı" filminde, yalanın henüz icat edilmediği günlerde Mark Bellison, önce yalanı, sonra diğer kalan dünyadaki bu "masumiyeti" fark eder. Berbat bir senarist olan bu zavallı, şişman, çirkin, çaptan düşmüş yazar, her sabah uyandığında bunları yüzüne söyleyen insanların arasındadır ve bundan kurtulmanın bir yolu olabileceği hayalini kurar. Arkasından söyleseler keşke diye düşünür. O henüz bilmiyordur ama yalan nede zarif bir yaşama biçimidir. Çünkü yalanın olmadığı dünya, teoride "ideal insan" tanımı zannedilen, düz ve dürüst bireylerden kurulu bir ütopyayken; pratikte, oldukça acımasız bir distopyadır.

Savunmuyorum, ispatlıyorum; yalan olmadan ikimiz de mutsuzuz, ikiniz de ikisi de... Psikiyatrideki en önemli olgulardan en gerçek mekanizmalardan ya da iletişim tarzlarından biri olduğu söylenir "yalan" için. İnsan icadıdır! "Aldatma" mesela; pek çok hayvanda vardır, fakat aldatma kavramı, insanda zekâ ile hemhâl olup "yalan" hâlini alır. Hayvan sadece aldatır. İnsan aldatır, saklar ve yalan söyler. Buna karşılık hem psikoloji hem psikiyatri gibi insanı konu alan bilimler içerisinde, yalana, nadiren değinilmiş olmasının muhtemel sebebi ise renklerinden kaynaklı olmasıdır. Açık renkler; Helene Deutsch'in, "Hemen hemen herkes, doğruluğu sevmesine karşın, zaman zaman ufak tefek saptırmalarda bulunabilir" dediği; sıkıntıdan saçlarının beyazladığı bir yemekte ev sahibine söylediğin, her şeyin ne derece güzel olduğu yalanına karşılık gelir. Yüzde doksan dokuzluk bölümü işgal eder. Koyu renkler; Selling'in, patolojik olarak tanımladığı, "durumsal olmayan, bilinçsiz motivasyonlarla gelişen, kompulsif ve fantastik, yalan söyleyenin kendisini yıktığı" yalanlara karşılık gelir ve yüzde birlik dilimdir.

Bu ayırım yalanların sahiplerini sıradan insanlar ve "hasta" olanlar olarak ayrıştırır diye düşünürsek -ki ayrıştırır-, yalanlar, söyleyenlerini de renklerle tanımlarlar denilebilir. Açık renkli olan bireyler daha ihtiyaç sahibidirler. "Yalanın rengi mi olurmuş yalan yalandır" diyenler de dahil olmak üzere, beş yaş sonrası herkesi kapsar. Koyu renklerde ise zaten yalan tek sorun değildir. Psikolojinin veya psikiyatrinin alanında, yalanın, tek başına gerekli yeri işgal etmiyor görünmesinin kaynağı da belki burada aranmalı. Birinci grup, yeme, içme gibi bir insan rutiniyken; ikincisinde yalan, hiçbir zaman tek başına yer almıyor. Başka bir bozukluğu destekliyor, oluşturuyor veya gizliyor. Antisosyal, histrionik, narsisistik, borderline ve kompulsif kişilik bozukluklarıyla kol kola dolaşıyor. Örneğin, kendi değersiz yanını veya suçunu karşıya yükleyerek kendisi ile yüzleşmeyen narsist kişilik bozukluğu, o yalanı her uyandığında yeniden yaratabilecek güçte bir kafa ile yaşasa da omuzlarında, tanımlı olan problemin adı başka oluyor.

İşte bu yüzden, anormal EEG bulguları, lüzumundan yüksek sözel performans IQ değerleri, kafa travması öyküleri ve kişilik bozukluklarına hiç girmeden ilerlendiğinde "yalan" su gibi bir şey olur ve bir çocuk bile ancak yalan söyleyebildiğinde büyür: "Egomun sınırı ne? Diğerinin egosu nerede başlar? Ben var mıyım yoksa annemin bir uzantısı mıyım? Peki annem aklımdan geçenleri okuyabilir mi?" Yalan, bu soruların testidir. Çocuk, yalan söyler ve anne inanırsa annesi büyücü değildir artık, zihin okuyamıyordur! Böylelikle yalan, ayrışmaya, bireyselleşmeye ve egonun oluşmasına hizmet etmiş olur. Çocuk, her şeyi bilen- gören ebeveyni kaybeder. Artık kendisini, kendisi kontrol etmek zorundadır. Daha doğrusu her şeyi gören egosu/süperegosu vardır artık. Bireydir! Tanımlıdır.

"Aldatma" mesela; pek çok hayvanda vardır, fakat aldatma kavramı, insanda zekâ ile hemhâl olup "yalan" hâlini alır. Hayvan sadece aldatır. İnsan aldatır, saklar ve yalan söyler.

Yalanın rengi mi olur? Olur! Birey olma yolun bile, yalan söyleyebildiğin yeterlilikten geçiyorsa, olur. Agresif ve savunmacı yalanlar, beyaz ve fedakârca yalanlar, normal ya da patolojik yalanlar... Masum amaçlardan, bilinç içermeyen tehlikeli hasarlara doğru sıralanan, "yalan olmasa mutsuzluktan geberirdik" gerçeğini de kuyruğunda sürükleyen, kuyruklu yalanlar! Mark, işte bu mutsuzluğunun karşılığında, "böyle de olabilir", "insanlar bu kadar kırıcı olmayabilirler" şeklinde hissettiği duygunun ilk deneme fiilini, olabilecek en efektif alanda, bir banka veznesinde deniyor. Öyle bir gerçeklikte yalan söylemeyi keşfediyor ki "aaa pardon bir yanlışlık olmuş olmalı, hemen paranızı veriyoruz" deyip, hakkı olandan çok fazlasını sayıveriyorlar eline. Sadece bir kişinin yalan söylemeyi bildiği bir dünya oluşuyor oracıkta. Mark bu dünyanın kralı da olabilirdi, Tanrı'sı da... O ise sadece, "yakışıklı" bir adam olarak, mütevazı bir düzeyde mutlu yaşamayı seçmek istedi ve fırsatları değerlendirmeye başladı. Ta ki annesine, öldükten sonra neler olacağına dair anlattığı motive edici cümlelere kadar.

Kendisinin yalanla kavuştuğu mutlu anlara, annesinin son anlarını da katabilirdi. Belirsizlik ne korkunç bir ölme biçimiydi, bu belirsizliği giderebilirdi, bu çok iyi niyetliydi. Ona cenneti anlattı ve "geleceği gören adam'' oldu. Kimse yalan söylediğini düşünmedi çünkü kimse yalanın ne olduğunu bilmiyordu. Dinler! Filmi izleyen herkesin o an, yazıyı okuyan herkesin tam şimdi aklına geldiği gibi; dinler böyle başlamış olabilir miydi? Gökteki adam, ölmeyi kolaylaştıracak bir cennet tasavvuru, kötülüğü engellemek için ateş korkusu... Analoji ilerledi: Tevrat'taki "On Emir" teşbihi ile "yalancı" Mark'ın sözleri, pizza kutularının arkasında ve afilisinden parodi tadında, dünyaya dağıldı. Gökteki adam; gerçekleri tek kişinin bilmesi, diğerlerinin onun ağzından çıkana inanması; diğer dünyada rahat etme fikrinin, bu dünyada işleri iyi gitmeyenlere yönelik umut dağıtan ferahlaması; iyi ya da kötü, başına gelenden Tanrı'nın sorumlu olma keyfiyeti... Kolaylaşan yaşam ama sineye çekilen adalet! Yine geldi dayandı kapıya adalet! Yalanın gerçeği bitmez!

En önemli gerçeği de suçlanamayacak kadar masumdur yalan. Ahlâk ve ahlâksızlığımızın bağımlı değişkenidir çünkü. Jung, bir Kızılderili reisinin, kendisine iyi ve kötü arasında ne fark olduğu sorulduğunda, "ben düşmanımın karısını çalarsam bu iyidir, o benim karımı çalarsa bu kötüdür" dediği; ilkel insanın, "dürüst ve ahlâklı kafatası avcısı" diye tanımlarının olduğu bir tarihsellikten bahseder "Keşfedilmemiş Benlik'te. Ayıbalığı kürkünü, çakmak taşından yapılmış bıçak yerine, demir bir bıçakla çıkartmanın büyük ahlâksızlık olduğunu düşünen ilkel insanı komik bulan modern insan ise sağ elle bıçak tutanı aşırı ayıplar. İşte, icat edilmiş bu ahlâk sınırları buralardan geçerken, bu tanımlara göre sürekli değişen savunma mekanizmasıdır sadece yalan. Masa sandalye gibidir, çağa göre modası vardır, çağa göre değişir.

Bu yüzden; Masumiyetin gerçeğidir yalan. Kötü niyetle söylenebilecek yalandan daha masum olamayan insanın gerçeğidir. Birçok gerçekten daha az tuhaf olan; kenarda öylece bekleme yanlısı olmadığından, gerçekten hızlı yayılan yalanların gerçeğidir. Yalana, yalanı en güzel söyleyenlerin en az, kötü yalancıların en çok inandığı gerçeğidir. Üzerinde anlaşmaya varılmış en büyük yalanlara, tarih denildiğinin; sözde yalancıya ait mumun yatsıya kadar yanacağına iman etmiş bir coğrafyada, akşama kadar yalan söyleyenlerin gerçeğidir! Hatta kim bilir, Gorgias'la Gazzali bir olmuş, herkes için doğru olan bilginin olmadığı, olsa da aktarılamadığı fikrinde dinleniyorken bir söğüt gölgesinde ve her şey zıddı ile kaimse evrende; bilgi yoktur, bilgi yoksa doğru da yoktur, doğru yoksa, "yalan" hiç yoktur!