28 şubat sonrası Behramoğlu’nun darbe yorumu bugün nasıl okunmalı

 Arşiv
Arşiv

* Gerçek şiir okurları gerçekten bilirler. Öyle bir tane bile ‘vay be’ dedirten dizesi ya da şiiri yoktur. İdeolojik saikle savunanlar dışında bunun tersini söyleyecek bir kimse çıkmaz. Tamamen çöp mü peki? Elbette değil. Büyük Türk şiiri içinde çok aşağılarda bir yerde duruyor. Yarın açılmayacak sayfalarda, edebiyat tarihçilerinin ‘bu da böyleydi’ diyeceği yerde. Hele de kendisinin bizzat megalomanca kendi adını adlarının yanına yazdığı Namık Kemallerin, Nazım Hikmetlerin kıratında bir şair asla değil. Üzgünüm, o şiirse bunlar değil çünkü. Ebeveynliğine soyunduğunuz o çocuklara yedirirsiniz ama biz yemeyiz kötü şiiri Behramoğlu. Ve sizi asıl kötü yapan şeylerin başında bu da geliyor. Kakavan şiiri, iyi diye yutturmaya çalışmanız.

İrfan Tabanca

Konuşulmaya değer yanı, uzun yaşaması ve bir hevesli olarak şiirde ısrar edip biyografisinin gerçekten büyük adamlarla kesişmesi… Ece Ayhan, ‘yeteneksiz’ diyor buna mesela. Yeteneksiz de dese Ece Ayhan tarafından kurulmuş bir cümlenin kenar öznesi bile olsa, kıymetli bir şey bu. Türk edebiyatının yarınına kalacak yeri de sadece burası. Bir de İsmet Özel’le birlikte dergi çıkarmışlar iki yüz yıl önce. (Şair olan İsmet) Yıkılma Sakın, buna ithafen yazılmış ayrıca. Hepsi bu. (İsmet Özel bütün hatalarını gençliğinde yapmış anlaşılan)

Politik bir figür olarak o Fransız kültür bilmem nelerinden ödüller, Küba kültür bakanından nişanlar vs, hepsi ait olduğu cemaatin ekmekleri… Öfkesi, sadece yaşından kaynaklanmıyor, esas sebep, ‘hem dar cemaatimin ekmeğini yiyeyim hem de merkezde oturayım’ tuhaf çelişkisinde sorun görmeyen elitist ezberi aslında. Ezberi bozuldukça ağzı bozuluyor. Yaşı ilerledikçe yapılması mümkün makyajların yapılamamasına içleniyor. İçlendikçe öfkeleniyor. Öfkelendikçe nicelerinden ‘kahraman’ yaratan karanlığın eskisi kadar koyu olmamasına kızıyor.

Cüneyt Özdemir, bununla bir program yapmış. 2012 senesinde. Orada bir diyalogları var. ‘Aklın karşılaşabileceği en büyük yıkım akıl dışılıktır’ diyen Camus’yü mezarında ters döndürecek denli korkunç.

“28 Şubat’ın üzerinden on beş yıl geçti. Siz 28 Şubat’ı desteklemiş miydiniz? diye soruyor Cüneyt Özdemir. “Evet” diyor. “Pişman mısınız” diye sorunca “asla, ne münasebetle” diyor.

28 Şubat’ın darbe olmadığını söyleyince, Cüneyt Özdemir, bir şairle değil de hevesi kursağında kalmış yaşlı bir militanla konuştuğunu fark edip gayr-ı ihtiyari gülüyor. Ve soruyor;

- “Nasıl darbe değil, generaller gazeteciler için andıç hazırladı, hiçbir demokratik ülkede böyle bir şey olmaz.”

Cüneyt Özdemir böyle deyince, bu da cevap olarak:

- “Hiçbir demokratik ülkede gelen başbakan ilk gün esselamunaleyküm bilmem ne de demez”, diyor.

Cüneyt Özdemir de “Niye demesin, buna askerler mi karar verecek? Demokratik bir seçimde insanlar gidip Refah Partisi’ne oy verdiler.” Diye ekliyor.

Aklın neden önemli bir şey olduğunu baştan sona bize gösteren o programda Ataol Behramoğlu diyor ki:

- “28 Şubat’ta askerin yaptığına sivil toplum sahip çıkabilseydi Türkiye bambaşka bir yere gidebilirdi. Sahip çıkamadı.”

Behramoğlu böyle deyince, Cüneyt Özdemir, Behramoğlu’nun muhtemelen hayatı boyunca hiç aklına getirmediği o gerçeği dile getiriyor:

- “Çünkü sivil toplum böyle bir şey istemiyordu.”

Aslında bütün sıkıntısı ne biliyor musunuz? Bir türlü anlamadığı, bir türlü kendisine izah edemediği şey “nasıl olur da bu halk benim gibi/bizim gibi düşünmez?” meselesi… Yaşının da etkisiyle kendisine kafayı yedirten şey tam olarak bu. Tüm bu şaşkınlığı içinde aklına hiç getirmediği şey, “halkımız” dediği halkın tam ve kesin olarak kendisinden ayrı düşünebileceği gerçeği… Düşündüğü bile demiyorum bak, ‘düşünebileceği ihtimali’ diyorum.

Buna ihtimal vermiyor. Veremiyor. Öfkesinin sebebi bu. Yaşı dolayısıyla elinde kalan muhafazakarlığının ona sordurmadığı soruyu burada biz soralım; kanaatiniz ne olursa olsun, toplum çoğunluğu sizin kanaatinizin tam tersine bir pozisyon alırsa, almak isterse, ne yapacaksınız?

Muhafazakarlığının doğurduğu eski alışkanlığı, işlerin eskiden olduğu gibi olmasını getiriyor önüne. Onu ‘kötü’ yapan yer tam olarak burada başlıyor: “Cebren.” Haksızlık etmeyelim, ilk tercihi değil bu. Şerhi var: ‘gerekirse’ diyor. Gerekirse cebren. Kötülüğünü gizlemek için örttüğü şal bu. Darbecilikle ilgisi de burada başlıyor.

Kendisi için yüksek, doğru ve güzel kabul ettiği şeyleri ben kabul etmezsem bana zorla kabul ettirilmesi gerektiğine inanıyor. [Kendisi dediğimiz yeri daha tartışmaya açmadık bile. Çağdaşlık derken Batıcılığı kastediyor. Evrensel değerler derken küresel paketlerden yediği zokaları yememizi öneriyor vs]

Kendisini toplumun çağdaşlaşmasının rafine zirvesi olarak görüyor. Tıpkı bir çocuk gibi yanlışı tercih ederse ‘toplumun’ cezalandırılabileceğine inanıyor. Kızgın sobaya elini uzatan çocuk örneğindeki yaygın klişenin kendisi. Bırakalım da sobaya mı dokunsun? Dokunmasın elbette. Ataol Behramoğlu, durduğu yeri böyle izah ediyor vicdanına. Soba örneği kendisini kendisine haklı gösterecek örnek.

Ama bilim dininin sıkı bir inananı olarak sobanın sıcak olduğu yargısının kendi yargısı olabileceğine ihtimal vermiyor. Belki ortada bir soba ve bir çocuk bile yoktur. Öte taraftan toplumun laik ve çağdaş bir seviyeye taşınması ödevini, Kant’ın bile ona vermediğini bir türlü kabul edemiyor. Çocuk değil, toplum bu. Ebeveyni de siz değilsiniz. Dahası, ‘gerekirse’ şerhiyle cebren dediği yerin tuhaf çelişkisini de anlayamıyor.

Şu anki öfkesi, Erdoğan’ın yaptıkları yüzünden kabarmış durumda. Erdoğan’ın kendi düşüncelerini yavaş yavaş zorla topluma kabul ettirdiğine inanıyor. Buna ‘sivil darbe’ diyor hatta. Buna getirdiği çözüm de şu, “kendi düşüncelerini topluma zorla kabul ettirmek.” Kafalar ne kadar güzel değil mi? Üstelik Erdoğan’ın, onun kastettiği şeyi yapmış olsa bile, bunu toplumun oyu ve onayıyla yaptığı gerçeğini ıskalayıp kendisi asker gibi bir üst gücü göreve çağırıyor. “Du” daha doğrusu. Çağırıyordu çünkü artık oradan da ümidi kalmadı. ‘Sivil toplum’ dediği teraneyi harekete geçirmekten söz ediyor artık.

Bunu da önce kendi cemaatini sonra tüm toplumu bir an bile çocuk gibi görmekten vazgeçmeden yapıyor. Ataol Behramoğlu’nun partisinin vatandaşlıktan çıkardığı ve Erdoğan’ın iade-i itibar yaptığı Nazım Hikmet’in mezarı başında konuşurken Erdoğan’ı eleştirmek adına “dinimizi kullanıyor, kutsal kitabımızı elinde sallıyor” cümlelerini kurmuştu mesela. Çocuklardan çekinmiyor nasılsa.

“Kutsal kitabımız mı?” Kutsal ne? Kitap ne? Sayın Behramoğlu?

“Kurban Bayramının hemen arifesindeyiz, canlıları keserek bayram olmaz arkadaşlar” derken, durduğunuz yer bir cehaletin izharı mı yoksa siz de mi Kur’an’ı yorumlama işine girdiniz? Büyük unvanlar ve ödülleriniz yetmedi de şimdi müfessir olmaya mı niyetlendiniz? Daha da yoksa ‘kutsallık’ burada bitti mi?

“Canlıları keserek bayram olmaz” cümlesi, elbette semavi ya da değil, takipçisi az ya da çok bugün dünyada cari ve kurban kavramı olan onlarca dinle ilgili değil. Asla değil. Doğrudan ve sadece İslam’la ilgili. Behramoğlu Londra’da yaşadığı yıllarda Noel ve Hindi ilişkisi üzerine benzer bir cümle kurabilir miydi? Hayır. Çünkü dostlarını üzerdi. Peki Behramoğlu’nun karışık kebap sofrasında yediği etler ne etiydi? Ebheri’nin ağladığı yerdi.

Erdoğan’la mı savaşacaksınız? Sonuna kadar savaşın. Dilediğiniz şekilde eleştirin. Hatta gidin siz de CHP’den ya da HDP’den siyasete atılın. Burada sorun yok. Ama sizden beklediğimiz tek şey, biraz dürüstlük ve bir parça ilkeli tutum. Hepsi bu. Çok şey değil.

Cumhuriyet ve demokrasiyi överek bu yaşa geldiniz. Attığınız zarlar boşa gittiyse dönüp yeniden yorumlamaya girmeyeceksiniz. Erdoğan’ı tartışmalı bir ithamla ‘darbeci’ olarak yaftalayıp, sonra çözüm olarak darbe önermeyeceksiniz. Dahası bu toplumun değerleri ile ilgili ve tam olarak toplumu kışkırtacak akla ve ahlaka sığmayan yorumlar yapmayacaksınız. Londralı ya da Parisli dostlarınıza yapmadığınız gibi en azından.

Yine de şu hususun altını çizelim ve Behramoğlu’na hakkını teslim edelim: Ait olduğu cemaatin büyük çoğunluğu gibi Ataol Behramoğlu, tanrıyı Ak Partili zannedip de İslam düşmanlığı yapan taifeden değil. Ak Parti’den bağımsız olarak sevmiyor bu ülkenin yerleşik kültürünü. Hatta cemaatinin çoğunluğunun aksine, Erdoğan’dan bile bu sebeple nefret ediyor. Bu konuda fikri bir tutarlılığı var en azından. Bu da bir şey.

Ataol Behramoğlu, kapatılmayı bekleyen “kötü ve kirli bir parantez” aslında. Anlamanızı istediğim şey şu sayın Behramoğlu: ya, kendi vazettiğiniz çerçeve dışında ortak bir tanım ve kabulle insan olmayı başaracaksınız ya da yıllarca saltanatını sürdüğünüz bu kötü ve kirli paranteziniz kapanacak. Ve bu, Ak Parti’yle Erdoğan’la falan ilgili bile değil. Ne sanıyorsunuz? O şarkıyı sonsuza kadar söyleyebileceğinizi mi?

Sadece kendi dar cemaatiyle oturan aydın yozlaşması bu. ‘Eski güzel günleri’ övdükleri toplaşmalarında birbirlerini alkışlayarak her şeyi o küçük dünyalarından ibaret zannediyorlar.

Bu arada yanlış biliyorsam düzeltin sayın Behramoğlu. Darbe sonrası yurt dışına kaçtığınızda, Erbakan’ın da desteklediği 1974 affıyla Türkiye’ye geri dönebilmiştiniz sanki. [Kemalist ve yurtsever Ataol Behramoğlu’na Pervin Buldan rt’lettiren hayat bize ne yapmaz?]

Tam da bu ve benzer sebeplerle Attila İlhan iyi şair ve iyi insanken, sizin insanlığınız şairliğinizden bile daha kötü.

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.


Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım