İslam felsefesine metaforik giriş 101: İbn Tufeyl ve Hayy Bin Yakzan'ı

Karşılaştığı teorik ve pratik her sorunu tamamen bilinçli bir çabayla çözen, çevresindeki varlık ve olguların süreklilik arz eden özelliklerini gözlem ve deney yoluyla keşfeden Hayy hem pratik aklın bir gereği olan teknik bilgiye hem de ahlaki bilince ulaşır.
Karşılaştığı teorik ve pratik her sorunu tamamen bilinçli bir çabayla çözen, çevresindeki varlık ve olguların süreklilik arz eden özelliklerini gözlem ve deney yoluyla keşfeden Hayy hem pratik aklın bir gereği olan teknik bilgiye hem de ahlaki bilince ulaşır.

Doğanın ortasında hayatını sürdürebilmek için çaba sarf eden Hayy, bunun yanısıra varlığı anlamlandırma gayreti içine de girer ve doğadaki işleyiş, bütünlük, düzen ve amaçlılığın akledilir ve soyut gerçekliğinden hareketle mantıki bir çıkarımla yaratıcı Tanrı fikrine ulaşır.

Klasik İslam coğrafyasının en Batı ucunu temsil eden Endülüs’te filizlenen felsefi düşüncenin üç büyük sütunundan ortancalarıdır İbn Tufeyl ve onun Şihabuddin es-Suhreverdi el-Maktul’u bile önceleyen işrak felsefesi. İbn Bacce ile İbn Rüşd gibi iki dev filozof arasında kalmış görünmesine rağmen Türkçe’de İbn Bacce’den daha fazla tanındığını söyleyebiliriz İbn Tufeyl’in. Buna karşın hakkında yazılmış ya da çevrilmiş eser sayısının neredeyse hemen hiç mesabesinde olması üzücü. Şaheseri Hayy bin Yakzan’ın Pico Della Mirandola, Locke, Rousseau’dan Daniel Defoe’ya Bacon’a, More’dan Spinoza’ya, onlardan Marx ve Huygens gibi 17. ve 18. yüzyılların filozofları ve bilim adamlarına kadar modern Batı kültürünün kılcallarına sirayet etmiş etkileri bilinirken Türkçe’ye ilk çevirisinin 20. yüzyılı beklemiş olması da elbette epey üzücü. Bu noktada en ilginç yan ise elbette İtalyan rönesansı ve hümanizmi çağının ünlü siması Pico Della Mirandola’nın İbn Tufeyl’e gösterdiği ilgiyle Cumhuriyet döneminde inşa edilmeye çalışılan Türk hümanizminin aynı isme gösterdiği görece kısıtlı da olsa ilgi arasında -biraz da tarih dışı sayılabilecek bir bakışla- bulgulayabileceğimiz yakınlık olarak görünüyor. Bu konuya daha ayrıntılı değinmek bu yazının sınırları içinde mümkün olmadığı için ‘Türk hümanizmi’ olarak görülebilecek fikri kamaşmayı şimdilik gözardı edip Hayy bin Yakzan’a ve onun müellifi İbn Tufeyl’e dönelim.

İbn Tufeyl, 12. yüzyılda Endülüs’te Gırnata’nın yaklaşık 50 km. kuzeydoğusundaki Vâdîâş kasabasında dünyaya gelir. Endülüs’te büyük eğitim merkezleri sayılan İşbîliye ve Kurtuba şehirlerinden birinde veya her ikisinde eğitim aldığı düşünülür. Filozof, tabip, astronom ve kadı unvanlarına sahiptir. İyi bir tabip ve cerrah olarak yetişmesi ve tababet alanında ün kazanmasını sağlayacak kadar da başarılı uygulamalar içinde mesleğini icra etmesi dolayısıyla ilk Muvahhidî halifesi Abdülmü’min el-Kummî’nin oğlu Septe ve Tanca Valisi Ebû Saîd’in ilgisine mazhar olur ve onların sır kâtipliğine getirilir. Muvahhidî Halifesi Ebû Ya‘kub Yûsuf b. Abdülmü’min’in sarayında başhekim olarak görevlendirilir. Bu, İbn Tufeyl’in hayatında bir dönüm noktası olarak görülebilir. Bazı kaynaklar İbn Tufeyl’in başhekim unvanı yanında vezir unvanına da sahip olduğunu iddia etse de öğrencilerinin böyle bir bilgi aktarmaması ve Ebû Ya‘kub’un bilinen vezirleri arasında İbn Tufeyl’in isminin geçmemesi dolayısıyla bu kaynakların ileri sürdüklerine kuşkuyla yaklaşılabilir. Eğer bir vezirliği varsa da bu vezirliğin bir tür “kültür danışmanlığı” mesabesinde kaldığını ileri sürenler de olmuştur. İbn Rüşd ile aralarında geçen ilginç bir hikâyeyi İbn Rüşd’ün öğrencisi Ebû Bekir Bündûd b. Yahyâ el-Kurtubî’nin rivayetinden yararlanan İlhan Kutluer bize şöyle aktarır: Saraya çağrılan İbn Rüşd halifenin yanında yalnızca İbn Tufeyl’in bulunduğunu görür. İbn Tufeyl, İbn Rüşd’ü halifeye tanıtır. Ardından halife İbn Tufeyl ile derin bir felsefî tartışmaya girer. Bir ara İbn Rüşd de tartışmaya katılıp bilgisini ispatlama imkânı bulur. Yine İbn Rüşd’ün öğrencisinin aktardığına göre, halifenin İbn Tufeyl’e Aristo külliyatına açıklamalar yazılmasından söz etmesi üzerine kendisinin böyle bir iş için fazla yaşlı olduğunu söyleyen İbn Tufeyl bu görevin İbn Rüşd’e verilmesini sağlamıştır.

İbn Tufeyl’in kendi felsefesini oluştururken İbn Sina, Gazali, İbn Bacce gibi filozof-alimlerin eleştirel bir okumasını da geliştirdiğini söyleyebiliriz. İbn Tufeyl’e atfedilecek düşüncelerin merkezinde felsefi gerçeği metafizik düzeyde nazari soruşturmayla kavramak ve aynı zamanda müşahede yoluyla belli bir mânevî tecrübeye ulaşmak yatar. İbn Bacce’nin sırf nazari düzeyde kalan felsefesini yetersiz bulduğu kadar Beyazid-i Bestami ve Hallac-ı Mansur gibi sufilerin tecrübelerini ilmi uzmanlıkla dengeleyemedikleri sözlerine de eleştirel yaklaşır İbn Tufeyl. Bu bakış açısından İbn Tufeyl’in bin Tufeyl, İbn Sina ve Gazali’nin eserlerinden hareket ederek nazar yöntemiyle zevk ve müşahede tecrübesinin bir sentezine ulaşmayı amaçladığı rahatça söylenebilir.

Hayy bin Yakzan’da İbn Tufeyl, anlatısının kahramanı olarak seçtiği Hayy’ı daima kendi varlığı ile tabii çevresi hakkında sorular soran, araştırmacı ruha sahip biri olarak resmeder.

Huneyn bin İshak tarafından Arapça’ya çevrilen eski bir Grek hikayesi olan Salaman ve Absal ile İbn Sina’nın Hayy bin Yakzan anlatısının devamında, ama bunlardan hem konu bakımından hem kurgu bakımından tamamen farklı olarak felsefi bir roman addedilebilecek Hayy bin Yakzan’da İbn Tufeyl, anlatısının kahramanı olarak seçtiği Hayy’ı daima kendi varlığı ile tabii çevresi hakkında sorular soran, araştırmacı ruha sahip biri olarak resmeder.

Duyular, gözlem, deney ve akıl tabiat araştırmasında Hayy’ın en önemli araçları olarak görünür; elbette Hayy balçıktan varolarak 7’şer yıllık dilimler halinde 3 ayrı devrede kaydettiği gelişim sürecinde çeşitli aşamalar kaydeder.

Bu süreçte karşılaştığı teorik ve pratik her sorunu tamamen bilinçli bir çabayla çözen, çevresindeki varlık ve olguların süreklilik arz eden özelliklerini gözlem ve deney yoluyla keşfeden Hayy hem pratik aklın bir gereği olan teknik bilgiye hem de ahlaki bilince ulaşır.

Doğanın ortasında hayatını sürdürebilmek için çaba sarf eden Hayy, bunun yanısıra varlığı anlamlandırma gayreti içine de girer ve doğadaki işleyiş, bütünlük, düzen ve amaçlılığın akledilir ve soyut gerçekliğinden hareketle mantıki bir çıkarımla yaratıcı Tanrı fikrine ulaşır. Ancak bu tabii ki İbn Tufeyl için yeterli sayılmaz. Riyazi tefekkür yöntemiyle ulaşılan metafizik bilgilerin yetkinliğinin ayrıca mükaşefe ile doğrulanması ve temellendirilmesi icap eder.

Hayy bin Yakzan, İslam felsefesi alanında yeni bir bakış açısının da önünü açar.

Bu bakımdan Hayy bin Yakzan, İslam felsefesi alanında yeni bir bakış açısının da önünü açar. Sonradan Şehabüddin Suhreverdi el-Maktul’ün sistemleştireceği İşraki yaklaşımdır bu. Akli istidlal ve mükaşefe birbirine mukayyet olduğu bu yaklaşıma bir yerde kendisinin hakikat arayışının ve felsefi yaşam öyküsünün anlatımı olarak okunabilecek Hayy bin Yakzan’la İbn Tufeyl’in sağlam bir ifade kazandırdığını düşünebiliriz. Bu niteliğiyle Hayy bin Yakzan, İslam felsefesi geleneğinin kendisine dek oluşturduğu bütün birikimin olumlu yanlarını sentezleyen, olumsuz taraflarını da işaretleyen bir kılavuz metne dönüşür.

(Hayy bin Yakzan, İbn Sina/İbn Tufeyl, çev. M. Şerefeddin Yaltkaya-Babanzade Reşid, haz. N. Ahmet Özalp, YKY, 2017)

Kebikeç

Endülüs: Siyasetten Medeniyete

Mehmet Özdemir Hoca 3 ciltlik kitabında Endülüslü Müslümanların siyasi, medeni, ilmi ve kültürel tarihini bize aktarıyor.
Mehmet Özdemir Hoca 3 ciltlik kitabında Endülüslü Müslümanların siyasi, medeni, ilmi ve kültürel tarihini bize aktarıyor.

Sekiz yüzyıl boyunca İslam kültür ve medeniyetinin batı ucunu ifade eden Endülüs birçok bakımdan ortaya koyduğu ilim ve irfan birikimiyle hâlâ aşılamamış bir çıtayı işaretler bize.

İbn Bacce’den İbn Hazm’a, İbni Arabi’den İbn Tufeyl’e yetiştirdiği filozof, sufi ve fakihlerle canlı bir tartışmanın ve kültürel ortamın yurdudur Endülüs.

Ve elbette 1492’de Gırnata’nın düşmesiyle, yani Müslüman coğrafyanın Batı’daki bu ileri karakolunun bu coğrafyadan koparılmasıyla başlatabileceğimiz bir yaralı hal de hepimize musallat olmuştur.

Mehmet Özdemir Hoca 3 ciltlik kitabında Endülüslü Müslümanların siyasi, medeni, ilmi ve kültürel tarihini bize aktarıyor.

(Endülüs Müslümanları, 3 cilt, TDV, 1997)

Felsefede Metafor: Hayy Bin Yakzan

İslam Felsefesinde Metaforik Üslup, Mehmet Harmancı, Hece, 2012.
İslam Felsefesinde Metaforik Üslup, Mehmet Harmancı, Hece, 2012.

Hayy bin Yakzan’ın taşıdığı özel anlatı üslubu ile ilgili olarak birçok farklı değerlendirme yapılagelir.

Kimi bu metni, İslam felsefesinde İbn Sina’nın anlatılarının devamında alegorik bir anlatı olarak nitelerken kimileri de istiare, metafor vb. başka deyişlerle metnin anlatı formunu çözümlemeye çalışır.

İbn Tufeyl’in Hayy bin Yakzan’ının aslen felsefi bir tahkiye yöntemi olan metaforik anlatı özellikleri sergileyerek kendisinden önce gelen alegorik anlatılardan ayrıştığını belirleyen Mehmet Harmancı eserinde bu metaforik üslubun Hayy bin Yakzan örneğinde bir çözümlemesini üretmeye gayret ediyor.

(İslam Felsefesinde Metaforik Üslup, Mehmet Harmancı, Hece, 2012)

Modernliğin Kalbinde Hayy Bin Yakzan

Avner Ben-Zaken, en saf oto-didaktik bir metin olarak ele alınabilecek Hayy bin Yakzan’ın modern Avrupa kültüründeki dolaşımı ve alımlanmasını irdeliyor.
Avner Ben-Zaken, en saf oto-didaktik bir metin olarak ele alınabilecek Hayy bin Yakzan’ın modern Avrupa kültüründeki dolaşımı ve alımlanmasını irdeliyor.

Otodidaktizm, modernliğin kurucu temel kavramlarından biri olarak görülebilir.

Otodidaktizm, sadece geleneksel entelektüel otoritelerin reddini içermez; aynı zamanda Avrupa’da modern çağlarda yükselen deneyselci yaklaşımlara da işaret eder.

Avner Ben-Zaken, en saf oto-didaktik bir metin olarak ele alınabilecek Hayy bin Yakzan’ın modern Avrupa kültüründeki dolaşımı ve alımlanmasını irdeliyor.

Böylelikle otodidaktizmin ve deneyselciliğin kültürlerarası alışverişte nasıl yeniden biçimlendirildiğini, Hayy bin Yakzan’ın bu kültürlerarası etkileşim çerçevesinde ne tür uyarlamalara ve uygulamalara maruz bırakıldığını çözümlüyor.

(Hayy bin Yakzan’ı Okumak, Avner Ben-Zaken, çev. Yavuz Alogan, İthaki, 2017)