Kötülüğe maruz kalmanın yol açtığı kötülük

Hekaton’la Son Tango.
Hekaton’la Son Tango.

Her birimizin gündeminde eşcinsellik belasının bir şekilde yer aldığı aşikar. Dile getirirken ya da sebep-sonuç dinamiklerini ele alırken gözden kaçabilecek pek çok yönüyle ‘küresel bir proje’ oluşunu, ‘aileyi ifsad etme’ yönteminden yola çıkarak ‘insanlığa yeni bir biçim kazandırma’ gayretinin az dile getirildiği bir konu.

Eşcinselliğin yarattığı kötülüğü hiç bu şekilde okumamıştık dedirten bir kitap Mustafa Merter’in kaleminden geçtiğimiz Aralık ayında basıldı. Meseleyi ele alış biçimiyle, kapsamlı çerçevesiyle Türkçe kaleme alınmış ilk telif eser olma özelliği de taşıyor. Günümüzün belki de en tartışmalı konularından biri olduğu kadar üzerine konuşulmaya en fazla çekinilen eşcinsellik ve LGBTQ+’ya dair, eserin cesaret gerektiren konuları ustalıkla ve yüksek farkındalıkla incelediğini görmemek mümkün değil. Öyle ki henüz adında başlıyor ne denli cesaret barındırdığı: “Hekaton’la Son Tango: Aileyi İfsad Etme ve İnsanlığı Yeniden Yapılandırma Küresel Projesi’nin Bir Meta-Analizi”. Bunu yaparken de oldukça anlaşılır, delillendirilebilir başlıklarla inşa edilen yapısı, meta-analiz yapmanın hakkını vermiş. Tüm başlıkları okurken, bir yandan dehşete düşürüp bir yandan da ‘evet, sezdiğimiz fakat bir türlü yerine oturtamadığımız’ diyeceğimiz türden konular arasında bağlantılar kurarak bir aydınlatma yaşatıyor.

Eşcinselliğin toplumun ince kılcallarına bir süre usul usul, daha sonra da utanmaz biçimde alenen ve hiçbir çekinme emaresi olmadan nasıl yaygınlaştırılmaya çalışıldığını altı başlıkla açıklıyor. Burada öncelikle Hekaton’a da göz atmak iyi olur. Hekaton kitabın kapağında kullanılmış bir metafor varlık, bir canavar. Bu canavar nasıl bir düşmanla karşı karşıya olduğumuzu, onu pek çok yönden tanıyıp değerlendirmemiz gerektiğini gösteren; tanıdıkça da ürkütücü görünüşünün tam da ürkütücü derecede karanlık yanından geldiğini anladığımız cinsten bir canavar. Müellif Mustafa Merter, insanlığı yeniden yapılandırmak isteyen bu metaforik varlığı okuyucusunu, aslında tüm toplumu ürpertmesinin gerekliliğini vurgulayarak seçiyor. Pek çok kolu olan bu yaratık, odadaki fil metaforunun aksine doğrunun farklı noktalarını değil; bir yanlışın onu var eden çeşitli veçhelerini temsil etmesi üzere aramızda. Her bir kolu altı farklı cephenin elemanlarını, argümanlarını, akıl oyunlarını temsil ediyor. Bu yaratığın kamuflaj yeteneği oldukça gelişmiş olduğundan savaştığımız cephelerdeki her bir kolun yaratığa bağlı olduğunu, tek bir bedenden üretildiğini göstermemek gibi marifetleriyle onun hakkında konuşanları “komplo teorisi” yapmakla suçlayan bir yapısı var.

Her bir cephesini detaylarıyla ele alıyor müellif. Eş zamanlı yürütülen bu cephelerin nasıl inşa edildiğinin, hangi aşamalarda mevzi kazandığının anlatılmasıyla başlayıp; savaşın komuta kademelerinin kimler olduğunu gösterdikten sonra belki de en önemli özelliği olan önlemleri ve oluşturulacak karşı cephelerini yazıyor. Sorunun tespiti kadar çözüm üretmek eseri ayrıcalıklı kılıyor. Zira her birimizin kısmen farkına vardığımız cephelerin, bu eseri okuduktan sonra geniş bir çerçevede sadece cephelerden değil büyük bir varoluş savaşı içinde olduğumuzu idrak ettikten sonra, “peki, şimdi ne yapacağız” boşluğuna düşmenin önüne geçiyor.

Gelelim cephelere. Kadim olanı, onu zenginleştirerek bugüne taşıyan gelenek kodlarımızdan bizleri koparmaya çalışan, pek çok askeriyle bizi uyuşturan altı cephe. Eğitim sistemi aracılığıyla çocukların ele geçirilmesi, annelik ve aile makamını ortadan kaldırılması için ‘erkek kadın’ yaratmanın yolları, baba otoritesinin başka bir Yahudi soykırımını önlemek üzere Siyonistlerce ortadan kaldırılmaya çalışılması, eş zamanlı olarak eşcinsellik güzellemelerinin her tür mecrada yaygınlaştırıp kabul görmesi için çalışılarak kadın erkek arasındaki cemâl-celâl dengesinin yerle bir edilmesi ve nihayetinde kadın erkek arasında farkı yok ederek insanın sevgi ve anlam arayışını başka yönlere çekmek olarak özetleyebileceğimiz cephelerin yanı sıra tüm bunlara hizmet edecek araçlar medyadan politikaya; hukuktan psikiyatri ve psikolojik alana tüm yönleriyle irdeleniyor.

Günlük hayatımızın parçaları olan akademinin, sosyal medya araçlarının, siyasetin, tıp bilimlerinin ve psikolojinin bu projede yer alan birimlerinin karanlık yönlerini, çarpıklıklarını, rant elde ederken insanlıkla nasıl oynadıklarını; bunları yaparken hangi yöntemlere ve üçkağıtlara başvurduklarını cephelerin müsebbiplerinin onlara ses çıkaracaklara ya da çıkarma ihtimali olan kişilere karşı baskı ve susturma yöntemleri uygulandığı detaylı örnekler bulunuyor kitapta.

Seni ben var etmek istiyorum, değişmeni, benim olmanı istediğim kişi gibi olmanı istiyorum diyen bir muhatabın karşısında kendimizi nasıl da kaygılı hisseder, büyük ihtimalle kendimizi ona karşı koruma altına almaya çalışırdık. İşte Hekaton, cinsel kimliklerimiz, insanlığımız, zekamız ve irademizle oynamaktan öte onu ele geçirmek üzere türlü adımlar atarken, eser ‘aykırılık’ yaparak nefsimize, yaradanın nizamına geri dönülmesi için ses çıkarmayı başarmış.

Burada müellifin böylesi zor bir konuyu kaleme alışına saygılarımızı sunmamız gerekiyor sanırım. Kitapta, aileyi ifsat etme projesini duyururken yaşadığı zorlukların ve savaşın cephelerinin çeşitliliği karşısında “imdat diye bağırmak geliyor içimden” diyen Psikiyatrist Mustafa Merter, kendi meslek grubundan tutun pek çok alandaki baskı ve zorbalıklara rağmen bu eseri kaleme almış, topluma olan vazifenin bir parçasını sırtlanmış. Yaptığı kavramsallaştırmalar sayesinde konunun ciddiyetle konuşulup kabul görmesine salık vermesini, konuşanların susturulduğu, yaftalandığı bir dönemde ateşe dökülen bir su olmasını dileriz.