Korkmak ya da korkmamak, işte bütün mes’ele...

​Korkmak ya da korkmamak, işte bütün mes’ele...
​Korkmak ya da korkmamak, işte bütün mes’ele...

Her şeyi ahsen yaratmış olan Rabbinin yasasıdır bu. İster mü’min ol ister kâfir, bu yasa tüm insanlığa güven verir. Kutsaldan tevbe ettiğinde Batı’nın terakkisinin temelinde bilginin verdiği bu güven duygusu vardı. Bu güven zamanla güce dönüştü. Gerisini hepimiz biliyoruz

İmanın inanmakla birlikte güvenmek (emn) anlamını içerdiği izaha gereği olmayan bir gerçektir. İnanma ontolojik bir tavır alışken, güvenme doğrudan praksistir, hayat üzerinde belirleyicidir ve imanın ispatıdır.

Bu güvenme İslami pratiklerin dayanağıdır diyebiliriz. Bedenimiz yeniden diriltildiğinde alacağımız karşılığa olan güvenimiz nedeniyle bir yetime sponsor oluruz, yoldaki taşı kaldırırız veya yaratıcımızı günün belli vakitlerinde hatırlarız. İsmail boğazında İbrahim’in bıçağının soğuk keskinliğini hissedip “emrolunduğunu yap” dediğinde bu iç içe geçmiş güvenlerin ispatıydı: Allah’ın varlığına, babasının peygamberliğine, vahyin doğruluğuna ve ötedünyada diriliş ve mükâfata. Allah’ın elçisi (SAV) mağara arkadaşına “üzülme” derken az sonra inecek olan sekînete güveniyordu.

Kutsaldan tevbe ettiğinde Batı’nın terakkisinin temelinde bilginin verdiği bu güven duygusu vardı. Bu güven zamanla güce dönüştü. Gerisini hepimiz biliyoruz.

Evet, iman güvenin ilk adımıdır, ancak güveni insana sadece iman vermez. Doğru bilgi de insana iman kadar güçlü bir güven verir. Ucuna ağır demir küre bağlı bir sarkacı yüz hizanda gerip ileri doğru bıraktığında, sana geri dönüşünde yüzünü dağıtmayacağını bilirsin, çünkü fizik kuralları her zaman ve her yerde aynı işler. Ya da içinde hastalık olduğunu bildiğin halde aşıyı vücuduna zerk edersin, çünkü bir biyolojik kurala güvenirsin. Her şeyi ahsen yaratmış olan Rabbinin yasasıdır bu. İster mü’min ol ister kâfir, bu yasa tüm insanlığa güven verir. Kutsaldan tevbe ettiğinde Batı’nın terakkisinin temelinde bilginin verdiği bu güven duygusu vardı. Bu güven zamanla güce dönüştü. Gerisini hepimiz biliyoruz.

Moderne evrilen zamanımızda ise Müslümanlarda içsel bir korku hâkim. Biz ne kadar saklamaya çalışsak da bir şekilde bu korku kendisini ele veriyor. Bu korkunun kökeninin hem imana hem de bilgiye bağlı güven eksikliği olduğunu öne sürmek bence çılgınca olmayacaktır. İmana dayalı güvenimiz eksik çünkü kime/neye, neden iman ettiğimiz konusu yüzyıllar içinde giderek flûlaşmış gözüküyor. Kadim zamanın adamları sarsılmaz bir geleneğe sahipti mesela, bu onların taklidî de olsa imanlarını ve güvenlerini güçlü tutuyordu, gözüpek insanlardı.

Moderne evrilen zamanımızda ise Müslümanlarda içsel bir korku hâkim.
Moderne evrilen zamanımızda ise Müslümanlarda içsel bir korku hâkim.

Ancak biz geleneği haklı olarak yapısökümüne tabi tutarken, “tahkîk”e odaklanamayacak kadar zihinsel dağılmaya dûçâr olmaya başlamıştık bile. Mesela son dönemde çoğu mü’min lüzumsuz ve abes bir şekilde politize oldu. Ontolojik ve epistemolojik gündemleri tamamen kaydı. Gâye-i hayaller bulanıklaştı. Birilerinin kendilerini takip ediyor olması onların nefislerini okşadı, benliklerini gıdıkladı, onları dolmadan taşırdı.

  • Elif okumadan müderris, vakânüvis ve hatta köşe yazarı yaptırdı. Hâlbuki üç tanesi bir araya gelse en fazla köşe takımı olabiliyorlardı.

Diğer taraftan, bilgi ve onun sistematik formu olan bilime karşı oldukça ihtiyatlıydık. Çünkü nedense bilim bizdenmiş gibi durmuyordu. İlk başlarda önceliğimiz ahiret olduğu için dünyevi ilimler çok sönük ve tüfeyli idi. Olsa iyi olur, ama olmasa da çok mühim değil mesabesindeydi. Sonra biz bilime giremeyince, bilim kaçınılmaz ve bilmecburi olarak bize nüfuz etti, zira doğru bilginin karşısında durmak imkânsızdı.

Nur topu gibi doğan yeni güncel mes’elemiz olan evrim teorisi ve müfredat tartışması tam da bu korku - güven psikolojimizi yansıtıyor.

Sarsılmaz imanımızın verdiği güven, Batı’nın bilime dayandırdığı güven ile kahramanca savaşıyor. Ama kaçak güreşiyoruz. Mesela evrenin başlangıcını açıklayan “Big Bang / Büyük Patlama” da bir “teori” olduğu halde, materyalizmin evren tasavvuru karşısında Allah’ın varlığına yönelik oldukça sağlam bir kanıt oluşturduğu için mü’min kardeşlerimiz bunun bir “teori” olmasından dem vurmayarak ateyizlerin gözüne sokuyor. Ancak konu bilimsel çevrelerce Büyük Patlama kadar kabul gören evrim teorisi olunca, maazallahlar çekiliyor. Evrim nevrimizi döndürüyor.

Oysa bizler, ümmet ve ferd olarak mü’minler, bu dünya ve öte dünya için bir güven tesis etmek istiyorsak, hem imanın hem de bilginin sarsılmazlığını bu bünyelere yerleştirmeliyiz. Kur’ân’ın diliyle “râsih” olmalıyız. Evrimin doğruluğu – yanlışlığı tartışmalarından uzak olarak söylemek gerekir ki eğer imanımıza güvenimiz varsa, bilimin doğruları bizi ürkütmemeli. Söyleyeceklerim bu kadardır.