Saussure modern dilbilimde hangi düşünceleriyle bugün hâlâ etkili oldu?

Genel bir göstergebilim deneti içinde yer aldığını savladığımı modern dilbilimi geliştiren Saussure'un modern düşüncenin iliklerine işleyen yaklaşımı dil/söz ayrımı ile neyi ne kadar konuşabileceğimizi ya da düşünebileceğimizi göstermesi bakımından ilginçtir.
Neyi nasıl düşündü?
Modern dilbilimin babası addedilen Ferdinand de Saussure, ölümünün ardından öğrencileri tarafından derlenen Genel Dilbilim Dersleri’nde geliştirdiği bakış açısıyla geleneksel diakronik (artsüremli) dilbilim anlayışlarını -ki bu anlayışlar bir tür nominalizmle şeyler ile kelimeler arasında ilişkiler varsayıyor, kelime öbeklerinin ya da dilsel birimlerin ortaya çıkışının tarihine yöneliyorlardı- eleştirip dilbilimin saf dil olgusuyla ilgilenmesi gerektiği düşüncesini kendine mehaz edinmişti. Saussure bu konuda açıkça “tek tek öğelerin, yani daha sonra kendilerine dayanarak genelleme yapılan kendi başına belirlenmiş varlıkların [(ya da niceliklerin) hiçbir zaman], dilin doğasında bulunmaması, temel ve değişmez bir özelliktir. Tersine önce genelleme vardır ve onun dışında hiçbir şey yoktur: ancak genelleme ölçüt işlevi gören bir görüş açısı varsaydığı için, dilbilimcinin ilgilenebileceği ilk ve en temel kendilikler zihnin gizil (latent) bir işleminin sonucudur zaten. Bundan, bütün dilbilimin (...), maddi anlamda olanaklı görüş açıları tartışmasına gelip çattığı çıkar dosdoğru: görüş açısı olmadan nesne olmaz” der. Konuşmalarımızın temeli toplumsal: Klasik dilbilimin dilin artsüremli sayılabilecek özellikleri üzerinde yoğunlaşmasının dil hakkında herhangi bir bilgi kazandırmayacağını düşünen Saussure, dilbilimin eşsüremli öğeler (yani aynı anda var olan, aynı zaman diliminde geçerli olan) arasındaki karşılıklı bağımlılık, denge ve ilişkiyle ilgili olduğunu açıklar. Saussure’ün dilin eşsüremli özelliklerini dilbilimin nesnesi seçen anlayışı bir yerde dile bir sistem olarak bakmayı gerektirir. Saussure’ün modern dilbilim için belirlediği hedef bu bakımdan “Ulaşabildiği bütün dilleri betimlemek, bu dillerin tarihini incelemek, bir başka deyişle dil ailelerinin evrimini göstermek her ailedeki ana dillerin ilk biçimlerini olanaklar çerçevesinde ortaya koymak; bütün dillerde sürekli ve evrensel olarak kendini gösteren güçleri araştırmak, tarihin bütün özel olaylarını açıklayabilecek genel yasaları bulmak; Kendi sınırlarını çizmek ve kendi kendisini tanımlamak” olarak anlatılabilir.” Modern dilbilimin sistem olarak dil anlayışını benimsedikten sonra elbette göstergesel olgular bütünü içinde dilin benimsendiği üzere özel bir sistem olmasını neyin sağladığını ortaya çıkarmak da onun temel amaçlarından olacaktır.
Dilin toplumsal bir sistem olduğunu ısrarla vurgulayan Saussure, onun şu üç unsurun bir sentezi olduğunu da düşünür: dilyetisi (langage), dil (langue) ve söz (parole). Dilyetisi (langage) her insanda bulunur, dil (langue) ise dilin sentatik, sentagmatik, gramatik bütün soyut kurallı yapısıdır. Bu kurallı yapı o dili kullanan herkesçe paylaşılır. Buna karşın söz “… bireylerin söylediklerinin toplamıdır ve a) Konuşanların istencine bağlı bireysel birleştirmeleri, b) Bu birleştirmelerin gerçekleşmesi için zorunlu ve gene istençli sesleme edimlerini kapsar. Demek ki söz toplumsal hiçbir şey içermez; sözün tüm gerçekleşmeleri bireysel ve bir anlıktır. Özel durumların toplamından başka bir şey yoktur bu düzlemde.”
Bu açıdan langue, dilbilimsel bakımdan pekâlâ hem konuşulan dilin genel adı hem de o dildeki bir unsur olarak kullanılabilir. Birçok bakımdan Saussure’un dil (langue) ve söz (parole) kavramlarını, tıpkı birey ve toplum kavram çiftinde olduğu gibi hem karşılıklı bağımlılıkları hem de birbirleriyle zaman zaman ayrışan karmaşık bir ilişki içerisinde (dilyetisini de sürekli göz önünde bulundurarak) nitelediğini biliyoruz.
Neticede dilin toplumsal bir sistem olduğu, dilsel işaretlerin içeriklerini seslerin doğal özelliklerinden kazanmayıp toplumsal bir uzlaşım neticesi edindiklerini, bu edinmede farklılaşma ve uzlaşmanın etkilerinin sanıldığının aksine epey önemli olduğunu vurgulayabiliriz.
Nerede düşündü?
Geliştirdiği psikanalizle ünlü Sigmund Freud’den bir yıl sonra, modern sosyolojinin kurucu babalarından addedilen Emilie Durkheim’dan bir yıl önce Cenevre’de dünyaya gelen Saussure’ün ailesinin başarılı bir doğabilimcisi geleneği bulunduğunu söylemek gerekli. Saussure on altı yaşına girdiğinde Fransızca, Almanca, İngilizce, Latince ve Yunanca biliyordu. Fizik ve kimya öğrencisi olarak 1875’te kaydolduğu Cenevre Üniversitesi’nde Yunan ve Latin dil bilgisi derslerini de takip etti. Paris Dil Bilimi Derneği’ne üye oldu. Ardından Almanya’da Leipzig Üniversitesi’nde dört yıl başarılı ve yaratıcı dilcilerle vakit geçirdi. Fransa’ya döndü, Gotik ile Eski Yüksek Almanca öğretiminden yola çıkarak derslerini Hint-Avrupa filolojisini kapsayacak biçimde genişletti. Paris’teki dil derneklerinde etkili olduğu gibi genç kuşak dilbilimcilerin de yetişmesine katkı sağladı. 1891’de Cenevre’den önerilen profesörlük kadrosunu kabul ederek doğduğu şehre döndü. 1913 Şubat’ında 56 yaşında ölene dek Cenevre’de kaldığı biliniyor. Bu kısa hayat hikayesinin gösterdiği üzere birçok modern disiplinin ortaya çıkmaya başladığı bir dönemde, Birinci Dünya Savaşı’na uzanan bir süreçte düşündükleriyle modern dilbilimin temel çalışma alanlarını belirledi.
Neleri değiştirdi?
Kelimelerin ve ibarelerin tarihini, dilin doğal kökenlerini soruşturmakla dilbilimin yapılamayacağını gösteren Saussure’ün Gabriel Tarde ile Emilie Durkheim arasındaki tartışmalardan büyük ölçüde etkilendiğini biliyoruz. Toplumu sosyolojinin ana çalışma konusu olarak seçen ve bireyi topluma bağlı kalarak açıklayan Durkheim’ın yaklaşımına benzer biçimde dilsel çeşitliliği onlara bir düzen getirerek yorumlayan Saussure’ün 19. yüzyıldan artakalan pozitivist anlayışların hâlâ ‘öznelci’ kalan bakış açılarını terk ederek daha ‘nesne’ye uygun bir bakış açısını geliştirdiği ileri sürülebilir.
Etkileri 1917’de Türkiye’de Alacahöyük’te bulunan Hititçe yazılı kerpiç tablette keşfedilen h-sesi ile birlikte artan (Hint-Avrupa dilindeki gırtlak harfleri Saussure’ün teorisiydi. Bulunan bu tablet Saussure’ün teorisinin doğrulaması olarak göründü) Saussure’ün modern dilbiliminden edebiyat eleştirisine, sosyoloji ve antropolojiden psikanaliz ve Markszime kadar uzanan bir etki alanı olduğunu söylemek gerekir. Sadece modern dilbilimin değil göstergebiliminin de kurucusu addedilen Saussure’un geliştirdiği “yapısalcı” bakış açısının her ne kadar 1960’ların sonunda Fransa’da gelişen birtakım tefekkürler sonrası yerini bugün postyapısalcı olarak adlandırdığımız bakış açılarına bıraktığını bilsek de tabiidir ki “kelimeler” ile “şeyler”i iliştirme biçimlerimize dair söyledikleri Freud sonrası Lacan’ın psikalizini, Althusser’in Marksizm’ini, Barthes’ın edebiyat eleştirisini, Levi-Strauss’un antropolojisini derinden etkilemiştir.
Çağdaş düşünce içinde isimleri sıklıkla anılan Foucault, Derrida, Deleuze ve diğer isimlerin bir şekilde başlangıç aşamalarında yapısalcı bakış açısının ve Ferdinand de Saussure’un etkisi bulunur. En azından bütün bu isimler felsefi kariyerlerini yapısalcı yaklaşımı eleştirerek edinmişlerdir. Modern düşüncenin iliklerine kadar işleyen bir bakış açısıdır bu.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.