Kızıl Kraliçe

Kızıl Kraliçe​
Kızıl Kraliçe​

Sahilde yaşlı bir kadın belirdi. Bir pazar arabasını ardında sürüyerek elinden geldiğince hızlı adımlarla önlerinden geçiyordu. Bir yandan da “Geç kaldım, geç kaldım.” diye yakınıyordu. “Kızıl Kraliçe bana çok kızacak.”

Suadiye sahilde, belediyeye ait kafede oturmuş denizi seyrediyorlardı. Bisiklet yolundan akıp giden bisikletliler, ellerinde telefondan attıkları adımları sayma obsesyonuna kapılmış yürüyüş yapan insanlar önlerinden aheste aheste akıp gidiyor, denizin üstünde dans eden güneş ışıklarının masalsı görünüşünü sekteye uğratıyorlardı.

Kız elindeki sosisliden bir lokma ısırıp ağzında gevelemeye başladı. Yüzünü ekşitti. Aradığı lezzeti bulamamış olmanın memnuniyetsizliği ile “Sosisi çok kaynatmışlar püre olmuş resmen. Ekmek de biraz bayat mıdır nedir?” diye söylenerek elindekini tabağa bıraktı.

Yaşlı Kadın ile oğlan göz göze geldiler. Yaşlı kadın, kız hakkındaki düşüncelerini hissettirmemeye çalışarak gülümsedi. Oğlanın zaten aklının karışık olduğunu sezinlemişti. Daha fazla karıştırmaya lüzum görmedi.

Oğlan, kızın sürekli bir şeylerden yakınmasını kanıksamış gibiydi. Kız şimdi eteğindeki kırıntıları silkeliyordu. Bu eteği daha geçen hafta almıştı ve ilk giyişiydi. Ketenin menevişli desenlerine baktıkça keyfi yine yerine geldi. O eteğini silkelediği sırada bacaklarının dibinde bir kedi peyda oldu. Kedi, bakışlarını kıza sabitlemişti. Belli ki sosisliden kendi payına düşecek olanı talep ediyordu.

Kız kediyi fark edince elektrik çarpmışçasına irkildi. Bacaklarını toplayıverdi. Şaşkınlığı geçince kaşları çatılmaya başlamıştı. Kedi pes etmedi, iyice yaklaştı ve arka ayaklarının üstünde yükselip ön patilerini kızın dizlerinin üstüne koydu. Kız kıyameti kopardı.

“Pist, pist, ne arsızmışsın sen. Git buradan pist!”

Oğlan gözlerini devirerek, bıkkınlıkla kıza baktı.

“Bir şey yapsana, gitmiyor.” diye söylendi kız, elleri ile kediyi kışkışlayarak. Tam yerinden kalkacaktı ki, kedi pes etti ve rızkını aramak için diğer masalardan birine yöneldi.

Kız, “Hep bu sosisli yüzünden.” dedi somurtarak. Sosisli tabağını alıp az ötedeki çöp tenekesine attı. Gelip yerine oturdu ve o sırada canını çok sıkan bir şey gördü. Keten eteğine kedinin tırnağı takılmış olacaktı ki kumaş hafifçe deforme olmuştu. Bir an başından aşağı kaynar sular döküldü. Ve hırsla çayından bir yudum alıp yan gözle oğlana baktı.

O sırada sahilde yaşlı bir kadın belirdi. Bir pazar arabasını ardında sürüyerek elinden geldiğince hızlı adımlarla önlerinden geçiyordu. Bir yandan da “Geç kaldım, geç kaldım.” diye yakınıyordu. “Kızıl Kraliçe bana çok kızacak.”

  • Kız da delikanlı da gayri ihtiyari gözlerini sesin geldiği yöne çevirmişlerdi. Bir merak uyanmıştı yüzlerinde. Ama bu merak çok uzun sürmedi. İçleri o kadar sıkılıyordu ki tekrar gözlerini kendi iç dünyalarına çevirdiler.

Tam o sırada bir bisiklet zili duyuldu. Başlarını sese doğru çevirdiler. Oğlanın kalbi hızla çarptı. Birden dikleşti. Bir bisikletli yaşlı kadına doğru son hız gelmekteydi. Tam seslenecekti ki yaşlı kadına, her şey kaşla göz arasında olup bitti. Bisikletli hızını alamadı ve pazar arabasına çarpıp önünde beliren kadının üstüne devrilmemek için bisiklet yolundan çıkıp canhıraş yaya yoluna daldı. Hızlı bir manevrayla küçük bir yay çizerek kalabalığa çarpmamak için tekrar bisiklet yoluna geçti ve arkasına bakmadan oradan uzaklaştı. Pazar arabasının içindekiler yerlere saçılmıştı.

Oğlan yerinden kalkıp kadının yanına geldi. Yere çömelip, “yardım edeyim” dedi. İçi tıka basa sosis dolu olan birkaç torbayı pazar arabasının içine yerleştirdi.

Kadın korkmuştu belli ki, hiç sesi çıkmıyor sadece hafif gözleri dolmuş olduğu halde elinde içi tıka basa salam dolu bir naylon torbayı sımsıkı tutuyordu.

O sırada kız da yanlarına geldi. Kalabalık umursamaz bir halde yanlarından akıp gidiyordu. Kadın, ürkmüş çocuk gözlerle mahcup mahcup, etrafında olanları izliyordu.

Oğlan, kadının koluna girip onu az ötedeki sandalyelerden birine oturttu. Pazar arabasını almak için geri gittiğinde arabanın tekerlerinden birinin olmadığını gördü. Yüklü arabayı üçtekerinin üzerinde dengede tutmaya çalışarak ihtiyarın yanına götürdü.

En önlerinde kırmızıya yakın kızıl tüyleriyle kurumlanarak yürüyen bir kedi vardı.n
En önlerinde kırmızıya yakın kızıl tüyleriyle kurumlanarak yürüyen bir kedi vardı.n

“Teyzeciğim arabanın tekeri kırılmış.”

Kadın göğsüne bastırdığı ellerini cebine götürdü ve cebinden çıkardığı tekeri oğlana gösterdi. Oğlan tekeri alıp yere çömeldi ama kırıldığı yerden onarmak pek mümkün görünmüyordu.

“Kızıl kraliçe ve diğerleri beni bekliyor. Ben şimdi nasıl giderim bu halde?” dedi inlercesine.

“Nereye gidiyordun teyze biz sana eşlik edelim.” dedi oğlan. Kız, bunu duyunca oğlana ters ters baktı.

Kadın yerinden kalktı ve bir an gözlerinden tatlı bir ferahlama belirdi. Gözlerindeki yağmur bulutları dağılmıştı.

“Yardım ederseniz dua ederim size. Çok uzak değil zaten gittiğim yer.”

Birlikte yürümeye başladılar, insan selinin arasından. Yaklaşık yirmi dakika yürüdüler. Kalabalık gittikçe azalmış, sahilin bu yakası iyice ıssızlaşmıştı. Dalga sesleri bir dua gibi ayyuku sarmıştı. Gün serinlemişti. Hafif ürperten bir meltem peyda olmuştu. Anlamsız kalabalığın kiri pası silinince görkemli bir günbatımına doğru yol almaya başlamışlardı.

Kız, içinde beliren bir hissin peşinden gidiyordu. Bir şey olacaktı. Önemli bir şey. Kokusunu almıştı bunun. Yoksa kimse ihtiyar bir bunağın arkasından dakikalarca yürütemezdi onu.

  • Kadın yol boyunca konuşmadı hiç. Ta ki sahildeki kayaların arasında gümrah dalları ve yapraklarıyla duran incir ağacının yanına gelene dek.

“Burası” dedi çatallanan titrek sesiyle kadın.

Kayaların arasından önce etrafı dinleyen kulaklar ve sağı solu kolaçan eden meraklı gözler belirmeye başladı. Sahilin kuytularından siyahıyla beyazıyla, bin bir renge boyanmış kürkleriyle kediler sökün etti. En önlerinde kırmızıya yakın kızıl tüyleriyle kurumlanarak yürüyen bir kedi vardı.

‘’Kızıl Kraliçem, çok beklettim mi seni?’’ dedi şefkatli bir sesle. Elini daldırarak pazar arabasına salam dolu paketlerden birini çıkardı. Oğlanla kız, sahilde bu kadar kedi olduğunu hiç fark etmemişlerdi daha önce. Her biri kadının ayaklarına sürünüyor özlemle miyavlıyorlardı.

Bu manzarayı bir süre daha izlediler.

Bir an kadın onlara döndü.

“Ben Allah’a hep dua ediyorum, ben aç kalsam da olur ama onları besleyecek gücü de parayı da bana ver diyorum.”

Sahilin kuytularından siyahıyla beyazıyla, bin bir renge boyanmış kürkleriyle kediler sökün etti.
Sahilin kuytularından siyahıyla beyazıyla, bin bir renge boyanmış kürkleriyle kediler sökün etti.

O an kızın hayalinde bir imge belirdi. İçi hazla doldu. Aylardır kolladığı fırsat şimdi yanı başındaydı. Nereden baksan en az bin tane ‘like’ alırdı zihninde beliren görüntüler. Ballandıra ballandıra hikâyeleştirdi miydi, iş tamam olurdu.

“Hayatım, ben kedileri severken sen de resimlerimi çeker misin?”

“Sen? Kedi mi seveceksin, nereden çıktı bu?” diyecek oldu, vazgeçti. Hırlaşmanın zamanı değildi.

Kız, kendi telefonunu da çıkardı; kedilerle selfi çekecekti.

Kadının elinden büyük bir salam parçasını kaptığı gibi Kızıl Kraliçe’nin önüne koyuverdi. Daha önce ayna karşısında prova yaptığı gülüşlerinden birini takındı. Yan gözle kocasına baktı. Resim çekiyordu kocası, rahatladı. Kendisi ardı ardına selfi çekmeye başladı. Başlık da şöyle olurdu: Suadiye Sahili’nin Kızıl Kraliçesi.

Bir an yanlarına doğru gelmekte olan bir kadını fark etti. Kadındaki huysuzluğu sezmişti. Telefonu hemen kamera moduna getirip çaktırmadan kadına doğrulttu, ekranda kadının tekinsiz yüzü belirdi. Allahım ne güzel bir gündü. Heyecanla beklemeye koyuldu. Beş saniye sonra gerçekleşmesini arzuladığı sahne ekranda belirdi.

“Dünyada onca aç insan varken utanmıyor musun bunları doyurmaya.”

Karşılarındaki iyi giyimli hali vakti yerinde olduğu her halinden belli 70 yaşlarında bir kadındı ve kedilerin yanına çömelmiş akranını küçümseyen bakışlarla süzüyordu. Bu tepeden inme seste itici çok şeyler vardı. Kasvetli bir ruhun öfke dolu sesiydi bu. Çevresindeki her şeye büyük bir kibirle yukardan bakan ve iyiliğe karşı öfkesini hep başka bahanelerin ardına saklayarak kamufle etmeye çalışan bir ruh haline müebbet yemiş bir ruhun saldırısı altındaydı kediler ve ihtiyar kadın.

Şimdi kadrajda iki yaşlı kadın vardı. Birbirlerine bakıyorlardı. İki farklı hayat hikâyesi bir noktada kesişmişti. Biri buram buram merhamet biri de buram buram nefret tütüyordu. Muhtemelen hayatları boyunca yaşadıkları şeylere çok zıt tepkiler vermiş insanlardı. Ama birinin yüzüne mutmain güzel bir ifade sirayet etmişse diğerinin yaşadığı 70 yıldan geriye kalan melun bir yüz ifadesiydi.

Kız, kedilere yiyecek veren yaşlı kadının diğerine cevap vermesinden korktu. Rolünü kimseye kaptırmamalıydı. Korktuğu başına gelmedi. Yaşlı kadın dünyada bir tek o varmışçasına, diğerinin sözlerini hiç duymamışçasına, ne yaptığından emin kedilere salam vermeye kaldığı yerden devam etti.

  • “Ha insan ha kedi. Kedi dediğin de bir can. O da açlık çekiyor.” diye şarladı ekrandaki kadına kız. Kadın başını çevirmeden yürüyüşüne devam etti.

Bir şeyler daha dese daha iyi olacaktı. Ama enerjisi aniden tükenmişti. “Kedilere yiyecek vermemizde ne sakınca var?” dedi ve sustu. Zaten kadın da epey bir uzaklaşmıştı.

“Hadi gidelim” dedi oğlana, “şu resimleri instagram’a yüklemem lazım.”

Yaşlı Kadın ile oğlan göz göze geldiler. Yaşlı kadın, kız hakkındaki düşüncelerini hissettirmemeye çalışarak gülümsedi. Oğlanın zaten aklının karışık olduğunu sezinlemişti. Daha fazla karıştırmaya lüzum görmedi.