Kendir ekilir ve zahmetlidir

Kendirin boyu iki metreye kadar ulaşır, her tarla sık bir ormana dönüşürdü.
Kendirin boyu iki metreye kadar ulaşır, her tarla sık bir ormana dönüşürdü.

Yaz tatilinde köye gittiğimiz zaman, korkudan, kendir tarlalarının önünden geçemezdik. Bir gün kararımı verdim. Kendir tarlasının içine gireceğim. Bismillah. Daha birkaç metre ilerlemeden, kendire dolanmış büyük bir yılan gördüm. Nasıl kaçtım, hatırlamıyorum. Uykusunu almadan uyanırsa sinirli oluyormuş. Öyle anlatılırdı. Muhtemelen çocukları korkutmak için.

Bizim oralarda devlet kontrolünde kendir ekilirdi. Birçok dağ köyü, geçimini ağırlıklı olarak kendirden sağlardı.

Kendirin boyu iki metreye kadar ulaşır, her tarla sık bir ormana dönüşürdü. Dedem de ekerdi.

Kokusundan mıdır nedir, yılanlar genellikle kendir tarlalarını tercih ederdi. Kendirin gövdesine sarılıp uyurmuş.

Yaz tatilinde köye gittiğimiz zaman, korkudan, kendir tarlalarının önünden geçemezdik.

Bir gün kararımı verdim. Kendir tarlasının içine gireceğim. Bismillah. Daha birkaç metre ilerlemeden, kendire dolanmış büyük bir yılan gördüm. Nasıl kaçtım, hatırlamıyorum. Uykusunu almadan uyanırsa sinirli oluyormuş. Öyle anlatılırdı. Muhtemelen çocukları korkutmak için.

Kendirle bağımı bir türlü koparamadım. Pencerenin önündeki saksılara kenevir tohumu ekiyorum. Büyümelerini seyretmek hoşuma gidiyor. Otuz santime kadar boy atıyorlar.

Kendirin, kenevirin durumu malum. Kendirgiller familyasından hepsi. O meşhur hintkeneviri de aynı gruptan. Hepsinin yapraklarından, çiçeklerinden esrar üretiliyor. Bunun kaçakçılığı veya ticareti olur muydu? Bizim oralarda olmazdı. Öyle şeyler bilmezlerdi. Yoksullukları da bunu gösteriyordu zaten.

Kendirin haziran gibi hasadı yapılırdı. Bambuya benzeyen kamışlar köküyle birlikte topraktan çıkarılırdı. Hem kol, hem diz kuvveti isteyen bir şeydi bu. Yorucu. Sadece dışınız değil, içiniz bile toz toprak oluyor.

Bunları önce olduğu gibi kurutuyor, sonra suya yatırıyorlar. Suda yumuşadıktan sonra kabukları (lifleri) soyulur ve bağ yapılırdı. Meşakkatli bir iş. Elde nasırlar oluşuyor. Kendirin parmaklarda bıraktığı siyahlık uzun süre gitmiyor.

Süreç beş aşamadan oluşuyor: Kendir çekmek, çırpmak, tellemek, evirlemek, bağlamak. Beyaz lif için kendirleri bir hafta ılık ve temiz suyun içinde bekletiyor, sonra kurutup soyuyorsunuz. Üç gün normal suya yatırıp ıslak soyarsanız kahverengi lif elde ediyorsunuz.

Hep bu mücadelenin şiirini yazmak istedim: "Kendir ekilir ve zahmetlidir." Ötesini yazamadım. Dağları da yazabilmiş değilim henüz. Bu dize öylece duruyor: "Dağları yazmak isterim sabah." Yoksa böyle mi başlasam? "Baharda ayrıdır, güzeldir dağlar."

Konuyu dağıtmayalım. Bu bağlar, Taşköprü'de devlete ait kendir fabrikasına satılırdı. Orada ise o bildiğimiz kendir ipine dönüşürdü. Çeşitli kalınlıkta halatlar, urganlar ve çuvallar.

Son kendir bükücü. Sevgili dostum Naim Güleç kendir çekiyor. Yer Taşköprü. Yıl 1997. İki fotoğraf arasında tam altmış yıl fark var.
Son kendir bükücü. Sevgili dostum Naim Güleç kendir çekiyor. Yer Taşköprü. Yıl 1997. İki fotoğraf arasında tam altmış yıl fark var.

Kendirin geride kalan kuru çubuklarıyla güzel ateş yakılır, çabucak soba tutuşturulurdu. Ayrıca kiren (kızılcık) yerine kendir sopasını tercih ederdim. Caydırıcı değildi ama daha hafifti. İsmine 'kecin' derdik. Türkçe Sözlük'te olmama ihtimali yüksek bir kelime. Eski ve kimsesiz evlerin bir köşelerinde kecin desteleri hâlâ durur.

  • Kendir ekimi zamanla azaldı. Çünkü köyler sükût etti. Haneler söndü. Bir zamanlar kalabalık güreşlerin tutulduğu köylerde bile birkaç ihtiyar kaldı, kalmadı. Hepsi bu.

Taşköprü'deki kendir fabrikası Jüt ipliği fabrikasına dönüştürüldü. Hammadde, yurt dışından geliyordu.

Bir müddet sonra fabrika tamamen kapandı. Sesler kesildi. Geride bekçiler ve kediler kaldı.

Bu fabrikayı da gezmişliğim var. Geniş bir arazinin üzerine kurulmuştu. Çamlığın içinde. Tertemiz. Sanki sayfiye yeri.

Şimdi farkına vardım. Konuyla ilgili bazı terimleri unutmuşum. Hayır, sözlüğe veya internete bakmayacağım. Böyle kalsın. "İnsan unutkandır, bunu unutma."

***

Çoktan tarihe karışan Taşköprü Panayırı’ndan bir fotoğraf. İlk kez yayınlanıyor olabilir. Kendir bağlarıyla poz veren köylüler. Kartın arkasına tarih düşülmüş: 1937.
Çoktan tarihe karışan Taşköprü Panayırı’ndan bir fotoğraf. İlk kez yayınlanıyor olabilir. Kendir bağlarıyla poz veren köylüler. Kartın arkasına tarih düşülmüş: 1937.

Yıllar sonra Varlık dergisinde bir şiir gördüm. İsmi Kederli Kendir idi. Şairi Bülent Ata. Tanışmak nasip oldu. Bizim oralı çıktı.

  • Kırk sekiz yaşıma girdim. Hâlâ arazi çantamda kendir ipi taşıyorum. Aslında urgan. Yirmi metre kadar. Belki bir gün lazım olur. Nerenin mahsulü, onu bilmiyorum.

Kendirle bağımı bir türlü koparamadım. Pencerenin önündeki saksılara kenevir tohumu ekiyorum. Büyümelerini seyretmek hoşuma gidiyor. Otuz santime kadar boy atıyorlar. Hanım sürekli itiraz ediyor: "Biri anlar, şikâyet eder." Aslında haklı. Evde kenevir yetiştirmiş oluyorum. Büyük suç. Savunmam hazır: "Ben seyrediciyim."

Tohumları nereden buluyorum? Kanarya yemlerinin içinden. Kenevir tohumu, en iyi kuş yemidir.

Zaman hızla geçti. Yaşımız ilerledi. Çoluk çocuğa karıştık. Biraz da yorulduk.

Bu arada, atıl olan kendir fabrikasını meslek yüksek okuluna çevirdiler. Kastamonu Üniversitesi'ne bağlı.

Sonuçlar açıklandı. Kızlarımdan biri, saatler önce, işte bu okulu kazandı.