Issız adaya düşen ıssız adamların da sahibine arz ederim

Ucu başı zor bulunur cinsten bir insanlık ve insansızlık meselesi. Kölelerin yarattığı efendilerin kölelerden daha da derin acziyeti.
Ucu başı zor bulunur cinsten bir insanlık ve insansızlık meselesi. Kölelerin yarattığı efendilerin kölelerden daha da derin acziyeti.

Robinsonun demokrasisi ve hukuku günlük kaygıların faydasına çalışırken, Hay mevcuda güvenen yeni bir demokrasi veya bir anlam aradı.

"Üzerine gece karanlığı basınca, bir yıldız gördü. ‘İşte Rabbim!' dedi. Yıldız batınca da, ‘Ben öyle batanları sevmem' dedi. Ay'ı doğarken görünce de, ‘İşte Rabbim!' dedi. Ay da batınca, ‘Andolsun ki, Rabbim bana doğru yolu göstermezse, mutlaka ben de sapıklardan olurum' dedi.

Güneşi doğarken görünce de, ‘İşte benim Rabbim! Bu daha büyük' dedi. O da batınca (kavmine dönüp), ‘Ey kavmim! Ben sizin Allah'a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım' dedi. Ben, hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm." (Enam 77-79)

Medeniyetler çatışması yeni bir teori olsa da tarihsel pratiği yadsınamaz bir gerçeklik. Malûm olan; insandan tanımlanır medeniyet dediğin. Gerek İslam'ın gerekse Batı'nın dönüşüm döneminde, her iki medeniyetin temel özelliklerinin, aynı atmosferde kendilerine dair ne anlattıklarını dinlemek için iki kitap karşılaştırması bu. Sadece iki kitap değil; iki insan, iki fikir, iki uygarlık, hâlâ süren ve dünyayı ikiye ayıran iki varoluşsal kaygı, sorunlara karşı iki farklı çözüm arayışı, tarihsel pratiğin iki farklı tasvir alanı...

Robinson, kıyıya yaklaşan geminin kaptan ve mürettebatını esir alarak efendiliğini büyütendi! Fakat biz şüphesiz iman ederiz ki tüm efendilerin medeniyetini de Hay'ın efendisi var etti!


Doğu ve Batı. Birer yön olmanın ötesinde binlerce metafor ve arketip barındıran medeniyet çatışması. Tek başına iki medeniyete ölçü olmaya yetmeyecek olsa da Hay b. Yaksan İslam medeniyeti için, Robinson Crouse ise Batı medeniyeti için örnek karakterleri yaratarak, temel argümanlarını, doğal durumlarını en iyi temsil eden tipolojilerle sunar: Biri Endülüs edebiyatının 13. yüzyılında diğeri Batı'nın 18. yüzyılında iki ayrı adaya düşen iki medeniyet masalı. İbrahim'ce hakikat arayan Hayy ile Ebu Cehil'ce köle arayan Robinson'dan başlayıp derinleşen anlayış ve anlayışsızlık meselesi.

Tanpınar'ın "Müslüman aleminin tek romanı" olarak edebiyata kazıdığı İbn Tufeyl'in ıssız adasına karşın; sömürgeciliğin, koloniciliğin mimarı İngilizlerin Daniel Defoe'sunun ıssız adası. Merhum kıymetimiz Şerif Mardin'in, Doğu- Batı medeniyet karşılaştırması olarak mihenk aldığı ıssız kahramanların, temsil ettikleri ahlâki ve siyasi birikimlerle günümüze kadar süren farkları oluşturan prototipleri. Issız adaya düşen insan olmadan, insanın içine düşen ıssızlığın farkında olanlar için, Doğu-Batı medeniyetleri arasındaki temel etik farkın, madde ve mananın vücuda geliş hikâyesi... Biri insan olmaya diğeri insan satmaya: Hay prensesin oğlu, Yaksan ise memnu aşkı. Babasından korkan prenses, oğlu Hay'ı bir sandıkla Allah'a emanet bir okyanusa salar.

Tanpınar'ın "Müslüman aleminin tek romanı" olarak edebiyata kazıdığı İbn Tufeyl'in ıssız adasına karşın; sömürgeciliğin, koloniciliğin mimarı İngilizlerin Daniel Defoe'sunun ıssız adası.
Tanpınar'ın "Müslüman aleminin tek romanı" olarak edebiyata kazıdığı İbn Tufeyl'in ıssız adasına karşın; sömürgeciliğin, koloniciliğin mimarı İngilizlerin Daniel Defoe'sunun ıssız adası.

Allah'a emanet! Edemeyen bilmez bu güveni! "Rabbim, bu çocuğu yoktan var ettin. Rahim karanlığında rızkını verdin. Dünyaya gelinceye değin büyümesini, gelişmesini sağladın. Şimdi acımasız ve zalim sultanın zulüm ve azgınlığından korkarak onu yine senin koruyuculuğuna teslim ediyorum. Onu kurtarmanı, korumanı diliyorum. Lütfeyle..." (Hay b. Yaksan)

  • Robinson ise İngiltere'de yaşayan orta sınıf burjuva bir aileden çıkıp, kendi iradesiyle ve zengin olma umuduyla, boynuna zincir vurduğu "siyah" insanı Güney Amerika limanlarında satma hayaliyle düşer 30 yıllık esarete.

İşte böylece başlar söylenceler; biri hikmetten diğeri gafletten! Uşaklar Efendilerinin Yaratıcıları Efendiler mi uşakları yarattı uşaklar mı efendileri? Yumurta mı tavuktan çıkar tavuk mu yumurtadan misali çözümsüz bir dikotomi bu. Ucu başı zor bulunur cinsten bir insanlık ve insansızlık meselesi. Kölelerin yarattığı efendilerin kölelerden daha da derin acziyeti. Tanrı'sını yaratanların "efendilik esareti" yanında zaten var olan Rabb'ini bulanın efendisinin asaleti! Robinson, bu "efendilik esareti" gereği, hiçbir zaman adasıyla yetinmeyip sürekli karşı adaları düşlerken, esir olduğu yerde bile esaret altına alma derdindedir tıpkı döneminin Batı medeniyeti gibi. Adası onun tahakküm alanı, ego savaşı... Topraktan yıldızlara kadar kendisine bahşedilmiş tüm lütufları... Kendisi ise onlara sahip olmayı lütuf sayarken, basiretsizliği ile dolup taşmış ıssızlığı...

Hay'ın adası ise 13. yy İslam ışığından maddeye yansıyan organik bağın zarafetiyle süslenmiş. Canlılar Hay'ın ihtiyaçlarını sağlayan alelade objeler değil. Ceylan, önce memelerinden beslendiği sonra ölüm acısıyla varoluşu ve ölümü sorgulamasına neden olan annesi, su sebebi, toprak vatanı, otluklar yuvası... Hay'ın adası, tevekkül edip bir mucizeyi anlamaya çalışırken, Robinson efendilik acziyetiyle kendisini adanın kralı ilan etti. Çünkü efendi olmaya çalışanların kölelerini kaybetme korkusu ile zorlaştırdıkları yaşam tüm efendiler gibi onun da anlayabileceği mesafenin çok yukarısındaydı. Bu yüzden silahına sarıldı, tek dostunu esir aldı, dinini değiştirdi. Onu "Batı Medeniyeti" ile tanıştırdı ve "iyi bir uşak" olmanın inceliklerini öğretti. Malûmdur ki efendi olmanın bir davranış şekli bulunmaz; efendi olmak, uşaklığı kabul edenlerin davranış şekli ile oluşur. Köleler olmadan efendiler yoktur. Robinson da tıpkı medeniyeti gibi önce kölesini köleliğine ikna etti, sonra efendiliğe kendisini.

 Robinson, bu "efendilik esareti" gereği, hiçbir zaman adasıyla yetinmeyip sürekli karşı adaları düşlerken, esir olduğu yerde bile esaret altına alma derdindedir tıpkı döneminin Batı medeniyeti gibi.
Robinson, bu "efendilik esareti" gereği, hiçbir zaman adasıyla yetinmeyip sürekli karşı adaları düşlerken, esir olduğu yerde bile esaret altına alma derdindedir tıpkı döneminin Batı medeniyeti gibi.

Hâl böyle olunca bu kemikleşmiş ayrımlar, aynı kaderi paylaşan iki ıssız adamı iki medeniyete ayırdı: Robinson pragmatizmdi artık; Hay ise saf bir iyilik hâli. Robinson'un, demokrasisi, hukuğu, günlük kaygıları faydasına çalışırken; Hay mevcuda güvenen, yeni bir demokrasi veya yeni bir fayda ihtiyacı olmadığını bilen bilgelikti.

Robinson hakimiyet, Hay anlam aradı. Robinson, kendi dışında olan ne varsa hükmü altına almaya; Hayy hükmün sahibinin hükmü altına girmeye çalıştı.

Robinson zamanı ve mekânı kontrol ederek adada krallık kurarken; Hay başta coğrafya olmak üzere nesnenin mükemmel yaratılışına, zerredeki nizamına ve varoluştaki mucizeye aşıktı. Robinson adada değişmedi. Geldiği gibi bencil kaldı. Hay varlığının içindeki iyiliği hikmet ile süsledi, çoğaldı. Hay, doğa ve hayat kaynaklı bir medeniyeti deneme yanılma yöntemiyle kurmaya çalışan bir kaşif, Robinson ise doğa ve hayata hükmeden ve onları kendi misyonuyla kullanan bir medeniyet simsarıydı.

  • Hay bir fikri temsil ediyordu ve bu yüzden kendisi başlı başına bir misyondu, Kierkegaard'ın İbrahim için dediği gibi "imanın kalesi"ydi. Robinson ise kopyalayarak yayılma yolunda, fikir sahibi bir misyoner değil fikir erozyonuna neden olan bir misyonerdi.

Hay, ceylan annesinin ölümüyle, "Ruhu var eden ne? Önce zaman mı yoksa mekân mı vardı? Ölü ceylanın içinden çıkan sevgi nereye gitti? Gökteki yıldızların sonu neredeydi?" gibi yüzlerce soruyla, varlığın içindeki ölümsüz olanı bulup, efendisiyle büyürken; Robinson, kıyıya yaklaşan geminin kaptan ve mürettebatını esir alarak efendiliğini büyütendi!

Fakat biz şüphesiz iman ederiz ki tüm efendilerin medeniyetini de Hay'ın efendisi var etti! Biz şüphesiz iman ederiz ki: "Bütün bu işler, gövdeyi geçici bir süre için yurt edinen ve sonra onu terk eden şeyin eseriydi. O şey için gövde, kendisinin hayvanlarla döğüşmek üzere edindiği sopa gibi bir araçtan başka bir şey değildi." (Hay b. Yaksan)