Kendini bir aileye kurban etmenin kaderi: Leyla'nın kardeşleri

Leyla'nın Kardeşleri.
Leyla'nın Kardeşleri.

Leyla’nın Kardeşleri filmi, 2022 yılında, İranlı yönetmen Saeed Roustayi tarafından çekildi. Hikaye, Leyla ve onun dört erkek kardeşi etrafında gelişiyor. Leyla, kırk yaşlarında, kendisini anne ve babasına; ailesine adamış, dolayısıyla da hayatı heder olmuş bir kadın. Filmde parçalanmaya, dağılmaya çok müsait bir aile yapısının abla Leyla tarafından sürekli olarak toparlanma çabasını izliyoruz. Leyla aldığı maaşla ailesini geçindirmeye çalışan, kendisini de, ailenin diğer üyelerini de sefalet içinde ‘sıkışmışlık duygusu’ndan kurtarmaya çalışan bir karakter olarak çıkıyor önümüze.

Film akıcı üslubu; çarpıcı sekanslarıyla, doğu kültüründeki aile yapısının sarsıcılığını çıplak şekilde gösterdiği gibi, sosyal tespitler de içeriyor.
Film akıcı üslubu; çarpıcı sekanslarıyla, doğu kültüründeki aile yapısının sarsıcılığını çıplak şekilde gösterdiği gibi, sosyal tespitler de içeriyor.

Film akıcı üslubu; çarpıcı sekanslarıyla, doğu kültüründeki aile yapısının sarsıcılığını çıplak şekilde gösterdiği gibi, sosyal tespitler de içeriyor. Sosyal yaşantıda en alt sınıftan en üst kesime kadar çıkar ilişkilerinin, ilk bakışta gayet masum görünen yaklaşımların, sağlam sanılan birçok fikir ve oluşumun aslında nasıl delindiğini, çürüdüğünü gösteren bir toplumsal panorama sunuyor izleyicilere. Zaten en belirgin özelliklerinden biri de burada yatıyor; iç içe geçmiş ilişkileri basit, düz bir dille anlatıyor; sıradan bir aileyi İran toplumunun güncel sorunlarını aynalayarak ilerliyor. Yani mikro düzeyde ele alınan bir aile öyküsünde makro düzeyde toplumsal eleştiri okuması yapıyor.

Başta cinsiyet eşitsizliği, sınıf mücadelesi, toplumsal gerçeklik, yakın tarihe göndermelerle örülmüş filmin en çarpıcı gerilimlerini; genelde evin en aklı başında, aileyi toparlamaya çalışan kızı olan Leyla ile çocuklarının sorumluluğunu pek de üzerine almamış, duygusal bakımdan yetişkin gibi davranmayı bilmeyen baba arasındaki tartışmalar oluşturuyor. Babanın olgunluktan yoksun, aşırı duygusal, oldukça gururlu, mantıklı düşünmeyen, meselelere akıllıca yaklaşmayı bilmeyen tavrı, Leyla gibi evi toparlamaya çalışan, onları çıkışsız kılan sorunlarla baş etmeye gayret eden bir karakterle çarpışıyor ister istemez.

Filmde bir sürü replik aklımıza kazınsa da en çarpıcı cümle şu şüphesiz: “Anne- babanın sorumluluğu çocuklarını eğitmek ama bazen de çocuklar ebeveynlerini eğitmeye mecbur kalıyorlar.”

Peki biz bu filmi neden sevdik;

Çünkü kendimiz yaşadığımız, yaşamasak bile çevremizde gözlemlediğimiz, şahit olduğumuz aile içi sorunlara çok çıplak, çok gerçekçi, adeta bize bizden bir fotoğraf vererek ele alıyor. Bir aileyi bir ülke sorunlarının çekirdeği olarak sinemanın meselesi haline getiriyor.

Çünkü kendini kendinden başka bir şeye adadığında, bunun sana ne şekilde geri döneceğini sorgulatıyor. Filmde Leyla kendini tam manasıyla ailesine adamış; ailesinin toparlanmasına, kıstırıldıkları o delikten hep birlikte çıkıp dünyaya açılmasına çabalarken diğer aile üyelerinin onun kadar çabalamaması bir kadın sıkışması olarak da önümüze koyuluyor.

Çünkü erdemin tam olarak hangi şartlarda erdem olduğunu, kapitalist sistemin dünyanın en ücra köşesine bile nüfuz eden, ilişkileri parayla düzenlettiren çarkından değmek istemesek bile nasiplendiğimizi gösteriyor.

Filmde Leyla kendini tam manasıyla ailesine adamış; ailesinin toparlanmasına, kıstırıldıkları o delikten hep birlikte çıkıp dünyaya açılmasına çabalarken diğer aile üyelerinin onun kadar çabalamaması bir kadın sıkışması olarak da önümüze koyuluyor.
Filmde Leyla kendini tam manasıyla ailesine adamış; ailesinin toparlanmasına, kıstırıldıkları o delikten hep birlikte çıkıp dünyaya açılmasına çabalarken diğer aile üyelerinin onun kadar çabalamaması bir kadın sıkışması olarak da önümüze koyuluyor.

Çünkü geçmişin, daha da özelde ailenin kaçılabilecek bir bağ olmadığını, ebeveynlerimizin sunduğu kaderi yaşantımıza taşımamak için bazen radikal kararlar da almamız gerektiğini anlatıyor. Bazen ne yaparsak yapalım, aslında suçlu diye biri olmadığını, çünkü ortada herhangi bir suçun olmadığını, yaşamın keskin virajlardan, siyah ve beyazdan ibaret olmadığını, hatta baştan aşağı bir muğlaklık, bir grilik, çelişkiler yumağı olduğunu işaret ediyor.