İslam Can: Toplum, mahremiyeti sürgüne gönderdi

İslam Can
İslam Can

Sosyoloji alanında akademik çalışmalar yapan, Türkiye’de siyasal güven (liderler, kurumlar, süreçler); sağlık olsun (sağlığın toplumsal görünümleri) ve afet sosyolojisi kitaplarının yazarı İslam Can ile teşhir toplumu kitabı üzerinden teşhiri, teşhir toplumunu ve oluşma süreçlerini konuştuk.

Günümüz toplumlarında yaşanan birtakım sosyal ve kültürel kırılma “teşhir toplumu” kavramını gündeme taşımıştır. Teşhir toplumu kavramı size göre ne anlama gelmektedir?

Teşhir toplumu kavramı kıymetli dostum Ejder Ulutaş’la birlikte yürüttüğümüz refleksif bir düşüncenin ürünüdür. Teşhir toplumu söyleminin oluşmasında, kuşkusuz birtakım sosyolojik bagajdan istifade ettik. Çünkü sosyoloji literatüründe zaman zaman ele alınan; dikizleme, imaj, gerçeklik, hipergerçeklik, simülasyon, sinoptikon, set, sahne, dijital panoptikon, şeffaflık, gösterişçi tüketim, benlik gibi konular, esasında yaklaşık son üç asırdır toplumlardaki mevcut durumun anlaşılması için üretilen kavramlardı. Baudrillard, Bauman, Berger, Veblen, Debord, Ellul, Goffman, Chul-Han, Niedzviecki gibi isimler de bu yeni toplumsal konjonktürü anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyordu.

Günümüz toplumlarını anlamaya dönük teşhir toplumu söylemimiz de, yeni bir teori ortaya atmak ya da bahsedilen konuları veya sosyal bilimcilerin tezlerini çürütmek gibi bir iddia taşımaz. Aslında teşhir toplumu söylemimizin amacı, az önce ifade ettiğim kavramlar ve isimler doğrultusunda, bugünün toplumlarını tanımlayabilecek, tasvir edebilecek ve bir muhayyile geliştirebilecek yeni bir adlandırma önerisidir. Kanaatimize göre teşhir toplumu, yaşadığımız çağın toplumlarının yeni adıdır.

Aslında teşhir toplumu, “göz”ün belirleyiciliği üzerine inşa edilmiştir. Çünkü tarihsel dönüşümlere bağlı olarak kimi toplumlarda ve dönemlerde duyular farklı şekillerde önem kazanmaktadır. Örneğin modern öncesi ve dışı toplumsallıklarda, ilişkiler söz etrafında sürdürülürken, modern dönemle beraber göz ön plandadır. Yani bir yandan sözün düşüşüne şahitlik edilirken öte yandan göz kendi iktidarını perçinlemiştir. Modern dönem öncesi zamanlarda söz alıp vermek, toplumsal onaylanmayla eşit sayılırken; moderniteyle beraber toplumsal mutabakatın mihengi göz olmuştur. Dolayısıyla gözün iktidarını ilan ettiği modern dönemde sözün yaslandığı “imge”nin yerini “imaj”lar almıştır.

Peki teşhir toplumu hangi aşamalardan geçip bugüne geldi?

Teşhir toplumu, bir kültür değişmesiyle bedenlenmiştir. Şüphesiz teşhir ya da teşhircilik tarihin hemen her döneminde görülen bir durumdur. Ancak son üç asır hem teşhir toplumunun temellerinin atıldığı hem de ete kemiğe büründüğü bir süreci ifade eder. Televizyon, telefon, bilgisayar, internet, giyim, moda, mimari, konut, araba gibi tüketim araçları, aynı zamanda kendi kültürünü inşa ederek, ahlâkî ve kültürel değerler üzerinde büyük değişimlere yol açmıştır.

Geçmişten bugüne toplumlar iki büyük kültür evresinden geçmişlerdir. Bu evrelerden biri olan “sözlü kültür” süreci, insanların binlerce yıl duygularını, düşüncelerini, sevinçlerini, hüzünlerini ve daha birçok dile gelen şeyi sözleriyle ifade etmiştir. Zira masallar, hikâyeler, efsaneler, ağıtlar, türküler ve söze gelen her ne varsa, insanların gündelik yaşamlarının önemli bir parçasını oluşturmuştur. Ancak zamanla bu süreç, yazının söze karşı galibiyetini getirmiştir. Koşulların ve imkânların değişmesiyle birlikte “sözün uçup yazının kaldığına” ve artık “sözün senet yerine geçmediğine” inanılmaya başlanmıştır. Çünkü yazı, kâğıda dökülen somut bir nesneydi. Ayrıca yazıyı bilmek, insanlar arasında ilim erbabı olmak anlamına geliyordu ki, bu bir statü oluşturmaktaydı.

Ancak yazılı kültürün yaklaşık beş asırlık hâkimiyeti, elektroniğin yirminci yüzyıldaki hızlı yükselişiyle yerini “görsel kültür”e bıraktı. Artık bu yeni çağ, görmenin, görünmenin ve göstermenin değer kazandığı, “teşhir” etmenin insanın ontolojik zeminiyle ilişkilendirildiği yeni bir duruma işaret etmekteydi. Dolayısıyla gündelik yaşamımızın birer unsuru olan; caddeler, billboardlar, televizyonlar, internet, sosyal medya uygulamaları, bedenler, kıyafetler, gösteri dünyasında teşhir pratiklerini sergilemektedir. Bu anlamda teşhir, bir kişinin sadece bir yönünün sapkınca ya da kriminal vaka oluştururcasına sergilediği bir eylem olarak değil, aksine bir toplumu oluşturan çok sayıda üyenin din, ekonomi, siyaset, kültür, sağlık gibi toplumsal kurumlarıyla; tüketim, giyinme, moda, ibadet, internet kullanımı, sosyal medya gibi birçok eylemleriyle; ev, araba, eş, arkadaş, meslek gibi sahip veya ait olunan tüm nesne ya da sosyal rolleriyle büsbütün bir toplumdur.

Kamusal alanda mecburi olarak (iş, eğitim, vazifeler) sosyalleşmesi (görünmesi) gereken insanı teşhirci yapan şey nedir? Sosyal hayatımızda teşhir nereden başlar?

Teşhirin herhangi bir mekânsal ya da özel/kamusal sınırı bulunmamaktadır. Teşhir en özel (mahrem) alanlardan en kamusal (bütün sosyal mekânlar) alanlara kadar sınır tanımayan bir cesarete sahiptir. Aslında bu cesaret, teşhirin doğasında bulunur. Çünkü “göstermecilik”, “sergilemek” gibi anlamlara gelen teşhircilik kavramı, Amerikan Psikiyatri Derneği tarafından, tekrarlayan yoğun cinsel dürtüler ve cinsel organlarını yabancılara gösterme gibi sapkın davranışlar olarak tanımlanır. İlk tahlilde teşhirciler, psikiyatrik birer vakadır. Kaldı ki gizliliği ortadan kaldırarak alenice ve utanç duymadan özel hayatın sınırlarını diğer insanlara açan teşhircilerin, psikiyatrinin ya da psikolojinin konusunu oluşturması doğaldır.

Bugün teşhircilik, cinsellik temalı sergilemelerin çok daha ötesine geçmiştir. Artık klinik bir vaka olarak değil yeni bir kültürün hatta toplumun temsiline dönüşmüştür. Böylelikle teşhir, göstermenin ya da gösterilmenin arzulandığı bilinçli bir sergilenme haline gelmiştir. Üstelik teşhirde gösterilen sadece bireyin kendisi ya da benliği de değildir. Gösterme tutkusu ve şehveti yüklenen nesnelere, teşhircinin kendisini ya da benliğini iliştirmesidir. Amaç her ne kadar salt kendini göstermek gibi görünse de, asıl amaç gösteri nesnesiyle donatılmış benliğinin ya da sosyal var oluşunun sergilenmesidir. Kâbe’ye karşı dua ederken çektirilen fotoğrafın sosyal medyadan paylaşılması, her ne kadar İslam riyayı şirkin bir türü olarak görse de, bireyin dindarlığının teşhiridir. Buradaki amaç, paylaşıma açılan mekânların birer “teşhir şubesi”ne dönüştürülmesidir. O halde teşhir, özel ve kamusal hayatı çoğunlukla ortadan kaldıran, arasındaki ayrımı silikleştiren ve tektipleştiren bir eylemdir.

İnternetin sınırları içerisinde din konusu dahil her şey bir nevi teşhirle ilerliyor. Toplumlar bu teşhirciliğin içerisinde kendilerine yeni bir ahlâk veya örf edinebilir mi?

1990’lı yıllardan itibaren hayatımıza giren ve bugün neredeyse yaşamımızın temel gereksinimlerinden birine dönüşen internet, teşhirin en önemli mecralarından biri haline geldi. Özellikle bugünün genç kuşakları için internetsizlik hali, bir nevi yaşamdan soyutlanmak anlamına geliyor.

İnternet ya da sosyal medya uygulamaları, toplumlar üzerinde önemli bir etkiye sahip şüphesiz. Bu etki, kendi bağlamında bir pratik oluşturabilmekte. Ancak bu pratik, herhangi bir ahlâk ya da değer temelinde şekillenmiş, ilkelere dayalı, sistematik, bütünsel ve nesilden nesile aktarılabilen bir örüntüye sahip değildir. Aksine hazza dayalı, değişken, parçalı, temel ilke ve değerlerden uzak birtakım alışkanlıklar ya da pratiklerle çevrelenmiş bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla buradan özgün ve toplumsal faydaya dönük kalıcı bir ahlâkın ya da örfün çıkması kuşkusuz beklenemez. Ancak internet ya da sosyal medya uygulamaları birtakım davranış kalıplarının oluşmasını da beraberinde getirmiştir. Bu davranış kalıpları içerisinde en fazla göze çarpan pratikler, teşhircilik ve voyörizm yani dikizlemedir. Bu davranış kalıplarına geçmeden önce Çağdaş Amerikan Edebiyatı’nın romancılarından Dave Eggers’ın Türkçeye Çember ismiyle çevrilen romanında ifade ettiği ve teşhirciliğin ve voyörizmin temellerini oluşturduğunu düşündüğüm şu üç cümleye yer vermek isterim. “Sırlar, yalandır”, “paylaşmak, önemsemektir” ve “gizlilik, hırsızlıktır”. Aslında bu mottolar, internetin ya da sosyal medya uygulamalarının teşhirci ve voyörist doğasını da tahkim etmektedir.

O halde teşhir toplumunda sadece teşhirciler yer almıyor. Voyöristler yani dikizciler de mi bu toplumsal ilişkilerin bir parçası? Biraz daha açar mısınız?

Elbette. Teşhircilik tek başına yeterli değil. Çünkü “gösterene”, “gözetleyen”ler gerekir. Teşhir toplumunda teşhircilik madalyonun bir yüzü iken, voyöristler diğer yüzünü oluşturur. Esasında toplumlar, modern dönemle birlikte panoptikon tarzı bir gözetlemeden sinoptikon ve omniptikon tarzı bir gözetleme formatına geçiş yaşamıştır. Jeremy Bentham’ın kurgusu olan ve Foucault tarafından iktidar ve gözetim olgusunu tasvir etmek için kullanılan panoptikon tarzı gözetleme, azınlığın çoğunluğu gözetlediği ve böylelikle kontrol ettiği ve denetim sağladığı baskıcı iktidar mekanizmasını ifade etmekteydi. Medya unsurlarının ve özellikle televizyonun hayatımıza girişiyle birlikte sinoptikon (çoğunluğun azınlığı gözetlediği) tarzı yani magazin programları, paparazziler, “Biri Bizi Gözetliyor “gibi programlarla sinoptik bir gözetleme şekli oluştu. Sonrasında Web 2.0 olarak adlandırılan, herkesin interaktif olabildiği ve içerik üretebildiği dijital dünyanın özellikle internet ve sosyal medyanın imkanlarıyla omniptikon (herkesin herkesi gözetlediği) yani gözetlenenlerin bilerek, isteyerek ve gönüllü olarak gözetlenmeye rıza gösterdiği, özel hayatlarını kamuya açtığı gözetleme biçimlerine geçiş yaşandı. Dolayısıyla teşhir toplumu, sinoptikon ve omniptikon temelli bir gözetlemenin ürünüdür.

Sinoptikon ve omniptikonda hiç kimse dışarıda kalmaz. Dağda münzevi bir hayat yaşayan çoban da, dikizlenmeye ayarlı teşhir ürünü bedenler de, aşkları, sevgileri ya da romantizmi sosyal medya toplumunun önünde yaşayanlar da bu teşhir ve dikizleme dünyalarının içerisindedir. Çünkü sinoptik ve omniptik bakış iki tür eylem biçimiyle tüm toplumu kuşatır. Teşhir etmek/ edilmek ve dikizlemek/dikizlenmek.

Teşhircilik ve dikizcilik pratikleri mahremiyet konusunu akla getiriyor. Sizce mahremiyet duygusu nasıl bir dönüşüm ya da başkalaşım geçirdi?

Toplum, mahremiyeti sürgüne gönderdi. Gelir mi ya da ne zaman gelir, bilinmez. Bugünün toplumlarında göstermek ve gözetlemek, tutkuları baştan çıkartan ve arzuları ayartan bir durumdur. Teşhir ettikçe dikizlenen, dikizlendikçe teşhir eden insan için bu düalist ilişki, var olmanın da yegâne şartı haline gelmiştir.

Mahremiyet, tarihsel süreç içerisinde topluma, kültüre, geleneğe, din ve inanca göre çeşitli biçimlerde kodlanır ya da anlamlandırılırdı. İnsanın kültüre ve inanca dayalı giyim kuşam pratikleri, aile ya da toplumun diğer üyeleriyle arasındaki sosyal mesafe, iletişimin yaş ve cinsiyete göre form kazanması, başta ev olmak üzere içinde bulunulan tüm sosyal mekânlar, birbirine göre değişkenlik gösteren çok sayıda mahremiyet algısınca düzenlenmekteydi. Ayrıca mahremiyet neyin teşhir edilip neyin edilmeyeceğini, toplumun kendi kültürel bağlamları ve referansları içerisinde de tayin etme gücüne sahipti. Bu yönüyle mahremiyet, kültürel dinamikler ekseninde doğu veya batı toplumlarında farklılaşmaktaydı.

Hilmi Yavuz doğu-batı toplumlarının doğası gereği mahremiyet algılarının farklı kaygılarla temellendirildiğini öne sürer. Doğu-Batı dikotomisinde mahremiyetin farklı duyularla inşa edildiğini belirtir. Buna göre mahremiyeti, Batı kültüründe dokunma duyusu temelinde, Doğu kültüründe de görme ya da görünme üzerinden anlamlandırır. Buradan anlaşılmaktadır ki mahremiyetin veya teşhirin sınırları, Doğu’da ve Batı’da aynı duyudan elde edilen verilerle belirlenmemektedir. Bu belirlenim Batı’da dokunma eyleminin faili olan “ten” duyusu iken, Doğu’da ise görünme, görünmezlik eyleminin faili olan “göz”dür. Dolayısıyla Batı toplumlarında dokunma eyleminin ten ile temasının gerçekleşmediği tüm pratikler, teşhire açık hale gelmekte ve herhangi bir mahremiyet problemi yaşanmamaktadır. Bedenin, cinselliğin, kimliğin, tüketimin, üretimin ve bütün teşhir ürünlerinin gösterime açılması ve sergilenmesi, dokunulmadığı ya da ten ile temasa geçmediği sürece ahlâkî veya hukuki açıdan sorun teşkil etmemektedir. Bundan dolayıdır ki, bu toplumlarda teşhircilik; hukuka, ahlâka veya herhangi bir inanç sistemine değil, klinik psikolojiye ve psikiyatriye tahvil edilen bir sorunsal olmuştur. Ancak yaşadığımız teşhir çağında, toplumların ve kültürlerin benzeşmesi gibi, mahremiyet duygusunda da Doğu ve Batı toplumları arasındaki makas giderek kapanmış, Doğu’da da mahremiyetin sınırlarını oluşturan duyu göz olmaktan çıkarak ten olmaya doğru yol almıştır.

“Teşhircilik” ve “tüketim toplumu” kavramlarını yan yana görüyoruz. Ayrıca modaya ve bedene yüklenen yeni anlamlar da bu kavramların işlevselliğini arttırıyor bir taraftan. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Teşhircilik ve tüketim arasında sıkı bir ilişki vardır. Moda ve beden ise tüketerek teşhir etmenin ya da teşhir ederek tüketmenin anahtar kavramlarıdır. Gösterişçi tüketim kavramını teorik bir zeminde tartışan Veblen, “ucuz bir palto, giyen adamı da ucuzlatır” sözüyle tüketimin sadece bir ihtiyacın karşılanmasından çok daha ötesinde anlamlar ve sosyallikler taşıdığını ifade etmekteydi. Çünkü modern insan, “ucuzlamamak” ya da “ucuz olduğunun belli olmaması” için çoğunlukla yer aldığı sınıf veya statüden daha yüksekte görünme arzusu taşırlar. Alt sınıfta olanlar, orta veya üst sınıfların, küçük burjuvalar büyük burjuvaların, fakirler zenginlerin, makbul olan sınıf veya statünün alışkanlarını taklit ederler. Bu hiyerarşide yukarıda olanlar ise zenginliğini, gücünü ve statüsünü gösterememe endişesi taşırlar. Ucuzlamak veya ucuz görünmek, onlar için bir korkuya dönüşür. Başka bir deyişle teşhir, gibi görünmek ve gibi görünmemek çabaları için büyük mücadeleler verilen bir gösteridir.

Hocam “gibi görünme”yi biraz daha açabilir miyiz?

Tüketim veya gösterişçi tüketim eylemleri, teşhir toplumunun önemli göstergelerinden biridir. Günümüzün tüketen insanı (homo consumeris) için herhangi bir ihtiyacın hâsıl olması beklenmeden tüketim eylemi gerçekleştirilir. Teşhir toplumunun orta ve alt sınıfında yer alan üyeleri de, gösterişçi tüketimi önceleyerek, aslında “gibi görünme”nin telaşı içindedir. Zengin gibi, statü sahibi gibi, prestijli gibi, “gibi görünmeler”, toplumda bir teamüle dönüşür.

Kapitalist ekonomi ve bu sistemin reklam ve pazarlama tekniği, bir yandan “gibi görünmeleri” öykündürecek nesneleri üretirken, diğer taraftan reklam ve pazarlama yöntemiyle, sahip olma iştahasını kamçılar. Reklamlar sürekli, o nesneye sahip olunduğunda, ne kadar çok “gibi görüneceğini” muştular. Kot pantolon aldığında yakışıklı gibi, makyaj malzemesi aldığında güzel gibi olacağımız, biteviye bilinçaltımıza yerleştirilir. Nihayetinde insan, yaşamak için tüketmeyi değil, tüketmek için yaşamayı, hatta göstererek tüketmeyi kapitalizmin bir mü’mini olarak benimsemiştir.

O zaman burada her şeyin etrafında şekillendiği kavrama beden diyebilir miyiz?

Aslında evet. Günümüz toplumlarında “beden” teşhirin ana vatanıdır. Teşhircilik ilk olarak bedende gösterime girer. Çünkü beden, herkesin doğal olarak karşılıksız sahip olduğu ve tasarrufta bulunmak için herhangi bir yaptırımın veya iznin gerekmediği bir sermayedir. Yani beden, teşhir toplumunun sakinleri tarafından Yaratıcı’nın bir “emaneti” olarak değil, kendisinin “baştan yarattığı” (!) biyolojik sermaye olarak inşa edilir. Giyim, estetik operasyonlar, makyaj ve kozmetikler, bu beşerî yaratımın bedene müdahaleleridir. Böylelikle beden, Chul-Han’ın da dediği gibi ışıklandırılarak adeta bir sergi değeri kazanır. Güzellik ve cinsellik temelinde kurgulanan beden, bu iki niteliği kazanmak için sürekli çaba gösterir.

Diğer bir anahtar kavram olan moda ise teşhir toplumu üyelerinin sıkı bir şekilde takip ettiği, önerilerinin bir buyruk gibi kabul edilerek harfiyen yerine getirildiği, bir imaj tanrısıdır. Moda, gerisinde kalınması mümkün olmayan bir ilerlemenin adıdır. Çünkü imaj çağında veya gösteri toplumunda modanın gerisinde kalmak, varlığını görme ve gösterme üzerine tesis eden sakinler için, çok büyük bir talihsizliktir. Bundan dolayı moda dergileri, defileler, kreasyonlar, sezonlar, fuarlar yakından takip edilir. Bugün moda, gündelik hayatta bedenin imajını tahvil eden bir iktidar üretmiştir. Bu iktidar, öyle bir kültürü tesis etmektedir ki, kişilerin çevrimdışında kalma korkusu, muhafazakârından dindarına, zengininden fakirine, kadınından erkeğine, küçüğünden büyüğüne kısacası yediden yetmişine, toplumun çoğunluğunu çepeçevre kuşatmıştır. Çünkü Debord’un dediği gibi insanlarda oluşan ya da oluşturulan algı şu şekildedir: “Görünen şey iyidir, iyi olan şey görünür”. Böylece görsel kültürün mahremiyeti olabildiğine ifşa ettiği dönem, bedenin çıplaklaştırılmasını, örtünün transpanlaştırılmasını, kıyafetlerin modanın buyruklarına uygun olarak daraltılmasını ve kısaltılmasını makbul görmektedir.

İnsan bedeni, doğal olarak ait olduğu kültürün vitrinidir. Geleneksel dönemlerde kişinin kılık kıyafeti ya da örtünmesi, kültürü hakkında genel olarak bir bilgi verebilmekteydi. Modern dönemle birlikte kıyafetler benzeşmeye, kültürler arasındaki farklılıklar da olabildiğince azalmaya başladı. Küreselleşmenin de etkisiyle toplumlar, hâkim olan tek kıyafet kültürünü içselleştirdiler. Hatta bugün yerel kıyafetlerini tercih eden insanlar, kendi toplumlarında dahi yadırganır hale geldi. İranlı sosyolog Haddadadil’in dediği gibi oysa “her insanın giysisi onun vücut ülkesinin bayrağıdır. O, insanın kendi vücut evinin kapısına diktiği ve onunla hangi kültüre bağlı olduğunu ilan ettiği bir bayraktır”.