İslam düşünce geleneğinde bilimsel açıklamanın sınırları-5

Mıknatıs atomları demire nüfuz edemediği için ona yapışır ve yükselme itimadına sahip parçaları dolayısıyla demiri kendisine doğru çeker.
Mıknatıs atomları demire nüfuz edemediği için ona yapışır ve yükselme itimadına sahip parçaları dolayısıyla demiri kendisine doğru çeker.

Kelami atomculuğun, bütün imkânlarına rağmen, açıklayıcılık gücünü niteliksel modele kaptırmalarının önemli sebeplerinden biri, dönem itibariyle atomculuğun sağduyusal gerçeklik seviyesiyle neredeyse ilişkisiz yapısından kaynaklanır. Kuşkusuz tek sebep bu olmasa bile, bu sebep üzerine yoğunlaşıldığında hem niteliksel modelin dönem itibarıyla gücü anlaşılacak hem de atomcu modelin kaderiyle ilgili daha insaflı bir değerlendirme imkânı bulunacaktır.

Kelamî atomculuğun benimsediği inayet ve ilâhi âdet anlayışı sayesinde kelamcılar Antik-Helenistik bilim geleneği boyunca parçacıkçı modellerin yaşadığı iki temel krizin üstesinden gelme imkânı elde etmiştir. Bu iki krizden biri kendileri niteliksiz olan atomların nasıl olup da niteliksel özelliklere sebep olduğuyla ilgili iken diğeri dağınık parçacıkların nasıl olup da düzenli bir evren meydana getirebileceğiyle ilgili idi. Mu‘tezili kelamının geldiği zirve noktasını teşkil eden Ebû Hâşim Cübbâi ve Ebû Ali Cübbâi'ye gelindiğinde kelamın, ilahi inayet ve ilahi adet düşüncesini bu iki sorunun üstesinden gelecek bir şekilde formüle ettiği, ama bununla kalmayıp inayet ve adet düşüncesini, parçaçıkçı yaklaşımın nitelikçi model karşısındaki açıklayıcı gücünü zayıflatmayacak şekilde kullandıkları görülür. Bunun anlamı şudur: Cübbâi gibi kelamcılar gözlemlediğimiz fiziksel özellikleri açıklarken, onları "doğuran" atomik ilişkilere müracaat etmekte ve hemen birçok fiziksel özellikle ilgili olarak ayrıntılı izahlar vermekteydi.

Sözgelimi Ebû Hâşim el-Cübbâi mıknatısın çekme özelliğini izah ederken, parçacıkçı tutumun Antik- Helenistik dönemde de görülen temel varsayımlarını muhafaza ederek, mıknatısın gözeneklerinden yayılan parçacıkların demire asılarak sertliği dolayısıyla ona yapıştığını ve ipe asılan kişinin ipi çekmesi gibi demiri çektiğini söyler. Neden demirin de mıknatısı çekmediği sorusuna Ebu Haşim'in cevabı, mıknatıstan yayılan parçacıkların yukarı doğru yükselme özelliğine sahip ateşsel bir itimâda sahip olduğu şeklindedir. Buna göre söz konusu parçalar bir ışığın lambadan yayılması gibi mıknatıstan yayılarak demire asılır ve parçalarda bulunan yükselme itimadı dolayısıyla demiri mıknatısa doğru çeker. Teoriye göre, mıknatısın demirden başka bir şeyi çekmemesi ise demir atomlarının başka cisimlerde bulunmayan bir sertliğe sahip olmasından kaynaklanır.

  • Muhtemelen buradaki sertlik vurgusu, önceki atomcu açıklamalarda gördüğümüz hâliyle demir atomlarının aralarına başka bir atomun giremeyeceği kadar boşluksuz ve yoğun bir yapıya sahip olduğu fikrinin devamıdır. Bu yoğunluğun sonucu olarak demir hiçbir esneklik içermeyecek ve nüfuz edilemeyecek bir biçimde sertlik kazanır. Mıknatıs atomları demire nüfuz edemediği için ona yapışır ve yükselme itimadına sahip parçaları dolayısıyla demiri kendisine doğru çeker. Sonuç olarak Ebu Hâşim'in açıklaması cansız cisimlerin nasıl hareket ettiğiyle ilgili geliştirilen ve her cismin sürekli gözlemlenen hareketinin yöneldiği istikamete doğru bir dayanım veya yönelime (i‘timâd), bu yönelimin aksi istikametindeki hareketlere karşı da bir dirence (indifâ‘) sahip olduğu şeklindeki teorinin bir uygulaması olarak görünür.

Ebû Hâşim'in inayet ve ilahi adet fikri ile nedensel açıdan neredeyse tam bir fiziksel açıklama teşebbüsünü telif etmesidir.
Ebû Hâşim'in inayet ve ilahi adet fikri ile nedensel açıdan neredeyse tam bir fiziksel açıklama teşebbüsünü telif etmesidir.

Mıknatıs atomları ateşsel özelliklerinden dolayı yukarı doğru güçlü bir yönelime sahiptir ve demire yaklaşıp yoğunluğundan dolayı parçaları arasına nüfuz edemeyince ona yapışır ve demirin direncini kırarak onda kendi etkileriyle meydana gelen sonradan oluşmuş (mücteleb) bir itimad oluşturarak mıknatısa doğru çekerler. Ebu Haşim'in tabiatçı olmayan açıklaması atomik yapının korunumu, direnç ve temas gibi özellikler üzerinden mekaniksel bir izah modeli olarak öne çıkar. Bu izahın doğruluğu tartışılabilir, nitekim ondan sonraki kelamcılar da bu izahı çeşitli açılardan eleştiriye tabi tutarak terk etmişlerdir. Ancak burada dikkatimizi çekmesi gereken şey, Ebû Hâşim'in inayet ve ilahi adet fikri ile nedensel açıdan neredeyse tam bir fiziksel açıklama teşebbüsünü telif etmesidir. Bir başka deyişle onun için inayet ve adete yapılan vurgu, gördüğümüz herhangi bir özelliği, o özelliğin arkasındaki fiziksel alt yapılarla ilişkilendirerek açıklamamıza engel değildir.

Bununla birlikte Ebû Hâşim'i takiben, özellikle Kadı Abdülcebbâr'ın öğrencilerinde Ebû Hâşiminkine benzer açıklamaların giderek azaldığını, nihayet sonraki dönem ehlisünnet kelamcılarına geldiğinde bu tür izahların neredeyse kaybolduğunu görmekteyiz. Bu durum bizi şu soruyla karşı karşıya getirir: Başlangıçta kelami atomculuk, Helenistik atomculuğa ait önemli zaafları dışta bırakan bir parçacıkçı yaklaşım ortaya koyma imkânı elde ettiği hâlde neden kelami atomculuk, niteliklere dayalı doğa merkezli açıklama ile parçacıkçı açıklama arasındaki kozmolojik kriz için bir karar ânını temsil etmedi de ortaya çıktığı dönemi takip eden bin yıl boyunca Doğu'da ve Batı'da doğa merkezli nitelikçi yöntem hâkim olmaya devam etti? Bu sorunun cevabı atomcu ve nitelikçi tutumların sağduyusal gerçeklik seviyesiyle münasebetlerinde yatar. İbn Sînâ'nın nihai hâlini verdiği, niteliklere dayalı doğa merkezli açıklamanın gücü aslında sağduyusal gerçekliği merkeze almasından kaynaklanıyordu.

Bugün için naiflik gibi görünebilecek bu durum, o gün için bilimsel açıklamaya olduğu kadar bilimin işleyişine güç kazandırıyordu.
Bugün için naiflik gibi görünebilecek bu durum, o gün için bilimsel açıklamaya olduğu kadar bilimin işleyişine güç kazandırıyordu.

Mineralojiden embriyolojiye, botanikten zoolojiye kadar hemen tüm fiziksel bilimler, konu aldıkları fiziksel özellikleri doğruya gözlemimize konu ateş, hava, su, toprak (anâsır-ı erbaa), sıcak, soğuk, yaş, kuru gibi nitelikler (keyfiyyât-ı erbaa) ve yine gözlemlediğimiz safra, kan, balgam gibi sıvılar (ahlât-ı erbaa), aşağı-yukarı doğru hareket ve nihayet ağırlık ve hafiflik gibi özelliklere müracaat ederek açıklıyordu. Her ne kadar İbn Sînâ felsefenin konusu sayılan hakikatlerin bunlar gibi duyulur şeyler değil, bunların arkasındaki duyulur olmayan anlamlar olduğunu söylese de bu anlamların kendisi doğrudan idrake konu olmadığı için olağan bilimsel rasyonelite fiziksel evreni buradaki duyulur şeyler ve özellikler üzerinden izah etmeye devam etti. Bugün için naiflik gibi görünebilecek bu durum, o gün için bilimsel açıklamaya olduğu kadar bilimin işleyişine güç kazandırıyordu.

Sözgelimi zatürreyi, bedendeki soğuk ve yaş niteliklerinin sıcak ve kuru niteliğine baskın gelmesi olarak değerlendirdiğinizde, tedavi için öneriniz aşağı yukarı belirginlik elde ediyordu: Baskın soğukluk ve yaşlığı izale ederek bedenin yeniden dengeye (itidal) ulaşmasını sağlayacak şekilde vücuda sıcak ve kuru niteliklerine sahip ilaçların verilmesi. Görüldüğü üzere dönem açısından, gözlemin sınırlarını aşacak şekilde sağduyusal gerçekliğin ötesine geçemediğimiz yerde, zorunlu olarak tüm açıklama ve işlemlerimiz sağduyusal gerçeklik seviyesinde yürütülmekte ve sağduyusal gerçeklik de en nihayet gerçeklikten pay aldığı için, onun üzerinden yürüyen izah ve işlemler bir yere kadar doğruluk ve işe yararlık kazanmaktaydı. Bu döneme ait, bahsedilen mantıkla yürütülen açıklama ve işlemlerin bugün bile bazı açılardan etkili olmasının sebebi, onların gerçekliğin ihmâl edilemez bir boyutu olarak sağduyusal gerçeklikle güçlü bir ilişkiye sahip olmasından kaynaklanır.

Niteliklere dayalı açıklamanın sergilediği ve gerçeklikle güçlü bir bağ sergileyen bu manzara mukabil, kelami atomculuk sağduyusal gerçekliğin ötesine geçerek atomlara müracaat etmekte, fakat atomların kendileri henüz gözlemlenemez olduğu için onlar aracılığıyla yapılan izahlar neredeyse tamamen fanteziye dönüşmekteydi. Hâl böyle olunca bir kelamcı cisimlerin gözenekli yapısı, direnç, korunum ve temas gibi teorik ilkelerden kalkarak atomik yapıların bir şeye nasıl neden olduğuyla ilgili birbirini nakzedebilecek sayısız açıklama yapabilir. Aynı şeyi zatürre için de yaptığını varsaydığımızda, kelamcının bu kez zatürreyi nasıl tedavi edeceği sorulacaktır. Bu noktaya intikal ettiğimizde kelami atomcu modelin herhangi bir şekilde fizik bilimleri için tutarlı, tekrar edilebilir, geliştirilebilir, sorun çözücü, üretici ve açıklayıcı bir çerçeve geliştiremediği görülür.

Aslında sadece kelami atomculuğun değil, belki de Yeni Çağ Avrupa bilimine ait cisimcikçi modellerin zaafı da bu modellerin yukarıdaki manada bilimsel değil, daha çok metafizik bir yapıya sahip olmasıydı. Dolayısıyla kelami atomculuğun, bütün imkânlarına rağmen, açıklayıcılık gücünü niteliksel modele kaptırmalarının önemli sebeplerinden biri, dönem itibarıyla atomculuğun sağduyusal gerçeklik seviyesiyle neredeyse ilişkisiz yapısından kaynaklanır. Kuşkusuz tek sebep bu olmasa bile, bu sebep üzerine yoğunlaşıldığında hem niteliksel modelin dönem itibariyle gücü anlaşılacak hem de atomcu modelin kaderiyle ilgili daha insaflı bir değerlendirme imkânı bulunacaktır. Diğer taraftan aynı gerekçe üzerine daha ileri tartışmalar, değerlendirmelerimizi tarihsel olmaktan çıkartarak, fizikteki yeni gelişmeleri dikkate alarak kelami atomculuğun değeri ve anlamı üzerine bugün yeniden düşünmeyi gerektirecektir.