Kar molasında sosyoloji dersleri

Şoför sadece başını salladı, derin bir duman savurdu açık camdan dışarı.
Şoför sadece başını salladı, derin bir duman savurdu açık camdan dışarı.

Bir otobüsün içinde, gideceği yere ulaşmanın umudu ve heyecanı içinde olanların sessizliği var. Yolculuk biraz da içine yürümektir, diyorlar belki de hepsi hâl diliyle.

Dağların başındaki duman eksik olmasa da uzaklardan hafifçe görünüyor kar. Çok özlenmiş kar ama beyazlık biraz yüzünü gösterince hemen “çile” kelimesi de kar ile birlikte anılmaya başlıyor.

Bacası tütmeyen evleri gördükçe daha çok üşüyor içimiz. Kapıların eşiğine sıcak bir tebessüm bırakıyoruz kimseye görünmeden. İşte o zaman biraz ısınıyor içimiz.


Kardan çileler örerek geçiyor zaman. Kardan adamlar yapamıyoruz. Üşüyor ellerimiz, içimiz, dışımız. Bacası tütmeyen evleri gördükçe daha çok üşüyor içimiz. Kapıların eşiğine sıcak bir tebessüm bırakıyoruz kimseye görünmeden. İşte o zaman biraz ısınıyor içimiz. Bir otobüsün içinde, gideceği yere ulaşmanın umudu ve heyecanı içinde olanların sessizliği var. Yolculuk biraz da içine yürümektir, diyorlar belki de hepsi hâl diliyle. En önde oturan kadın hariç. İki çocuğu arkada, büyük kızı yanında. Üçü sessiz. Çocuklar bile. Yanındaki kızı Abdullah Yıldız’ın Dua kitabını okuyor, onu bırakıyor Kur’an’ı okumaya başlıyor. Anne sürekli konuşuyor. Önce kaptana bir laf attı. “Söndür o sigarayı!” dedi. Kaptan başını salladı sağa sola. Bir şey demedi.

Muavin kadının üçüncü uyarısında dayanamadı; “Kaptanlara sigara serbest.” dedi. Kadın inanmamış olacak ki; “Polisi görür görmez şikâyet edecem.” dedi. Şimdi kaptan da dayanamadı; “Açtım camı teyze. Bize serbest sigara.” dedi. Kadın bu kez sustu. Durdu, durdu, dayanamadı. “Şimdi sana Kürtçe bir şeyler söylemek gerek de ne yeri ne zamanı.” dedi. Şoför sadece başını salladı, derin bir duman savurdu açık camdan dışarı. Tüketilen yol bir anda trafik polisinin yolun tam ortasında belirmesiyle durdu, sessizlik yerini meraka bıraktı. Öndeki teyze hemen atıldı. “Neden durduk?” dedi. “Biz önce Sivas’a oradan Akdağmadeni’ne gideceğiz. Damat bizi Sivas’ta bekleyecek. Gecikirsek boşuna bekler durur.” Kadına kimse cevap vermedi. Yan koltukta oturan üniversite öğrencisine de aynı şeyleri söyledi. O da bir şey demedi. Bunun sıradan bir kontrol olduğuna inanan kaptan ve muavin çok da telaş etmedi.

Bir otobüsün içinde, gideceği yere ulaşmanın umudu ve heyecanı içinde olanların sessizliği var.
Bir otobüsün içinde, gideceği yere ulaşmanın umudu ve heyecanı içinde olanların sessizliği var.

Polisin, “Yolculuk burada bitiyor. Çekin otobüsü kenara.” demesi ile fısıltı bitti, gürültü başladı. Herkes ne olup bittiğini anlamaya çalışırken polisten bilgiyi alan muavin otobüsün içine girip seslendi: “Yollar tipiden kapalıymış. Bir süre burada bekleyeceğiz.” Otobüsü benzinliğe çekti kaptan. Bekleyen kamyonların ve arabaların aralarında otobüse bir yer bulundu. Dışarıda polis ve polisin etrafında bekleyen insanlar vardı. Meraklı gözlerle bir haber bekledi yolcular. Önde oturan kadın daha fazla dayanamadı, “Açın kapıyı, ben gidip soracağım polislere.” dedi. Muavin açtı kapıyı kadın sussun diye. Kadın çamurlara bata çıka gitti, polislerle konuştu. Asık bir yüzle geri döndü. “Sabaha kadar açılmazmış yol.” dedi. “On beş saat buradayız anlaşılan.” deyince bir yolcu, herkes telefonuna sarılıp yollarını gözleyenlere “yol” dediler, “tipi” dediler, polis dediler, “Hekimhan” dediler.

Yeni haberler geldikçe “Yağ Donduran” diye bir mevki ismi dolaşmaya başladı otobüste. Herkes bir anda öğrendi Yağ Donduran Geçidi’ni. Kar fazla yokmuş ama tipi varmış, tipi yolları kapatıyormuş, ekipler çalışıyormuş sürekli sözlerinin yankısında 1-3-8-10-15 saat geçti. Kadınlar ve çocuklar devletin şefkatli ellerine teslim olup öğretmenevine yerleştirildi. Erkekler otobüste üşümeye başlayınca kamyoncu lokantasının buharlı camlarından içeriyi süzüp ürkek adımlarla içeri girmeye başladı yolcular. Her masanın etrafında 5-6 adam, çoğu da kamyoncu, eski, cızırtılı bir televizyon, tam ortada harıl harıl yanan bir soba. Lokantanın içi sobanın aleviyle iyice ısınmış. Sobanın üstünde eski bir güğüm, etrafında yolda kalmış yolcular. Lokantaya yeni yolcular girdikçe patronun yüzünde belirgin bir gülümseme.

  • Herkes ne olup bittiğini anlamaya çalışırken polisten bilgiyi alan muavin otobüsün içine girip seslendi: “Yollar tipiden kapalıymış. Bir süre burada bekleyeceğiz.” Otobüsü benzinliğe çekti kaptan. Bekleyen kamyonların ve arabaların aralarında otobüse bir yer bulundu.


“Çayları tazele oğlum!” diye öyle bir bağırıyor ki; çocuk şahin gibi atılıyor çaydanlığın üstüne. Tepsiyi dolduruyor, “Değmesiinn!” diyerek dağıtıyor çayları. Kalabalık arttıkça; patron mutfağa yeni malzemeler getiriyor. Sohbetler ne kadar koyu olsa da herkesin gözü yoldan hiç ayrılmadı. İçeriye giren her polise umutlu gözlerle baktı yolcular. Polis hiçbir şey demeden çayını aldı gitti. 15. saatten sonra artık herkes birbiriyle kaynaşmaya başlamıştı. Polislerden gelecek haberlerden daha çok elinde telefonla Ankara’yı arayanlardaydı gözler. “Bakan müşavirini bağlayın bana!”dan tutun da “Ulaştırma Bakanı Müsteşarı” ile canlı bağlantı kurmaya çalışan kamyon şoförlerine bile şahit oldu yolcular. Samsunlu amca tostunu uzatırken torununa; “İşte bunlar hep yeni Türkiye.” dedi. Tuncelili kamyon şoförü yanında oturan delikanlının önce elindeki kitaba baktı, sonra genci süzdü baştan ayağa.

“Ben de çok kitap okurum. Ne kadar okusam da baktım ki kamyonda bulmuşum kendimi. Bu kadar kitap okudum da yollar mı çağıracaktı beni, dedim kendi kendime. Gittiğim şehirlerde gezerken sokaktaki kitapçılardan isimleri hoşuma giden kitapları aldım. Yoldaki Isaretler diye bir kitap gördüm Konya’daki kitapçıda. Yol deyince kemiklerim sızlar benim. İstedim kitabı. Sana yaramaz abi, dedi kitapçı. Sen ver kitabı dedim; aldım, cebime attım. Seyyid Kutub harbi adammış. Mert insan. Doğruyu söylemekten çekinmemiş hiç. Onun kitaplarını okudukça içimin açıldığını hissettim. İnsan olduğumu, daha çok da Müslüman olduğumu anlamaya başladım. ‘İslam sadece Arap insanının hürriyetini sağlayan bir ferman değildir. Yalnız Araplara mahsus bir din de değildir. İslam’ın konusu; bizzat insanın kendisidir. İnsan cinsidir... İslam’ın sahası yeryüzüdür. Bütünüyle kâinat onun sahasıdır.’ sözünü okuyunca anladım dinimin beni de kuşattığını. Daha sonra ‘İçinde yaşadığımız cahiliye toplumunu değiştirmek için ilk önce kendimizi değiştirmeliyiz.’ sözünü üstüme alındım ve cahilliğimden kurtulmak için okudum, okudum.”

Bütün bunları dinleyen genç, “Evet, ben de okuyayım Seyyid Kutub’u.” diyerek Tuncelilinin sohbetine ortak oldu. 20. saatte artık umutla umutsuzluk arasında gidip gelmeler başladı. Bıyığından, paltosundan, çizmesinden, başındaki deri şapkadan yılların şoförü olduğu belli olan adam sesini herkes duysun diye yükselterek; “Saat 15.00’e kadar izin çıktı çıktı. Eğer izin çıkmazsa bir gece daha buradayız.” dedi. Hemen telefonuna sarılanlar oldu. Yüzleri düşenler, gözleri ışıldayanlar oldu. Yağ Donduran’ı ilk defa duyanlar şoförlerin sohbetinden “Abdal Boğan Geçidi” ile de tanışmış oldu.

“Daha zorludur Abdal Boğan, orayı geçemez her araba. Hele hele küçük arabalar hiç geçemez tipi varsa.” sözünü duyanlar bir gece daha buralarda nasıl geçer diye soğuk ve karanlık hayallere daldılar. Herkesin sohbete, televizyona daldığı bir vakit dışarıdaki hareketlilikle herkes yerinden kalktı.

Sanki polislerden biri silahını çıkarmış da start vermiş gibi arabasına atlayan yola düştü. Önde küçük arabalar, sonra kamyon ve tırlar en arkada otobüsler. 25 saat beklemenin verdiği bıkkınlık ile arabalar büyük bir gayretle yola düştü. Yollar ilk başta temizdi. Yokuşlar başlayınca Abdal Boğan’da arabalar dökülmeye başladı. Biraz daha ilerleyince kamyonlar, daha sonra tırlar yolda kaldı. Otobüs bütün geçitleri aştı. Kaptan kendinden emin bir ses tonuyla; “Bizim geçemediğimiz yoldan kimse geçemez.” dedi. Otobüs yolları aştıkça yolcuların keyfi de yerine gelmeye başladı. Kaptan da müziğin sesini hafiften açıp keyifle yaktı sigarasını. En öndeki teyze bu kez sesini çıkarmadı kendine doğru gelen dumana. “Damat bekleye bekleye ağaç olmuştur.” dedi.