Kayıp

Her şey sona ermişti, sadece bir hafta önce aile evim olan yer şimdi, tüm hatıraların, umutların, anıların, hayatların altında kaldığı koca bir enkazdı.
Her şey sona ermişti, sadece bir hafta önce aile evim olan yer şimdi, tüm hatıraların, umutların, anıların, hayatların altında kaldığı koca bir enkazdı.

İnsanlar çaresizlik içinde Erdem Beyazıt’ın dediği gibi “Beton apartmanların sağır duvarlarını yumrukladı.” Yıkılmış evler arasında, parçalanmış hayatları ile yüzleşti. Umutlar tükendi, hayatlar yitip gitti…

İnsanın büyüdüğü ev bile sonradan büyük yaralar açarmış. Bunu daha yeni anladım.

Daha önceleri de kendi kendime “her şeyimi kaybettim” dediğim zamanlar olmuştu. Aslında kaybettiğim bir şey yoktu. Aslında her şey günlük koşuşturmacalar arasında ortaya çıkan aksiliklerden ibaretti. İş olmadı, borca girdim, başarısız oldum aslında bunlar ne kadar da sıradanmış. Tuhaf olansa bu cümleyi bu kadar kolay kurabilmemiz…

Bir yıl önce her şeye sahiptim. Daha doğrusu bunu söylemek acı ama herkese sahiptim. Mesela babam… Beyazlaşmış dalgalı saçları, eski toprak tavırları, şakaları, sahip olduğu güçlü duruşuyla evet gerçekten üstümdeki gölgeydi.

Annem vardı; dünyada bana hiç kimse böyle bakmamıştı. Gözlerindeki sevgiyi görürdünüz, içiniz ısınırdı. Elbette herkes için anne değerlidir. Ne de olsa bir annemiz olmasaydı bugün burada olamazdık.

Kardeşim; belki de dünyanın en iyi insanıydı. Güler yüzlü olmanın ötesinde gülümsetecek de bir şey mutlaka bulurdu. Birinin yüzünün asık olmasına içi el vermezdi.

Geçen yıl sadece bir gün önce her şey yerli yerindeyken, bir gün sonra her şey yerle bir oldu. Evet, o acı sabaha uyandığımız 6 Şubat günü…

Sabah 04.30 gibi çıktığım en uzun yolun sonunda akşam saatlerinde Kahramanmaraş’a varabilmiştim. Üflenen bir mum gibi tüm ışıklar sönmüş, koca şehrin altı üstüne gelmiş. Yerle bir olmuş aile evimin önünde durmuştum, zaman durmuştu, hayat durmuştu… Öylece donakalmıştım, havanın ne kadar soğuk olduğunu bile hissedemedim. Günler nasıl geçti bilmiyorum. Yıkıntılar arasından hayatta olan olmayan komşular birer birer çıkarıldı. Komşular, anneler, babalar, çocuklar…Hepsi tanıdığımız, sohbet ettiğimiz, bayramlaştığımız, şakalaştığımız, bildiğimiz insanlar… Hayatta olanlar umut oldu, kaybedilenler ile acımız… İnsanlar çaresizlik içinde Erdem Beyazıt’ın dediği gibi “Beton apartmanların sağır duvarlarını yumrukladı.” Yıkılmış evler arasında, parçalanmış hayatları ile yüzleşti. Umutlar tükendi, hayatlar yitip gitti…

Her şey sona ermişti, sadece bir hafta önce aile evim olan yer şimdi, tüm hatıraların, umutların, anıların, hayatların altında kaldığı koca bir enkazdı. Aklıma annemin çocukluğumuzdan bugüne kadar sakladığı eski fotoğrafların olduğu küçük sandık geldi. Hiçbir şeyin kalmadığı yerde en azından sığınacak birkaç parça hatıra teselli olur muydu bilmiyorum. Tekrar aile evim enkaza geldim. Molozlar, beton parçaları, kırık dökük neyin ne olduğu anlaşılmayan ufalanmış şeyler arasında sığınacak eski aile fotoğraflarını aradım. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, üstüm başım toz toprak içinde kaldı. Tek bir şey bile bulamadım. Yorulduğumu hissettim, biraz dinleneyim devam edeyim diye geçirdim içimden. Bu sırada üstünde bulunduğum yıkıntıdan evin neresinin nerede olduğunu anlamaya çalışıyordum. Şurası salon sanırım, burası arka oda olmalı öyleyse diye kendi kendime konuşurken o an tüm gerçeği fark ettim. Hani insanın başından aşağı kaynar su dökülürmüş ya, onun ne demek olduğunu o an anladım. Üzerinde durduğum, baktığım, bir teselli aradığım şey aile evimdi. Ve ben her şeyimi kaybetmiştim. Kendi kendime “Bir buçuk ay sonra bayram, ben bundan sonra nereye giderim? Kimin elini öpüp boynuna sarılırım?” O sıcacık bayram günlerinin adresi, benim aile evim artık en büyük yaramdı.

Çocukken oynadığım sokak, ilk gençlik yıllarımın geçtiği caddeler, tanıdığım, bildiğim her şey yok olup gitti. Anısına sığınacak; bir hırka, bir çocukluk fotoğrafı, ipli ince telli bir gözlük, bir kol saati olmadı. Her şey ama her şey yıkıntılar arasında kaybolup gitti. Zamanla daha derine işliyor insanın acısı, sızısı, o büyük çaresizliği…

Ben ne babam kadar güçlü ne annem kadar merhametli ne de kardeşim kadar saf ve temiz bir insan olabilirim. Ben bundan sonra sadece eksik olabilirim. Tüm o şehirlerdeki herkes gibi…