Klasik dünyamızın paradigması: Fahreddin Râzî ve El-Muhassal’ı

Râzî, Muhassal’da felsefe ile kelamın özlerini oluşturan temel meseleleri irdeler
Râzî, Muhassal’da felsefe ile kelamın özlerini oluşturan temel meseleleri irdeler

Fahreddin Râzî’nin El-Muhassal’ı adından da anlaşılacağı üzere özet anlamında okunabilir. Râzî, Muhassal’da felsefe ile kelamın özlerini oluşturan temel meseleleri irdeler, bu konularda söylenebilecekleri söyler ve aradaki farkları uzlaştırma yolunda adım atarak felsefe ile kelamı bir araya getirir, deyim yerindeyse mezceder.

11. yüzyıl sonlarında Ebu Hamid el-Gazzâlî’nin Tehafüt’ül Felasife ile başta İbn Sînâ ve Farabî olmak üzere felsefeyle iştigal edenlerin görüşlerine yaptığı eleştiri (felasifeyi on sekiz konuda tutarsız bulup bunların dördünde de tekfir etmesi), genelde (özellikle oryantalistler, hem Batılı hem de yerli oryantalistler tarafından) İslam dünyasında felsefi düşüncenin zayıflamasının başlangıcı addedilir. Filozoflar ile kelamcılar arasındaki büyük tartışmanın Sünni dünyada felsefi düşüncenin güç kaybetmesi ya da kelamî düşünce içinde erimesiyle sonuçlandığı ileri sürülür. Gazzâlî’den 100 yıl sonra Gazzâlî’nin görüşlerini çürütmek ve ayrıca Aristocu felsefeden sapma gösterdiğini düşündüğü İbn Sînâ’ya karşı Aristoculuğu restore etmek maksadıyla İbn Rüşd’ün yazdığı Tehafüt et-Tehafüt adlı kitabıyla yeniden gündeme taşımayı murat ettiği Aristocu felsefenin ondan sonra pek takipçisinin kalmadığı ileri sürülür.

İslam dünyasında felsefi düşünmenin sönümlenmesinden en az Gazzâlî kadar sorumlu tutulan kişi Fahreddin Râzî’dir.
İslam dünyasında felsefi düşünmenin sönümlenmesinden en az Gazzâlî kadar sorumlu tutulan kişi Fahreddin Râzî’dir.

Her ne kadar Osmanlı’nın klasik çağlarına kadar “Tehafüt” geleneği aracılığıyla felsefi düşünmenin izleri korunabilmişse de İbn Rüşd’ün eserleriyle birlikte felsefe kuğusunun Müslüman topraklardaki son şarkısını söylediği kabul edilir. Elbette bu oryantalist hikâyede doğru yanlar vardır, lakin hikâyenin kurgulanış şekli bana kalırsa tamamen yanlıştır. Bu yanlışlığın temelinde felsefenin ne olduğuna ilişkin peşin peşin verilmiş bir kararın olduğunu söyleyebiliriz. Bu karara göre felsefe Batı tazı düşünme yöntemidir, kökleri antik Grek felsefesine dayanır ve doğuş sebebi tamamen “bağımsız” ve tam bir “hürriyet”e sahip bir etkinliktir. Bu bağımsızlık ve “hürriyet”in neleri nasıl içerdiği tam anlaşılıp açıklanamasa da oldum olası felsefe sayılmayan düşünme tarzlarının genelde güdümlü olduğu savlanır. Felsefenin ne olduğuna, doğuş sebebinin niteliğine ilişkin peşinen öne sürülen bu savlar, İbn Rüşd sonrası İslam dünyasındaki düşünme çabalarını “felsefi uğraş”ın içine dâhil etmeme konusunda da son derece inatçı ve kendi bakış açılarının sınırı içine hapsolmuş bir nitelik arz ederler.

Oryantalistlerin ve onların savlarını tekrar eden yerli araştırmacıların İslam dünyasında felsefi düşünmenin sönümlenmesinden en az Gazzâlî kadar sorumlu tutulan kişi Fahreddin Râzî’dir. Şihabuddin Suhreverdî el-Maktul, İbn Rüşd, İbn Tufeyl, Muhyiddin İbn Arabî gibi önemli sufi ve feylesoflarla hemen hemen aynı dönemlerde yaşamış müfessir, fakih, mütekellim bir simadır Fahreddin Râzî. Bir biyografi yazarına göre kuvvetli bir hitabete, sağlam bir zihne, üstün bir kavrama gücüne, geniş bir hafızaya, çok iyi bir hatırlama gücüne sahip Râzî aynı müellife göre ayrıca cedelci bir kuvvet ve dakik bir inceleyişle de telif eder eserlerini. Râzî üzerine yaptığı araştırmalarla bilinen Alman oryantalist M. Horten da Râzî’nin en önde gelen özelliklerinden birinin şüphelendirici bir tabiatı haiz olduğunu söyler. Bu açıdan Râzî ve onun El-Muhassal adlı eseri etrafında konuşmak demek İslam dünyasında felsefî düşünmenin sergüzeştleri hakkında konuşmak demektir bir yerde. Fahreddin Râzî’nin El-Muhassal’ı adından da anlaşılacağı üzere özet anlamında okunabilir.

Râzî, Muhassal’da felsefe ile kelamın özlerini oluşturan temel meseleleri irdeler, bu konularda söylenebilecekleri söyler ve aradaki farkları uzlaştırma yolunda adım atarak felsefe ile kelamı bir araya getirir, deyim yerindeyse mezceder. Kelam dediğimizde anlamamız gereken Eş’arî kelamıdır, felsefe dediğimizde de kastettiğimiz elbette Aristocu yönelimlere sahip bir felsefedir. Râzî’nin bunu yaparken genelde kelamı kayırdığı ve felsefeyi sürekli kelama bağımlı olarak düşündüğü, deyim yerindeyse felsefeyi kelamın “hizmetkârı” kıldığı ileri sürülebilir. Bunu ileri sürenler olmuştur, sözgelimi Hüseyin Atay. Hatta Atay’a göre İslam dünyasında felsefi düşünmenin gerileyip sönmeye yüz tutmasında bu durum son derece etkilidir. Türkçeye tercüme ettiği El Muhassal’a yazdığı önsözde Atay şu cümleleri kullanır:

  • “Fahreddin Râzî, felsefeyi kelâma idmaç etmek suretiyle onu kelâma bağlı kılmış ve ilerlemesini önlemiştir. Kelâm ilk anda bundan istifade etmiş ise de sonradan fikri besleyecek kaynak olan felsefe kuruyunca, kelâm da donmuş kalmıştır.”

El-Muhassal felsefi düşünce ile kelami düşüncenin iç içe geçtiği müteahhirûn kelamının en gözde eserlerindendir.

Felsefenin kelamın içine tıkıştırılması onun lehine olmamış, felsefi düşünce etkinliğini yitirmiştir Atay’a göre. Benzer şekilde Batılı Orta Çağ’da da felsefenin Hıristiyan teolojisinin bir “hizmetkâr”ı olmasına karşın, sonradan -özellikle Descartes ile birlikte- bugün ona atfettiğimiz itibarlı statüyü kazandığını unutmuş görünür Atay. Batı’dakinin aksine İslam dünyasında felsefi düşüncenin hazin sergüzeştini açıklayıcı görünen model böylelikle cazibesini yitirir bir yerde. Elbette buraya kadar söylediklerimiz doğrudan El-Muhassal’ın tam olarak neyi aktarma çabasında olduğunu bize göstermez; sadece Râzî’nin bu eserle amaçladıkları etrafında oluşturulmuş bazı müphemlikleri izale etmemize yarar bu sözler sadece.

Peki ama esasen Râzî, El-Muhassal’ı neden yazmıştır? Kendi deyişiyle “bilginlerin ileri gelenlerinden ve filozofların önde bulunanlarından bir topluluk, teferruatsız ve fazlalıksız olarak kural ve temel hükümlere şamil kelâm ilminde kendilerine bir özet yazmasını isteyince” bu topluluğun isteğine binaen Râzî, “içindekini ancak düşünürlerin ileri gelenlerinin kavrayabileceği ve içinde önceki ve sonraki filozof ve kelâmcıların fikirlerini muhtevi”El-Muhassal’ı telif eder. Kelam ilminin dört bölümde incelenmesi gerektiğini belirten Râzî, Muhassal’ın ilk iki bölümünde bilgi teorisini ve varlık felsefelerini irdelerken sonraki iki bölüm uluhiyet, nübüvvet, ahiret, imamet konularındaki fikirleri inceler. Son iki bölümde varlık felsefeleri aracılığıyla kelam ekollerinin konuya dair görüşlerinin ana başlıklarda incelenmesi yer alır. Râzî varlık felsefelerini hem “filozoflara göre” hem de “kelamcılara göre” tartışır.

Elbette felsefi düşünme biçimi, daha doğrusu varlık felsefelerinin yaklaşımları -Râzî’nin oluşturduğu bazı akidevi süzgeçlerden geçerek- kelama dâhil edilir. Kelam felsefeleşirken, buna mukabil felsefe de kelam içine dâhil olur. Belki de bu sebeple İbn-i Teymiyye, Şehristanî, Gazzâlî, Fahreddin Râzî ve Amidî gibi Eş’arî ve Mu’tezilî kelam gelenekleri içerisinde yer alan şahsiyetlere, onların terminoloji ve kavram setleri ve kategorilerine “felsefe yapmaya çalışan kelamcılar” ya da “Mu’tezile’den felsefe yapmaya çalışanlar” (el-Mütekellimun el-Mütefelsife, el-Mütefelsife mine’l-Mu’tezile) olarak işaret eder. Onları felasife içinde görmeyip son kertede kelamcı saysa da tuttukları yolun yanlış olduğunu düşünür. El-Muhassal felsefi düşünce ile kelami düşüncenin iç içe geçtiği müteahhirûn kelamının en gözde eserlerindendir.

El-Îcî’nin Mevakıf’ından Kadı Beydavî’nin Tavali ul-Envar’ına Nasireddin Tûsî’den Siraceddin Urmevî, Seyyid Şerif El-Cürcanî’ye ahirdeki hemen bütün feylesof ve kelamcıları etkilemiştir. Öyle ki kelam ilmi içinde Eş’arî kelamını başat kılmış, Atay’ın da vurguladığı gibi çoğu kez özellikle Nesefî ile zikredilen Maturidî kelamının farklı veçhelerinin görülmesini mümkün olmaktan çıkarmıştır. Kendi dönemindeki tartışmaları özetleyen ve ehlisünnetin bu tartışmalar karşısındaki nihai konumunun belirlenmesini sağlayan El-Muhassal belki bu bakımdan da tekrar tekrar okunmalıdır.

(Kelama Giriş [El-Muhassal], Fahreddin Râzî, çev. Hüseyin Atay, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, tarihsiz)

  • Kebikeç
  • BÜTÜN BOYUTLARIYLA FAHREDDİN RÂZÎ
  • Ömer Türker ile Osman Demir’in hazırladığı bu kitap, İslâm düşünce tarihinde Gazzâlî öncesi döneme ait eser ve fikirlerin yeniden yorumlanarak, düşünce ve muhtevada bir dönüşümün yaşandığı İkinci Klasik Dönem’in ilk ve en etkili siması olan Fahreddin Râzî’yi çeşitli boyutlarıyla tanıtmayı amaçlıyor. Başta kelâm ve felsefe olmak üzere, birçok alanda eser veren Râzî’nin, özellikle tümel disiplinlerin belirleyici özelliklerini tespit etmesi ve kelamı yeniden düzenlemesi sebebiyle “el-İmâm” olarak adlandırıldığını vurgulayan editörler eserde Râzî’ye yöneltilmiş eleştirilere de yer veriyor.
  • (İslam Düşüncesinin Dönüşüm Çağında Fahreddin Râzî, Ömer Türker-Osman Demir, İSAM, 2013.)
  • BİYOGRAFİSİ, FİKİRLERİ VE ESERLERİYLE RÂZÎ
  • Vasiyetnamesinde “Gerçekten vakit çok aziz, zaman pek değerlidir. Bu yüzden yemek yediğim için ilimden uzak ve ayrı kaldığım zamanlara vallahi üzülüyorum.” diyen Fahreddin Râzî’nin hayatını fikirlerini ve eserlerini konunun uzmanı olsun olmasın hemen herkesin anlayabileceği bir dille aktaran Süleyman Uludağ’ın çalışması, İslam düşüncesinin gelişiminde önemli bir kavşak noktası rolünü üstlenmiş Râzî’nin düşüncelerini merak edenler için iyi bir kılavuz rolünü üstleniyor. Eserin en kayda değer yönlerinden biri ise genelde geleneğimizde ihmal edilmiş biyografi türünde yazılmış olması.
  • (Fahrettin Râzî-Hayatı Fikirleri Eserleri, Süleyman Uludağ, Harf, 2014.)
  • RÂZÎ’NİN BİLGİ SORUNUNA YAKLAŞIMI
  • Gazzâlî sonrası kelamı yeniden biçimlendirirken felsefe ve mantığa önemli bir pay veren ve bu niteliğiyle kendisinden sonra gelmiş Amidî, Beydavî, Cürcânî, Taftâzânî gibi âlimleri derinden etkileyip Selçuklu ve Osmanlı Dönemi medreselerdeki kelam eğitiminin vazgeçilmez temel metinlerinin üretimine dolaylı şekilde de katkıda bulunmuş bir düşünürdür Fahreddin Râzî. Râzî’nin tüm felsefi ve kelami düşüncesinin temelini oluşturan epistemolojisini ortaya çıkartmayı amaçlıyor Mustafa Bozkurt bu kitabında. Râzî’nin ele aldığı meseleleri çağdaş epistemolojik sorunlarla birlikte değerlendirmesi kitabın en önemli meziyeti.
  • (Fahreddin Râzî’de Bilgi Teorisi, Mustafa Bozkurt, Akçağ, 2019.)
  • FAHREDDİN RÂZÎ’NİN FELSEFESİNE GİRİŞ
  • Fıkıhtan tefsire, kelamdan dinler tarihine, ahlâktan siyasete, psikolojiden tıbba, astronomiden astrolojiye, fizikten metafiziğe birçok disiplinde eserler vermiş Fahreddin Râzî, büyük ölçüde hep müfessir ve kelamcı boyutlarıyla ele alınmıştır. Halbuki Râzî’nin İslam felsefesi yorum ve eleştirileri, felsefe-kelam ilişkilerinde ve kelamın yapısında köklü değişikliklere yol açmış, Osmanlı medreselerinde de takip edilen klasik paradigmayı şekillendirmiştir. Onun klasik felsefenin önde gelen temsilcilerinden İbn Sînâ’yı nasıl anladığından, eleştirdiğinden ve yorumladığından hareket eden Eşref Altaş, kitabında Fahreddin Râzî’nin felsefi yanını anlamamıza rehberlik ediyor.
  • (Fahreddin er-Râzî’nin İbn Sina Yorumu ve Eleştirisi, Eşref Altaş, İz, 2016.)