İşini alengirli anlatanlara hastayım

İşlerini alengirli anlatan mimar kısmına olan hayranlığım her geçen gün artıyor.
İşlerini alengirli anlatan mimar kısmına olan hayranlığım her geçen gün artıyor.

Biraz belediyecilik geçmişim var. Oradan biliyorum. Mühendisler ile mimarlar arasında CIA ile FBI arasındaki gibi bir rekabet var. Çoğu zaman inkar etseler de bu gerginlik iş yapış usullerine de yansıyor.

Yaptığı işi alengirli anlatmak ne demektir? Alengirli; "gösterişli, renkli, hoş" manalarına geliyor. Ben biraz da işin içine merak katıyorum. Alengirli konuşan biri merak unsurunu hep diri tutmayı bilir. Benim kelimeler üzerinden felsefik yazılar yazacak kadar ilmim olsaydı meseleyi derinleştirirdim. Ama o kadar ilmim olmadığı aşikâr. Ben de hayatımızdan misaller vererek meseleyi anlatayım.

Mimarlar yaptığı işi alengirli anlatmak konusunda pek ustadır. Mesela inşaat mühendisleri öyle değildir. Onlar sanki biraz işin zanaat kısmındadırlar. Daha çok sahada iş görürler. Ama mimarlar masa başında geçirdikleri saatlerin intikamını alırcasına, dinleyici bulunca kaçırmazlar ve projelerini anlatırlar. Zaten esas maharet yapmakta değil anlatmaktadır. Herkes bina yapar ama bir mimar gibi anlatamaz. Hani derler ya, "...herkes sakız çiğner lakin garibin kızı tadını çıkarırmış..." İşte o hesap, aynı binayı bir mühendise anlattırırsan. Hesap kitap, malzeme, işçilikten bahis açar. Ve anlattığı dinlenmez. Mühendislere hocaları böyle anlattığı içindir belki de. Çünkü insan hocasından ne bellerse nasıl bellerse öyle işler. Benim tahminime göre inşaat mühendislerine işi öğretirken meselenin artistik tarafı üzerinde pek durmuyorlar. O kısımları mimarlara havale ediyor olabilirler. Ben bu fikre nereden kapıldım?

Biraz belediyecilik geçmişim var. Oradan biliyorum. Mühendisler ile mimarlar arasında CIA ile FBI arasındaki gibi bir rekabet var. Çoğu zaman inkâr etseler de bu gerginlik iş yapış usullerine de yansıyor. Mimarın tasarlayıp çizdiği şeyin uygulamasının o kadar da basit olmadığını, bu işlerin masa başında proje çiziktirmekle olmayacağını söylüyor mühendisler. Mimarlar ise yaptıklarının tasarlamaktan ziyade bir sanatsal faaliyet olduğunu söylerler. Ben de yanlarında iletişim fakültesi mezunu olarak boş gözlerle onları seyrederdim. "Yahu durun yapmayın altı üstü dört duvar konduruyoruz. Sanat olsa ne olur zanaat olsa ne olur...?" diyemezdim. Mühendisle mimar birlik olup beni döverler diye korkardım zahir.

Bende böylesi tecrübeler varken bir de üstüne TRT2’ de bir programa denk geldim. "Eşik" serlevhâlı programda mimarlar projelerini anlatıyorlardı. Ben de ışığa bakıp, donup kalan tavşan gibi seyrettim. Ne anlattıklarını epeyce bir zaman bilemedim. Sonra bilmemeyi dert etmeden akışa bırakıp kendimi dinledim de dinledim. Bir çeşit trans hâline geçiyorsunuz. Mimarlar sırayla ekrana çıkıp beni büyülemeye devam ettiler. Mesela bir tanesi bir zeytin işleme tesisi yapmış. Öyle anlattı ki ben zeytin olup o tesiste işleyin beni diyecektim. Bir fabrika kurulurken bu kadar işçilik, bu kadar dikkat, bu kadar emek sarf ediliyor muymuş? Meğerse bir fabrika kurmak eski şiirlerden divan yazmak kadar ömür törpüsü bir işmiş anlıyorsunuz.

Mimarlar konuşurken bir şey daha fark ettim ki mimarlar söylediklerinin anlaşılması gibi bir kaygı taşımıyorlar. Allah ne verdiyse anlatıyorlar. Eğer kişide anlama yeteneği varsa anlıyor, yoksa sen sağ ben selamet deyip severek ayrılıyorsunuz. Ama ben mimar dinlemeye biraz alışık olduğumdan sabır, sebat ederek dinledim. Seyretmeye gerek yok zaten sadece mimar kişi konuşuyor arada bir binalar gösteriliyor. Boş boş binaya bakmaktansa mimarını dinlemek daha doğrudur diyerek devam ettim dinledim ve programın müptelası oldum. Artık ben "Eşik" programı olmazsa günlük gıdasını alamamış sporcu gibi huysuzlanıyorum ve hâlsizleniyorum. Evvelden beri televizyon seyrederken ağzım elim boş durmaz bir şeyler yer, içerim. Artık hem mimarları dinliyor hem çay içiyorum. Zaten mimarın çayı püskürttürecek bir açıklama yapma riski yok. O sebepten usul sakin çay içip dinliyorum. Mimarlar, projeye nasıl başladıklarını bir güzel hikâyet ediyorlar. Anlıyoruz ki projeye karar vermek de bir süreç işidir. Her mimari süreç gibi eziyetlidir. İnsan mimarların bu kadar eziyetli bir işi olduğunu hiç düşünemiyor ama durum öyle. Projeye başlarken biraz karamsar olmak, bu iş olmaz demek, olursa da ben bu işin içinde yer almam demek mimarlığın cilvelerindenmiş öğreniyoruz.

Projeye karar verdikten sonra yer seçimi yapmanız gerekiyor. Biz inşaat için alan açma konusunda pek mahir bir milletiz. Eski fabrikadan fakülte binası çıkaran mimara aferin denmez de ne denir? Yer seçiminde sadece mimarlar değil müteahhitler de pek ustadır. Zaten herhâlde müteahhitlik ne yapacağını bilmek kadar nereye yapacağını da bilmekten geçiyor. Projeye karar verildi, yerini seçtiniz, peki bu yere nasıl bir bina konduracaksınız? Bu soruya geçmeden evvel mimar kısmı bazı meseleler açar. Mesela binanın çevre dostu olması, eskiyi korurken yeniye alan açması, yaşam alanlarının aydınlık olması, binayı karşıdan görenlerin "aboov!" çekmesi için gerekli daha ne kadar başlık varsa mimarlar tarafından ortaya atılır. O zaman anlarsınız ki mimarın gücü verdiği cevaplarda değil sorduğu sorularda ortaya çıkar. Mimar kısmına soru sormak Allah vergisi değilse o mimarın işi zordur. Hatta biraz ileri gidip şöyle bir iddiada bulunayım. "Mimarlar sorar mühendisler cevaplar."

Durum bu minval üzere devam ediyor. İşlerini alengirli anlatan mimar kısmına olan hayranlığım her geçen gün artıyor. Belki bir imkân olur mühendisleri de konuşturacak bir program ekranlarda yerini alır ben de o zaman fikirlerimi yazarım. Şimdilik bu kadar olsun, baki selam ederim...