Kırmızı Pazartesi davası: Gerçekle kurgu arasındaki sınır nerede?

Kırmızı Pazartesi davası: Gerçekle kurgu arasındaki sınır nerede?
Kırmızı Pazartesi davası: Gerçekle kurgu arasındaki sınır nerede?

Martin’e göre Kolombiya’da meslek sınıflarının çoğu sağlam bir edebiyat eğitimi görmüştür ve mahkemeler tarihi gerçeklikle kurgu arasında ayrım yaparak sanatsal ifade özgürlüğüyle kişisel haklar arasındaki dengede yazarı kollayıp gözetirler.

Bir konu hakkındaki malumatımı derinleştirmek için okuma yapmaya başlayınca çoğu zaman oturduğum yerden kafam daha karışık halde ve konu hakkında başka şeyler daha okuma isteğiyle kalkıyorum. Yine yola çıktığım konudan epey uzaklaştığım bir yazı için Kırmızı Pazartesi üzerine araştırma yaparken Gerald Martin’in kapsamlı Marquez biyografisine göz atmam gerekti. Marquez’in romanda gerçekten işlenen bir namus cinayetini, arkadaşı Cayetano Gentile’in öldürülmesini eksene aldığını ama yazmak için maktulün annesinin ölmesini beklediğini Anlatmak İçin Yaşamak’ta okumuştum. Biyografide ise Bogotalı bir avukatın Kırmızı Pazartesi’nin yayımlanmasından sonra Marquez’e yarım milyon dolarlık dava açtığı bilgisine denk geldim. Avukat özetle romandaki katil ikizlere ilham olan ve Cayetano cinayetinin failleri sıfatıyla yargılanan müvekkillerinin beraat ettikleri halde romanda katil olarak gösterilmeleri sebebiyle kişilik haklarının zedelendiğini iddia eder. Romanda tasvir edildiklerini düşünen başka insanlar da konuyu tartışmak üzere bir araya gelirler. Yeni gazetecilik akımına çok uzak olmayan, sahte röportaj tekniğinin kullanıldığı ve Marquez’in otobiyografisinden azımsanmayacak esintiler taşıyan romandan yazarın elde ettiği astronomik kazanç düşünülürse hikâyenin temas ettiği kişilerin hak iddiası olağan bir durum. Asıl şaşırtıcı olansa davanın sonucu. Çünkü bu kişiler tam olarak avuçlarını yalamak zorunda kalırlar. Martin’e göre Kolombiya’da meslek sınıflarının çoğu sağlam bir edebiyat eğitimi görmüştür ve mahkemeler tarihi gerçeklikle kurgu arasında ayrım yaparak sanatsal ifade özgürlüğüyle kişisel haklar arasındaki dengede yazarı kollayıp gözetirler.

Romanlarda biyografik ve otobiyografik unsur kullanımı, aslında postmodern edebiyatın temel eğilimleriyle doğrudan ilişkili. Vakıa kurgu ile gerçeklik arasındaki sınırın belirsizleşmesine sık rastlanır. Yazar otobiyografik ögeleri metne taşıyarak hem kişisel hafızayı hem de kurmaca gerçekliği problematize eder. Böylece gerçek ile kurmaca arasındaki sınır bulanıklaşır. Yine de tarihsel ya da biyografik veriler kurmacanın içine alınırken bu verilerin kurgusal doğasına ısrarla dikkat çekilir. Ancak teorik olarak kolayca dile getirdiğim bu problem hukukun temas ettiği gündelik pratikte her zaman Marquez örneğindeki gibi sanatçı lehine sonuçlanmayabiliyor.

Kolombiya mahkemelerine karşılık hukuk literatürüne “Esra Kararı” şeklinde geçen bir davada Alman Federal Temyiz Mahkemesi, kişilik haklarının ihlalinde sanat odaklı bakış açısından uzaklaşır. Maxim Biller’in Esra romanında yazarın eski kız arkadaşıyla annesinin modellendiği düşünülen Esra ve Lale karakterleri gerçekten davacıların kendisiymiş gibi kabul edilir. Mahkeme Esra karakteri aracılığıyla davacının kişilik haklarının ağır şekilde ihlal edildiğine, bu şekilde tasvir edilmesinin yerinde olmadığına ve sanatsal ifade özgürlüğünün geri planda kalması gerektiğine hükmeder. Benzeri bir hüküm Cemal Paşa hakkındaki bir roman dolayısıyla mirasçılarının açtığı davada Türk mahkemelerince de verilir.

Birbirinden ayrı hukuk sistemlerine sahip bu üç ülkede kurmaca ve gerçeklik meselesine yaklaşım farklılığı akla Eco’nun örnek okurla ampirik okur ayrımını getirse de mesele daha çok haklara yaklaşım üzerinden okunmalı. Böyle olunca da yargı sistemlerini toptancı bir yaklaşımla genelleyemeyiz elbette. Ancak otofiksiyonun yaygınlık kazanmasına rağmen postmodern edebiyatın kişisel hak ihlali noktasındaki etkisizliği dikkat çekici. Modern edebiyatın açmazlarına sihirli dokunuşlar yapan postmodern edebiyat okuru kurmaca anlaşmasına ikna edecek argümanları her zaman üretemiyor gibi. Anlatıcı güvenilmez kılınsa da yahut anonimleştirici ögelerle kurmaca maskeleri kullanılsa da otobiyografik ipuçlarının yer aldığı metnin kurmaca tarafını sorgulayan okur kitlesi hâlâ çoğunlukta. Metin içinde postmodern edebiyatın görüngülerini algılayabilen okur sayısı ise oldukça az. Hâl böyleyken örnek okur olduğunu düşündüğümüz okurda dahi kurmaca anlaşmasını ihlal eden ampirik bir tavır görülebiliyor. Bugün haklarımızın zedelendiği veya değerlerimize saldırı içeren bir metinle karşılaştığımızda hepimizin verebileceği doğal tepkiler birçok okurca verilebiliyor. O halde metnin rahatlığı içinde romana gerçek hayattan modeller taşıyan otofiksiyon yazarı postmodern tekniklerin anlaşılmakta yetersiz kalma ihtimalini gözetip kişisel hakların ihlali açısından gereken dengeyi kurmalı ve dikkatli davranmalı. Unutmayalım ki gerçeği anlatmanın da kurgu yapmanın da bedelleri var.

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.


Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım