İşte bu, Müslüman dünyanın spekülatif kurgu geleneğidir!

Muhammad Aurangzeb Ahmad, Washington Üniversitesi’nde bilgisayar bilimi doçenti, aynı zamanda Groupon’da kıdemli bir bilim adamı, bir mucit ve sanatçıdır.
Muhammad Aurangzeb Ahmad, Washington Üniversitesi’nde bilgisayar bilimi doçenti, aynı zamanda Groupon’da kıdemli bir bilim adamı, bir mucit ve sanatçıdır.

Spekülatif kurgu genel itibariyle Avrupa Romantizmi ile beraber anılır ve Sanayi Devrimi’ne karşı bir tepki olarak okunur. Ama Müslümanların asırlar boyu (bu türde) yazdıkları hususunda bu metin bir şey gösteriyorsa, o da şudur: Fantastik teknolojilerin, ütopik toplumsal düzenlerin ve akıl-makine-hayvan arasındaki sınırların muğlaklaşmasının hayalini kurmak Batı’nın tekelinde değildir.

Muhammad Aurangzeb Ahmad, Washington Üniversitesi’nde bilgisayar bilimi doçenti, aynı zamanda Groupon’da kıdemli bir bilim adamı, bir mucit ve sanatçıdır. Uzmanlık alanları davranışsal modelleme, makine öğrenimi ve doğal dil işleme olan Ahmad’ın, 2017 yılında İngilizce yayın yapan AEON adlı bir online dergide yayımlanan bu yazısı, Batı’da bilinenin aksine, Müslüman dünyanın bilim kurgu ve spekülatif kurgu geleneğinin oldukça eskiye dayandığını örnek metinler üzerinden öne sürüyor. İslam dünyasından, klasik ve modern dönemlere ait, bilim kurgu türünde farklı metinleri inceleyen yazar, Avrupa Romantizmi ile beraber anılan ve Sanayi Devrimi’ne karşı bir tepki olarak okunan spekülatif kurgunun Batı dünyasının tek elinde olmadığının altını çiziyor.

Çeviren: Ahmet Ölmez

Bin Bir Gece Masalları kitabını -8. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar uzanan İslam’ın Altın Çağı’nda derlenmiş hikâyeler- açın ve kitabın nasıl yukarıda bahsettiğimiz anlatılar ve daha fazlasıyla dolup taştığını görün.
Bin Bir Gece Masalları kitabını -8. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar uzanan İslam’ın Altın Çağı’nda derlenmiş hikâyeler- açın ve kitabın nasıl yukarıda bahsettiğimiz anlatılar ve daha fazlasıyla dolup taştığını görün.

Görünmez adamların, zamanda seyahatin, uçan cihazların ve diğer gezegenlere maceraların Avrupa yahut “Batı” hayal dünyasından çıkma bir şey olduğunu mu zannediyorsunuz? O hâlde Bin Bir Gece Masalları kitabını -8. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar uzanan İslam’ın Altın Çağı’nda derlenmiş hikâyeler- açın ve kitabın nasıl yukarıda bahsettiğimiz anlatılar ve daha fazlasıyla dolup taştığını görün. Batılı okurlar genelde Müslüman dünyanın spekülatif kurgusunu görmezden gelirler. Bu tabiri geniş anlamda kullanıyorum ki gerçek veya hayali kültürel veya bilimsel gelişmeleri içeren bütün öyküleri ihtiva edebilsin. İslam Medeniyetinin bu türe ilk atılımları, Altın Çağın sunduğu kültürel çeşitlilik süresince hayal edilen ütopyalardır. İslam toprakları, Arap Yarımadası’ndan taşıp İspanya ve Hindistan gibi bölgelere kadar uzanınca, edebiyat da bu kadar çok kültürü ve toplumu nasıl bir araya getirebileceği sorusunun cevabını aramaya başladı.

İslam Medeniyetinin bu türe ilk atılımları, Altın Çağın sunduğu kültürel çeşitlilik süresince hayal edilen ütopyalardır.
İslam Medeniyetinin bu türe ilk atılımları, Altın Çağın sunduğu kültürel çeşitlilik süresince hayal edilen ütopyalardır.
Batılı okurlar genelde Müslüman dünyanın spekülatif kurgusunu görmezden gelirler.

Faziletli Şehir (El-Medinetü’l Fazıla) dokuzuncu yüzyılda âlim Farabi tarafından yazılmıştır ve yeni doğan İslam medeniyetinin ürettiği erken dönem büyük metinlerden biridir. Platon’un Devlet eserinin etkisi altında yazılan bu eser, Müslüman filozoflar tarafından yönetilen mükemmel bir dünya hayalini kuruyor ve İslam dünyası için bir yönetim şablonu barındırıyor. Siyaset felsefesi gibi aklın değeri hakkındaki tartışmalar da o dönemdeki İslami yazının temel meselelerinden biridir. İlk Arapça roman, Kendine Öğreten Filozof (Hayy ibn Yakzan, kelimenin tam anlamıyla uyanığın oğlu diri) İbn Tufeyl adında 12. yüzyılda İspanya’da yaşayan Müslüman bir hekim tarafından yazılmıştır. Esere, kurgusu itibariyle bir nevi Arap Robinson Crusoe denebilir ve akıllı bir varlığın, harici bir etki altında olmadan, kâinat hakkında nasıl bilgi edinebileceği hususunda bir düşünce deneyi olarak da okunabilir.

“Sultana’nın Rüyası” (1905) öyküsü “Kadın Ülkesi” adında mitolojik bir âlemde geçmektedir.
“Sultana’nın Rüyası” (1905) öyküsü “Kadın Ülkesi” adında mitolojik bir âlemde geçmektedir.

Issız bir adada bir ceylan tarafından yetiştirilen bir erkek çocuğunu ele alıyor bu roman. Bu çocuk, yolunu kaybetmiş birine denk gelene kadar insan kültürü ve inanışı hususunda herhangi bir bilgi sahibi değildir. Kitaptaki birçok tema -insan tabiatı, deneycilik, hayatın anlamı, bireyin toplumdaki görevi- son dönem Aydınlanmacı devrin filozoflarının dert edindiği meseleleri bir ucundan ele alıyor. Buna John Locke ve Immanuel Kant da dâhildir. Ayrıca elimizde olan ilk feminist bilim kurgu çalışmalarına da yine İslam medeniyeti sayesinde sahibiz. Bengalli yazar ve aktivist olan Rokeya Sakhawat Hussain’in yazdığı “Sultana’nın Rüyası” (1905) öyküsü “Kadın Ülkesi” adında mitolojik bir âlemde geçmektedir.

Bu âlemde cinsiyetlere biçilen roller yer değiştirmiştir. Bilime olan yatkınlığını kullanan kadınlar, erkekleri baskılamış ve aynı zamanda da dünyayı yönetmeye başlamıştır. (Erkekler aptalca davranarak kadının öğrenmesini “duygusal bir kabul” addetmiş ve görmezden gelmiştir). Netice olarak ortaya çıkan dünya çok daha barışçıl ve huzurludur. Bir noktada o âleme ziyarete gelen Sultana, insanların kendisine bakıp kıkırdadığının farkına varır. Kılavuzu kendisine şöyle bir açıklamada bulunur:

  • “Kadınlar sizin çok erkeksi olduğunuzu söylüyor.”
  • “Erkeksi mi?” dedim, “Nasıl yani?”
  • “Yani erkekler gibi utangaç ve çekingensin.”

Bunun üzerine Sultana bu cinsiyet dengesizliği hususunda daha fazla bilgi edinmek ister:

Ona “Erkekler nerede?” diye sordum.

“Ait olduğu yerlerdeler, olmaları gerektikleri yerde.”

“Tam olarak ‘ait olduğu yerlerdeler’ derken ne demek istiyorsunuz?”

“Ah, benim hatam, geleneklerimizi bilemezsiniz tabii, nereden bilebilirsiniz ki? Biz erkeklerimizi evden çıkarmayız.”

19. yüzyıla ait bir 1001 Gece Masalları nüshasından alınmış, sihirli bir halıyla İstanbul’un üstünde uçan bir çifti resmeden minyatür.
19. yüzyıla ait bir 1001 Gece Masalları nüshasından alınmış, sihirli bir halıyla İstanbul’un üstünde uçan bir çifti resmeden minyatür.

Yirminci yüzyılın başında ise, Müslüman dünyasında spekülatif kurgu Batı sömürgeciliğine karşı bir nevi direniş hareketi olarak yükseldi. Mesela Hausaca dilinde yazan Nijeryalı yazar Muhammadu Bello Kagara, Gand’oki (1934) adında, alternatif bir Batı Afrika’da geçen, bir roman yazmıştır. Romanda yerliler Britanyalı sömürgeciler ile mücadele içindedir, ama bu dünyada cinler ve başka tür gizemli yaratıklar da vardır. Müteakip yüzyıllarda Batılı imparatorluklar parçalanmaya başladığı vakit, siyasi ütopya temasına hususi bir tür siyasi karamsarlık da katık edilmiştir. Faslı yazar Muhammad Aziz Lahbabi’nin Hayat İksiri (1974) eserinin merkezinde mesela, ölümsüzlük veren bir iksirin keşfi vardır.

Ahmed Saadawi’nin Frankenstein Bağdat’ta romanında Frankenstein’ı günümüzdeki Irak’ta, 2001 işgalinin kalıntılarında görüyoruz.
Ahmed Saadawi’nin Frankenstein Bağdat’ta romanında Frankenstein’ı günümüzdeki Irak’ta, 2001 işgalinin kalıntılarında görüyoruz.

Bu iksir topluma ümit ve neşe vermesi gerekirken, sınıf ayrılmalarına, isyanlara ve sosyal yapının dağılmasına sebep olmuştur. Müslüman kültürlerde bundan daha da karanlık olan kurguları günümüzde görebiliyoruz artık. Ahmed Saadawi’nin Frankenstein Bağdat’ta romanında Frankenstein’ı günümüzdeki Irak’ta, 2001 işgalinin kalıntılarında görüyoruz. Bu bir tür uyarlama da olan “yeniden anlatım”da, Frankenstein’ın bedeni, etnik veya dini şiddet sebebiyle ölen kimselerin uzuvlarından inşa edilmiştir. Bu yaratık da sonradan diğeri gibi saldırganlaşır. Bu süreçte roman savaşın anlamsızlığını ve masum kimselerin ölümünü işlemiştir.

Birleşmiş Arap Emirlikleri’nde, Noura Al Noman’ın genç yetişkin romanı Ajwan, (2012) genç “yüzergezer” bir uzaylının kaçırılmış oğlunu geri almak için verdiği mücadeleyi anlatıyor. Mülteciler ve siyasi endoktrinasyon gibi konulara değinen kitabın televizyon dizisi olarak ekrana gelmesi de planlanıyor. Suudi Arabistan’da, İbrahim Abbas ve Yaser Behçet’in ilk bilim kurgu romanı olan HWJN (2013) cinsiyet ilişkileri, dini bağnazlık ve cehalet konularına değinmekle beraber, ayrıca paralel bir boyutta varlığını sürdüren cinler için natüralist bir açıklama getirmektedir.

  • Mısırlı yazar Ahmed Tevfik’in kasvetli romanı Ütopya (2008) ise 2023 yılında geçiyor ve ülkenin ekonomik ve toplumsal çöküşünden sonra ülkenin geriye çekilen toplumsal üst tabakasını kapalı bir topluluk olarak hayal ediyor.

Arap Baharı sonrası Mısır’da, romancı Basma Abdülaziz ise Sıra (2016) adlı romanında kafkaesk bir dünya kuruyor. Bu kitap başarısız bir başkaldırma eyleminin sonrasını ele alıyor. Kitabın kurgusu, tuhaf ve zalim bir diktatörlüğün hâkimiyeti altında kalan çaresiz insanların hayatını sürdürme çabasını ele alıyor. Sonuç olarak, spekülatif kurgu genel itibarıyla Avrupa Romantizmi ile beraber anılır ve Sanayi Devrimi’ne karşı bir tepki olarak okunur.

Ama Müslümanların asırlar boyu (bu türde) yazdıkları hususunda bu metin bir şey gösteriyorsa, o da şudur: Fantastik teknolojilerin, ütopik toplumsal düzenlerin ve akıl-makine-hayvan arasındaki sınırların muğlaklaşmasının hayalini kurmak Batı’nın tekelinde değildir.