İstanbul sokaklarının unutulmaz çocukları: Külhanbeyleri hayatı ve gelenekleri

Külhanbeyleri, tulumbacılarla birlikte yangına gider, bazen beygir sürücülüğü yaparlardı. İçlerinde hırsızlık da yapanlar olmasına rağmen, bunlar bir dilim peynir, iki kesme şeker gibi aşırmalar olduğundan halk çoğu zaman hoşgörü ile karşılardı.
- "ekmek, dostluk, hürriyet peşindeyim"
- (M.Eloğlu, Kaldırım Mühendisi)
TDK'nın dediğine göre kendine özgü giyinişi olan, argo konuşan, başıboş, haylaz delikanlı, serseri, hayta anlamlarına gelen külhanbeyi kavramının arka planında ise köklü bir geçmiş ve itibarlı bir zümre var. 1683-1846 yılları arası ocak olarak varlığını sürdüren, aykırı bir sınıf olarak kabul gören külhanbeylerinin ortaya çıkışı ve zapt edilişi Osmanlı'nın sosyal devlet anlayışı sayesinde olmuştur. Külhanbeyleri, ekseriyetle ailesi olmayan, yersiz yurtsuz çocuklardır. İyiliksever hamam sahipleri, soğuk kış günlerinde bu kimsesiz çocuklara acıyarak hamamlarının külhan bölümünde kalmalarına rıza gösterir. İşte bu yüzden adları, hamamların altında bulunan kapalı ve geniş ocak anlamına gelen külhan kelimesinden gelir. Belli bir ocak disiplini ile hareket eden külhan geleneğinin ortaya çıkışı İstanbul'da olmuştur. Fethinden kısa süre sonra yapılan Gedikpaşa Hamamı, İstanbul Külhanbeylerinin bir araya geldiği ilk yer olarak bilinir. Daha sonraları külhanlar arasında bir üst mercii hâline gelen bu hamamın Külhanbaşısı, diğer külhanlar arasındaki anlaşmazlıkları da çözen kişi olmuştur.
"Destebaşı" unvanlı bu kişilerin temel görevlerinden bir diğeri ise kimsesiz çocukları sınava tabi tutarak külhana kabul etmektir. İki aşamalı bu imtihanın ilk aşaması için külhanbeyi adayına eski, yırtık kıyafetler giydirilip eline torba verilir ve bu torbayı akşam düzenlenecek olan törende pilav ve helva yapılabilmesi için malzemeyle doldurması istenir. Torbayı doldurabilen aday ilk aşamayı geçmiş kabul edilir ve hazırlanan akşam yemeğinden yemeyip herkese su servisi yapar. Yemek sonrasında külhancı, bir lokma ekmeği tuza batırır, ritüelleri hâline gelmiş, bizim de Yeni Tasvîr-i Efkâr(1919) gazetesinde yayımlanışıyla haberdar olduğumuz şu şiiri okur: "Bu ocağın adı gerçek külhandır, Yersizlerle yurtsuzlara mekândır. Nice erler yetişmiştir külhandan, Kim bilir kim bugün nerede pinhandır. Ana baba bucağına sığmayan Yavrucaklar bu ocakta mihmandır. Pirimizdir bizim Koca Lâyhâr, Hak budur kim eşi gelmez sultandır. Hû çekelim Lâyhâr'ın ruhuna hû Anun için bay ü geda yeksandır" Şiiri okuduktan sonra lokmasını ağzına atar ve sofradakilere de şiiri tekrar ettirir.
İkinci aşama "kardeşlik töreni"dir. Bu tören için külhanbeyi adayına, ondan üç dört yaş büyük bir külhanbeyi ile adına "Lâyhâr'ın Kefeni" denilen büyük bir gömlek giydirilir ve külhancı tarafından külhandaki herkesin kardeş olduğuna dair bir konuşma yapılırdı. Konuşmanın, "...Bir anadan doğanlar, bir babadan olanlar birbirlerini boğazlar. Lâyhâr'ın evlâtları birbirlerini bir vücut bilirler. Bu kefene sağlığında girenler, ölünceye kadar birbirlerini ayrı görmezler." kısımları hayli dikkat çekicidir. Sonrasında Lâyhâr'ın ruhuna fatihâ okunur, o gece çocuklar aynı gömleğin içinde uyurdu. Burada parantez açıp külhanbeylerinin pîr olarak kabul ettiği Lâyhâr'a kısaca değinmemiz zannediyorum ki yerinde olacak. Rivayete göre Lâyhâr, Gazneli Mahmud (998-1030) döneminde bir hamamın külhanında yaşayan sürekli şarap tortusu içen, kimilerine göre ayyaş kimilerine göre sûfi bir zattır. Bir gün Gazne sultanlarının değer verdiği bir danışman ve şair olan Hâkim Senâî'nin yolu Lâyhâr ile kesişir. Şairle alay etmesi sebebiyle külhancı uyarılır çünkü Senâî, "padişahın arifi, âlim, fazıl ve gazi bir zattır".
Bunun üzerine Lâyhâr, "O âlim ve fazıl değil âciz bir zattır. Sultan olsaydı nefsine zebun olmazdı, âlim olsaydı dünya yükünden şatafatından da kurtulmuş olmalıydı. O âlim, fazıl ve şair değil, dünya zevkleri için kendi gibi bir âcize iltica etmiş bir zavallıdır. Her gün bir şeyler alırım ümidiyle Sultan'a methiyeler dizip ona yaltaklık ediyor. Saçma sapan sözler toplayıp şiir yazdım sanıyor" der. Bu sözler üzerine Senâî, dünya nimetlerinden elini ayağını çeker; zenginliğini, rütbesini, şöhretini bir kenara bırakarak inzivaya çekilip Lâyhâr gibi yaşamaya başlar.
Kimilerine göre nefisle savaşmayı maksat edindikleri için dilenen bu topluluk, kadın ve çocukları savunur, hamalların yüklerini sırtlanmalarına yardım ederlerdi.
İşte külhanilerin pîrinin hikâyesi budur. Peki, A.Hamdi Tanpınar'ın "Külhani Lâyhâr'ın yolundan giden bakımsız sefil, fakat kalpleri hayat neşesi ve dostluk bağları ile dolu avare çocuklar" dediği külhanbeyleri hayatlarını nasıl bir düzende sürdürmüştür biraz da bundan bahsedelim. Genellikle bir mesleğe yönelmeyen külhanbeyleri geçimlerini sağlamak için dilenerek yiyeceklerini çıkarırlardı. Kimilerine göre nefisle savaşmayı maksat edindikleri için dilenen bu topluluğun Yahudilere saldırmaları, seyyar satıcılardan bir şey istemeleri yasaktı. Bununla birlikte kadın ve çocukları savunur, hamalların yüklerini sırtlanmalarına yardım ederlerdi. Bazen tulumbacılarla birlikte yangına gider, bazen beygir sürücülüğü yaparlardı. İçlerinde hırsızlık da yapanlar olmasına rağmen, bunlar bir dilim peynir, iki kesme şeker gibi aşırmalar olduğundan halk çoğu zaman hoşgörü ile karşılardı.
Bir zamanlar İstanbul sokaklarının temizliğini de gönüllü olarak yapan bu grup, yoldan temizledikleri çamurlara karşılık gelen geçenden "helva parası" isterdi. Bu sebeple kendi argolarında çamur, ziyafet anlamına gelmektedir. Akşam olduğunda, herkesin hamama dönmesi beklenerek kapılar kapatılır ve yine son kişi gelene dek yemeğe başlanmazdı. Yemekten sonra ise dama, tavla, barbut gibi oyunlar oynanıp şarkı ve şiirler söylenir sonra da hazırlanan küller üzerinde uykuya dalarlardı. Zaman içinde yozlaşan dilenmekle yetinmeyip zor kullanmaya başlayan bu ocağa, Abdülmecid (1839-1861) döneminde son verilir. İstanbul hamamlarından bine yakın külhanbeyi toplanır ve aşağılanmadan, içinde bulunulan durum kendilerine izah edilir. Bunun neticesinde zor kullanılmadan 16 yaşından küçükler, orduya ayakkabı diken Kalavrahane'ye gönderilirken büyük olanları asker olarak görevlendirilir. Kendilerine ait konuşmaları, giyim tarzları, yaşayışları olan topluluk bu şekilde son bulur.
Ana Britannica'nın ilgili maddesindeki açıklamada, İstanbul'da sokak serserilerine verilen isim olarak geçen, külhanbeyleri hakkındaki bilgilerin günümüze ulaşmasını sağlayan en önemli kaynaklar ise Ebuzziya Tevfik'in Yeni Osmanlılar Tarihi ve Reşat Ekrem Koçu'nun İstanbul Ansiklopedisi olmuştur.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.