'İsyan ahlâkı'nın temelinde nasibini onaylamak vardır

İnsan ancak kendini, bulunduğu yeri eksiğiyle, hatasıyla en doğru kabul eder ve benimserse, kendini aşmak için bir güç ve motivasyon bulabilir.
İnsan ancak kendini, bulunduğu yeri eksiğiyle, hatasıyla en doğru kabul eder ve benimserse, kendini aşmak için bir güç ve motivasyon bulabilir.

Prof. Dr. Erol Göka ve Rıdvan Tulum, Çabuk Konuşma'da bu ay, insanın bulunduğu yeri neden doğru yer olarak gördüğünü, doğru yerde bulunduğunu düşünen insanın sabit kalmayı mı yoksa ilerlemeyi mi tercih edeceğini konuştular. Rıdvan Tulum sordu, Erol Göka Hoca cevapladı.

Hocam merhaba, size yazmadan 2-3 dakika önce aklıma düştü bu konu. Bunu konuşalım istiyorum: İnsan, bulunduğu yeri neden en doğru yer olarak görür?

Cevabımın ilk bölümü, aaa öyle mi? Çünkü ben tam da kendimi ve bulunduğum yeri öyle görüyorum, çoğu insanı da böyle görmedikleri için eleştiriyorum. Demek ki bu eleştirim geçersizmiş, çoğu insan da benim gibiymiş... Evet, dersen cevabımın ikinci kısmına yani neden böyle olduğunu anlatmaya geçeyim...

Peşin bir evet...

Öncelikle pek sevindim, ben zaten sever ve güvenirim sıradan ve ortalama insan kardeşlerime. Demek ki yanılmıyormuşum. Rıdvancığım, bulunduğumuz yeri en doğru ve en iyi görürüz, yetmez kendimizi her daim haklı görürüz. Kocaman pragmatizm felsefesi bu tez üzerine yükselir. Zira yeni bir inşa için, yaşamayı gönül rahatlığıyla sürdürebilmek için böyle bir inanç zemini gerekir. Bulunduğumuz yeri doğru, kendimizi haklı görmezsek ileriye doğru nasıl adım atabileceğiz? Kaderiyle barışık olmalı, nasibine rıza göstermeli insan derken de aslında biraz kastımız bu değil midir?

En doğru yerde bulunduğunu düşünen, başka yerlerden gelene kulağını tıkamaz mı? Adam, en doğru yerde olduğuna kendini inandırmış, buradan bir "ilerleme" gerçekleşir mi?

Güzel sorular, cevaplamaya çalışayım... Kardeş Marksistlerin diyalektik bakışında "yansımanın yadsınması" ya da "inkârın inkârı" diye bir ilke var. Senin bu sorularının benzerleri orada da bulunuyor. Onlar bireysel ve toplumsal değişimin bulunulan yerin inkârı temelinde olduğunu, aksi hâlde gelişme olamayacağını düşünüyorlar. Bence yanılıyorlar. Çünkü...

Çünkü?..

İnsan ancak kendini, bulunduğu yeri eksiğiyle, hatasıyla en doğru kabul eder ve benimserse, kendini aşmak için bir güç ve motivasyon bulabilir. Kendini aşmaya teşebbüs edebilir.

Bulunduğumuz yeri eksiğiyle kabul etmek...

Yani yadsımanın yadsınması değil nasiplenmeden nasip üretme ilkesi geçerli. İyilik yaparak insanlığını geliştirme, olgunlaştırma gibi bir ilke bu... İnsan elinde bulunduğu imkânları inkâr ederek, bir şeyim yok, durumum çok kötü diyerek nasıl kendisini daha iyiye motive edebilir ben anlayamam. Haaa, kendisini ve potansiyellerini daha iyiye doğru geliştirebileceğini görür ama dünyadaki adaletsizliklerin buna mani olduğunu anlar, ona uygun bir isyan ahlâkına bağlanabilir. Onu anlarım elbette ama isyan ahlâkının temelinde bile nasibini onaylamak vardır görebilene. İsyan ahlâkının insanı, ben ki Allah'ın yeryüzündeki emanetçisi, varlıkların en şereflisi insanım, sen bana bunları nasıl yaparsın diye haykırmaz mı?

Eyvallah hocam. İsyan ahlâkının temelinde bile nasibini onaylamak vardır. Büyük ve güzel bir cümle bu.

Teşekkür ederim, anlatmaya çalıştığım şeyin özeti bir nevi...

Hocam, bu konuyu aslında şu yüzden açtım: Türkiye'de mahalleler, cenahlar, adına ne dersek diyelim ve herhangi bir konuda, kendilerini en doğru yerde görüyorlar. Ortada çok fazla "doğru" var.

Evet, evet. Konformizm diye bir bela var ve maalesef bu çok yaygın... Burada insani bir potansiyelden ziyade insani bir zaaf görüyorum. Tembellik, miskinlik, zayıflığını örtme, berbatlığı meşrulaştırma bu tavır kaderine rıza gösterme asla değil... Bunların ayrımını iyi yapmak lazım.

Nasıl yapılabilir ki bu ayrım...

İnsan odur ki, hem verilidir, bu nedenle mütemadiyen şükür gerektirir ama aynı zamanda kendisine ve yaşadığı ortama eleştirel bakabilen, tövbe kapısının önünde beklediğini bilendir. Bu ikisi yani mücadele ve teslimiyet aynı anda, aynı zamanda olmak zorundadır. Ben bir yapının içinde değilim ama olsaydım her zaman hem şeyhimden hem topluluğumdan dolayı kaygılanırdım, acaba doğru yolda mıyım diye... Tabii bu kaygılı hâlim şükrüme mani olmazdı.

"Ben sevemezsem sevmek kimselerin elinden gelemez." dizesi aslında. Doğru yeri, kaygıyla birlikte tanımlayan, buluşturan şey.

Kesinlikle... Kaygı ve endişe arasında olmak, hüzünlülüktür en çok yakışan bize... Huzur da odur. Huzurlu olmak, huzurda olmaktır, sinirleri alınmış bir sükûnet değildir, derin kaygıyı hep barındırır.

Eyvallah Hocam. Derin bir kaygı. Bu kaygı da sanırım, Ergin Günçe'nin "özlediğim şeylerin adları saymakla tükenmez" dizesinde de var. Aklıma bu geldi birden sizin cümlenizden hareketle...

Eksiğiz kardeş, tamamlanmak için buradayız, özlemin kaynağı odur.

Konuşmanın final cümlesi bu hocam, daha da üstüne konuşamam.

Eyvallah kardeş.