Kötü bir şair, usta bir katil:Radovan Karaciç

Şiiri bir neşter değil, kılıç gibi kullandılar. Şifa dağıtmak yerine, cinayet işlemeyi tercih ettiler.
Şiiri bir neşter değil, kılıç gibi kullandılar. Şifa dağıtmak yerine, cinayet işlemeyi tercih ettiler.

Modern Çetnik Sırp liderleri, siyasi emelleri uğruna, sanatın ve edebiyatın özellikle de şiirin tüm imkânlarını serbestçe kullandılar. Militanca konuşmalarını halk şiiriyleriyle, Vuk Karadziç ve Nyegos’un eserlerinden alıntılarla süslediler. Şiiri bir neşter değil, kılıç gibi kullandılar. Şifa dağıtmak yerine, cinayet işlemeyi tercih ettiler.”

Sırpların tarafı oldukları yakın geçmişteki tüm savaşlar, eski savaşların devamı ya da tekrarı niteliğindedir. Eski Yugoslavya’nın dağılma sürecinde yaşananlar, bunun bir örneğidir. Sırp şairleri ile askerleri dirsek temasına geçtiğinde, etnik temizlik politikalarının önü açılmış oldu. Slobodan Miloşeviç, Radovan Karaciç ve Radko Mladiç’ten oluşan Çetnik Sırp üçlüsünün insanlığa sunduğu kanlı fotoğrafın özeti budur.

Bu üçlüden en fazla dikkat çeken isim olan Dr. Radovan Karaciç, 1945 yılında, bugün Karadağ sınırlarında kalan Savnik yakınlarındaki Petnyitsa köyünde doğdu. On beş yaşında, eğitim için Saraybosna’ya geldi. Saraybosna Üniversitesi’nde psikiyatri eğitimi aldı.

Başarısız bir psikiyatr

Üniversite yıllarında, “Ponocnik” isimli öğrenci dergisinde, yazı ve şiirleri yayınlanıyordu. Kendisini usta bir şair olarak tanıtıyor ve Sırp savaş şairleri geleneğinin bir parçası olduğunu söylüyordu. O kendisini yere göğe sığdıramasa da, eleştirmenler onun şiirini “ürkütücü ve mantıksız bir şiddetin psişik manzarası” ve “paramiliter bir sürrealizm” olarak tanımlamaktaydılar.

“Kendisini inanılmaz üstün görüyordu. Egosu çok yüksekti. Önceleri şaka yapıyor sanıyorduk ama o söylediklerini inanarak dile getiriyordu. ‘Mükemmel bir şairim, mükemmel bir psikiyatrım ve komünizm döneminin mükemmel işadamıyım’ diyordu.”

Karaciç, Komünist Birliği üyesi olarak eylemlere katılıyor, kendisini ön plana çıkarmaya çalışıyordu. 1968 yılında Felsefe Fakültesi çatısında yaptığı konuşma, bu doğrultudaki ilk adımı oldu. Sadece düşünceleri ile değil, görünüşüyle de farklı olmaya çalışıyordu. Kürklü palto giyerek, bakışları üzerinde topluyordu.

Radovan Karaciç, 1971.
Radovan Karaciç, 1971.

1971 yılında lisans eğitimini tamamlayarak, meslek hayatına Duro Dakovic Yetişkin Eğitim Merkezinde başladı. Koşevo’daki Dr. Nedo Zec Kliniği’nde de çalıştı. Ardından Saraybosna futbol kulübünde psikiyatr olarak görev yaptı. Ancak kayda değer bir başarı sağlayamadı.

Saraybosna’daki pek çok ticari girişimi de başarısızlıkla neticelenmişti. Çevre bilimci olmayı bile denemiş ama yine başarısız olmuştu. Bu şehirdeki isim yapmak için boşuna çabaladığının farkındaydı. Hal böyle olunca, Belgrad’a gitti. 1983’de bu şehirdeki bir sağlık merkezinde çalıştı. Ardından Kızıl Yıldız futbol kulübünde, psikiyatr olarak işe başladı. Bu süreçte ailesi Saraybosna’da ikamet ediyordu. Hafta sonları onları ziyarete geliyordu. Ne var ki Belgrad’da işler iyi gitmedi.

Karaciç, tıp çevreleri tarafından bir şarlatan olarak görülüyordu. Şefliğini yapan İsmet Ceric, onu şöyle anlatır: “Kendisini inanılmaz üstün görüyordu. Egosu çok yüksekti. Önceleri şaka yapıyor sanıyorduk ama o söylediklerini inanarak dile getiriyordu. ‘Mükemmel bir şairim, mükemmel bir psikiyatrım ve komünizm döneminin mükemmel işadamıyım’ diyordu.”

Bir diğer meslektaşı Senadin Ljubovic de benzer şeyler söylemektedir: “Yetenekli biri değildi. Onu hiçbir zaman benimsemediler. Bir psikiyatr olarak onun işinin ehli olmadığını söylemek, benim için ahlaki bir zorunluluk. Hiçbir zaman saygın biri olarak kabul görmedi.”

Deli Mızrak

Mesleki anlamda başarısız olan Karaciç, edebiyat ortamında da arzu ettiği başarıyı yakalayamadı. Bohem şiirler kaleme alıyordu. 1968 yılında Deli Mızrak (Ludo Koplje) isimli ilk şiir kitabı Saraybosna’da yayımladı. Şiirleri, gelecekte yapacaklarının habercisi gibiydi: “Biliyorum sorumlu olacağım onun önünde / İğrenç barış için olan bitenin sorumlusu / Ne yaptıysam isteyerek ve hesaplanmış / Yaptıklarım beni ölene kadar susmaya zorluyor.” (Beyler)

"Mükemmel bir şairim, mükemmel bir psikiyatrım ve komünizm döneminin mükemmel işadamıyım’ diyordu."n
"Mükemmel bir şairim, mükemmel bir psikiyatrım ve komünizm döneminin mükemmel işadamıyım’ diyordu."n

Yugoslavya’nın parçalanması henüz kimsenin aklına bile gelmezken, olacakları tek tek ifade etmesi bir öngörüden ziyade, zihin dünyasındaki planlarının bir yansımasıydı.

Şiirlerinde, o yıllarda pek bilinmeyen, bilgisayar gibi kavramları da kullanıyordu: “Bütün bunların çığlığın hazırlığı olduğunu biliyorum: / Garajdaki siyah demir ne hazırlıyor? / Bak korku bir örümceğe dönüşmüş / Bilgisayarında cevap arıyor.”

Bunu ne kadar öngörülü olduğuna bir işaret olarak sunuyordu. Fakat bu doğru değildi. Bütün olay, yurtdışındaki seminer ve sempozyumlarda edindiği kulak dolgunluğundan ibaretti.

Şiirlerindeki asıl öngörüsü ölüm üzerineydi. Daha doğrusu hayal ettiği geleceği mısralarında inşa etmeye çalışmıştı: “Hiç merak etme hadi gidelim / Öldür ki pislik düşsün şehirde”

Siyasete Atılıyor

İlk kitabından üç yıl sonra Ezelden (Pamtivek) isimli şiir kitabını, yine Saraybosna’da yayımlandı. Ardından uzun bir süre şiir kitabı yayınlamadı. 1982 yılında Mucizeler var, Mucizeler yok (Ima Cuda Nema Cuda) isimli kitabı yayınlandı. Çocuklar için yazdığı şiirleri topladığı bu kitabıyla, Çocukluk Yolları (Staze detinjstva) ödülünü aldı.

Her ne kadar Belgrad ve Banya Luka’da taltif görse de, Saraybosna’nın edebiyat çevreleri, onun şiirlerini, en iyimser tabirle sıradan buluyordu. Şair Marko Vesoviç’in, Karaciç hakkındaki değerlendirmesi şu şekildedir: “Her zaman kendinden söz etmeyi severdi. Şiirini geliştirmek için çabalamak yerine sürekli ne kadar büyük bir adam olduğunu söyler, hatta Sırbistan’ın en büyük üç yazarından biriyim derdi.”

  • 1987 yılında yeniden Saraybosna’ya, psikiyatri kliniğine döndü. Artık orta yaşlara gelmiş, ancak hala elle tutulur bir ilerleme kaydedememişti. Komünist blokun çöküşüyle, beklediği fırsatı yakalamış oldu.

1989’dan sonra politikayla ilgilenmeye başladı. Sırp Radikal Partisi-SDS’yi kurdu. Militan bir lider olma yolunun açıldığını görüyordu. Bosnalı Sırplar arasında yayılan Sırp milliyetçiliği rüzgârını arkasına aldı. Temmuz 1990’da, partinin başına geçti. Bosna Hersek Başkanlık Konseyi Üyesi oldu.

1989’dan sonra politikayla ilgilenmeye başladı. Sırp Radikal Partisi-SDS’yi kurdu.
1989’dan sonra politikayla ilgilenmeye başladı. Sırp Radikal Partisi-SDS’yi kurdu.

1990 yılında Saraybosna’da Siyah Masal (Crna Bajka) ve iki yıl sonra Bosna’da Savaş: Nasıl Başladı? (Rat u Bosni: Koka je Pocelo) isimli kitapları yayınlandı. Aynı yıl Belgrad’da Sloven Misafir (Slovenski Gost) isimli lirik şiirlerden oluşan kitabı yayınlandı. Bu kitabıyla, Karadağ’a bağlı Bijelo Polje Belediyesi’nin, “Risto Ratkoviç” edebiyat ödülünü aldı.

Şiddeten Beslendi

Karaciç, şiddet imgesine takıntılıdır. Çatışma dilini kullanır. Mısralarından acımasız ve küstah nidalar yükselir: “Silah namlularının konuşma zamanı geldiğinde / Kahramanca günler için, değerli geceler / Yabancı bir ordu ülkene aktığında / Hasar görür ve hasara neden olur / bu durum doğru olmalıdır: / Sonra dolaşırsın vatanını, yürüyerek / Ve botların savaşır yan yana seninle” (Savaş Çizmeleri)

Onun şiirlerinde kurşunlar havada uçuşur: “Kurşunlar çok güzeller / Dünyası döndü baş aşağı / Ve onun hatırası boyunca petek gibi / bir kurşun / ince bir kurşun, görkemli kurşun.”

  • Şiirlerindeki bir diğer imge el bombasıdır: “Bir sigara gibi parlıyorum / Nevrotik bir dudakta / Her yerde beni ararken / Şafak söktüğünde bekliyorum / Harika bir şans / Terk etmek bir kere / Tüm zamanlarım bana teklif ediyor / Bir sabah el bombası atmayı” (Bir Sabah El Bombası)

Karaciç’in şiirleri, bir konuşma metninden farksızdır. Basit bir propagandadan ibarettir. İleride gerçekleştirecekleri tüm soykırımların, yol haritasıdır: “Güle güle, bundan böyle / Nazik adamların aortları bensiz patlayacak / Kanla lekelenmek için son şans / Gitmesine izin verdim / Daha fazla eski çağrılara cevap veriyorum / Ve dağların yeşile dönüşünü izle / Güle güle, suikastçılar, nadir bir düşünce” (Güle Güle Suikastçı)

Şiirler Gerçek Oldu

Şiirlerindeki şiddet, konuşmalarına da yansımıştı. 14 Ekim 1991’de Bosna Hersek Parlamentosu’nda yaptığı tehdit dolu konuşma, bunun bir örneğidir: “Bosna Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı için oy verilirse, Sırp paramiliterler Müslüman halkı yok edecekler. Çünkü savaş çıkarsa, Müslümanlar kendilerini savunamazlar.”

Bosna Hersek eski Yugoslavya’dan ayrılınca, Sırplar da Saraybosna’daki hükumeti tanımadılar. Yarı özerk, Sırp Halk Cumhuriyeti’ni ilan ettiler. Karaciç, bu devletin ilk başkanı oldu. Bir sonraki adımı şiirlerindeki ölümü, Bosna Hersek’e yaymak oldu.

Karaciç, bu devletin ilk başkanı oldu. Bir sonraki adımı şiirlerindeki ölümü, Bosna Hersek’e yaymak oldu.
Karaciç, bu devletin ilk başkanı oldu. Bir sonraki adımı şiirlerindeki ölümü, Bosna Hersek’e yaymak oldu.

Karaciç, emrindeki askeri birlikleri teşvik etmek için şiiri kullanıyordu. Cephe hattını sık sık ziyaret ediyor; antik destanların kan damlayan, ölüm kokan bölümlerini okuyordu. Okuduğu klasiklerin başında, Karadağ’ın piskopos prensi Nyegos tarafından 19’ncu yüzyılda kaleme alınan “Dağ Çelengi” şiiri yer alıyordu.

Karaciç, şiirlerinde, Saraybosna ve zambak gibi konu ve sembolleri de kullanıyordu. Saraybosna, onun için çekici ve cazibeliydi. Fakat bu durum, ondaki kıskançlık hissini körüklüyordu. Çünkü kendisine her türlü imkânı sağlayan bu şehirden nefret ediyordu.

Eski Yugoslavya Ulusal Ordusu JNA’daki Çetnik Sırp askeri birliklerinin ve paramiliterlerin, sistematik tecavüzler esnasında Nyegos’un sözlerini kullandığına dair birçok kanıt bulunmaktadır. Saraybosna’yı hedef alan bu saldırganların, kurbanlarına şunları söylediği bilinir: “Ah güzel Türk kızı / Rahibelerimiz sizi vaftiz edecek / Saraybosna, vadide / Sırplar sizi çevreliyor.”

Bazı tanıklar, Sırp saldırganların Dağ Çelengi’ndeki “Gelinlerin tohumunu yok et!” “ikazını” dikkate aldığını söylerler. Nitekim Slobodan Miloşeviç, Lahey’de aynı şiiri seslendirilmişti.

Hain Bulaşma

Karaciç, şiirlerinde, Saraybosna ve zambak gibi konu ve sembolleri de kullanıyordu. Saraybosna, onun için çekici ve cazibeliydi. Fakat bu durum, ondaki kıskançlık hissini körüklüyordu. Çünkü kendisine her türlü imkânı sağlayan bu şehirden nefret ediyordu. Bütün bedenini esir alan bu habis duygu, onu bir psikiyatrdan bir suçluya dönüştürmüştü. Artık, “Şehrin ışıkları çarpıcı ve tehditkâr aynı zamanda” diye ifade ettiği Saraybosna’dan intikam alma zamanı gelmişti.

Saraybosna kuşatması günleri, Radovan Karaciç’in hayatındaki en mutlu günlerdi.
Saraybosna kuşatması günleri, Radovan Karaciç’in hayatındaki en mutlu günlerdi.

Kırk dört ay devam eden ve 11 bin 541 insanın canına mal olan Saraybosna kuşatması günleri, Radovan Karaciç’in hayatındaki en mutlu günlerdi. O günlerden birinde, şehre hâkim bir noktada bulunan Trebeviç Dağı’nda, Rus milliyetçisi şair Eduard Limonov’a Saraybosna şiirini okuyordu: “Yok oluş adımlarını duyuyorum / Şehir yanıyor kilisedeki bir buhur gibi.”

Karaciç, Limonov’u keskin nişancı tüfeği ile kuşatma altındaki Saraybosna’ya ateş etmeye davet ediyordu. Oğluna yeni bir oyuncak gösteren bir baba gibi gururlanıyordu. Saraybosna halkının hayatına karşı ise kayıtsız ve küçümseyiciydi. Limonov bu daveti kabul ederek, belki de, binlerce masumdan birinin hayatını kaybetmesine sebep oldu. Polonyalı belgesel film yapımcısı Paul Pawlikowski, olan biten her şeyi kayda aldı. Saraybosnalılar, Limonov’un ziyaretinden sonra, şu espriyi yaptılar: Şairler ikiye ayrılır; yardım edenler ve ateş edenler.

Limonov’un Trebeviç ziyareti, kişisel bir destekten ibaret değildi. 1994 yılında Rus Yazarlar Birliği, Karaciç’e, ülkenin en saygın edebiyat ödüllerinden biri olan Mikhail Sholokhav Ödülü’nü verdi. Rus Yazarlar Birliği Sözcüsü, verdikleri ödülü garip bir gerekçeyle izah etmişti: “Ödüle layık bir alıcı olduğuna inanıyoruz. Ödül, şiirine nüfuz eden insanlık ve Slav ruhu şerefine verildi.”

Firari Katil

Karaciç’in söylemlerine yönelik hoşgörünün de bir sınırı vardı. 21 Kasım 1995’de ABD Büyükelçisi Richard Holbrooke’un yaptığı şu açıklama, Karaciç defterinin kapandığını ilan ediyordu: “Karaciç artık Sırp Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı değildir. Makamından, tüm yetkilerinden feragat ederek, çekilmiştir.”

Kısa bir süre sonra işlediği savaş suçları sebebiyle, Karaciç hakkında uluslararası yakalama emri çıkarıldı. Ancak o çoktan kayıplara karışmıştı. Ne hikmettir ki firari olsa da kitaplarını yayınlamaya devam etti. 2001 yılında Novi Sad’da, Deli Mızrak’tan, Siyah Masal’a (Od Ludog Koplja Do Crne Bajke) isimli derleme şiir kitabı yayınlandı. 2004 yılında, Savaş Mektupları (Ratna Pisma) isimli kitabı yayımlandı. Aynı yıl Belgrad’da Gecenin Mucize Kronolojisi (Cudesna Hronika Noci) isimli psikolojik romanı yayınlandı.

  • Karaciç yakalanamıyor ama kitapları ardı ardına yayınlanıyordu. 2005 yılında Niş’te, Asrın Sol Göğsü Altında (Pod Levu Sisu Veka) isimli şiir kitabı yayınlandı. Bu kitapta dağları, ormanları, ırmakları ve yaban hayvanlarını anlatan şiirlerin yanı sıra bolca savaş ve şiddete atıflar bulunuluyordu.

2006 yılında Belgrad’da, Uluslararası Yayın Merkezi (Medunarodni press centar) tarafından, Röportaj ve Konuşmalar (Intervju i razgovori) isimli altı kitabı yayınlandı. Aranan bir savaş suçlusunun eserlerinin resmi kurumlar tarafından yayınlanması oldukça dikkat çekicidir.

Yakalandığında kimliği, görünümü, hatta kişiliği tamamen değişmişti.
Yakalandığında kimliği, görünümü, hatta kişiliği tamamen değişmişti.

Kuzu Postunda Kurt

On yılı aşkın bir süre adaletten kaçmayı başaran Karaciç, 18 Temmuz 2008 sabahı Belgrad’da yakalandı. Dağda, bayırda, ormanda aranan Dr. Radovan Karaciç, bir belediye otobüsünden Dr. Dragan David Dabiç olarak çıktı. Yakalandığında kimliği, görünümü, hatta kişiliği tamamen değişmişti. Trebeviç’te “kükreyen aslan” gitmiş, yerine bembeyaz bir kedi gelmişti.

Kurdun kuzuluğu, büründüğü posttan çıkana kadardır. Saçı, sakalı kesilen Dr. Dabiç, bir anda yeniden, Dr. Karaciç olduğunu hatırladı. Ağır yürüyüşlü nazik ve güler yüzlü ihtiyar, fabrika ayarlarına; dik başlı, ukala ve kaba bir faşiste döndü.

Karaciç, “nevrotik dudaklarından” dökülen mitolojik hikâyeleri Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nde bir kez daha anlattı. “Küçük sayıların karmaşası” diye nitelendirdiği binlerce masuma karşılık, sadece 40 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ne diyelim: İnşallah, kırkı çıkmadan, tabutu çıkar.