Kötülüğün estetiği edebiyatta nasıl ortaya çıktı ve bugün nasıl tartışılıyor

Hacer Selçuk
Hacer Selçuk

Postmodernizm, estetik, negatif estetik, kötülük gibi konularda ve yayıncılık alanında yaptığı çalışmalarla tanıdığımız Hacer Selçuk ile Ketebe Yayınları’ndan çıkan kötülüğün estetiği kitabı üzerinden, kötülüğün estetikle olan ilişkisini ve bunun edebiyattaki yansımalarını konuştuk.

Söyleşi: Ali Oturaklı

“Kötülüğün estetiği” tabiri nasıl ortaya çıktı?

Her seferinde bu tanıma başvurmayı seviyorum, Kant, “Sanat güzel bir şeyin tasarımlanması değil, ama bir şeyin güzel tasarımlanmasıdır.” der. Sanıyorum kötünün, çirkinin, olumsuzun estetiğini mümkün kılan biraz bu. Kötünün tam anlamıyla güzel tasarımlanmasına imkân veren ise onun ahlaki, dinî vb. yargılardan ayrı olarak düşünülmesi ve psikoloji sahasına da aktarılmasıyla mümkün oldu. Kötülük estetiği, kendi içinde çelişik duran bir kavram gibi görünür ilk bakışta. Çünkü̈ kötü̈, ahlaki anlamda iyinin zıttı olarak vardır ve sanatta asırlar boyunca güzellik ve estetik “iyi” olanın yansımasıdır. Aslına bakılırsa en başından beri tüm bu anti-kavramlar estetiğin içine dâhildi fakat bu dâhil oluş, yalnızca pozitif kabul edilen kavramları var kılan karşıt kavramlar olarak mümkündü̈. Yani çirkin güzeli, kötü̈ iyiyi ve yanlış ise doğruyu görünür kılan unsurlar olarak varlardı. Antik Yunan’dan 18. yüzyıla gelinceye kadar bu durumun böyle olduğu kabul edilmektedir. Bunun değişmesinde Aydınlanma Çağı’nın önemli bir etkisi var. Bu dönem sanat ve estetikte çok önemli değişikliklerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Klasik sanat, estetik ve bu estetiği dayatan akademinin, kilisenin ve sarayın otoritesi son bulmaya, dayatılan kanon ve normlar yıkılmaya başlamıştır. Bu çağı hazırlayan birçok etmen, sanatı da etkiler ve sanat, insan yaşamıyla daha iç içe bir hâle gelir. Sanatın, “Tanrı katından insan katına inmesi” söz konusu ediliyor. Bu dönemde “estetik”in özerk bir alan olarak ortaya çıkması ve estetik üzerine düşünüşün artması, sanat ve estetikte öznelliğin kendini göstermesi aynı zamanda özerk estetiğin de temellerini atar. Güzel, iyi, kötü ve çirkin kavramları tekrar gündeme gelir ve kendilerine sanatta daha saygın bir yer bulurlar. Sanat sadece güzelin ve ahlaki olanın taşıyıcısı değil, negatif, kötü, çirkin ve rahatsız edicinin de taşıyıcısı olur. Bu değişim ve dönüşüm “Estetik beğeni”nin gündeme gelmesiyle biraz mümkün olur. Bu, tüm bu unsurlara sanatta cazibeli bir görünümle var olma hakkı da tanır.

Anladığım kadarıyla sanat ve edebiyatta kötülüğün hem başlangıç noktasında hem de tarihsel sürecinde şeytan figürü merkezi bir yerde. Mephistopheles örneğinde de gördüğümüz gibi. Kötü kahramanın sonsuz yolcuğunda önemli bir göstergesi diyebilir miyiz buna?

Kötülük söz konusu olduğunda, birçok inanış ve kültürde akla gelen ilk kavram şeytan kavramı olur. Kötülüğün teolojik boyutu, sanat ve edebiyatta oldukça önemli bir konumdadır. Kötülük, uzun süre teolojik kaynaklardan hareketle insanın “dolaylı” olarak muhatap olabileceği bir olgu olarak görüldü fakat Aydınlanma’nın, özellikle dinî düşünceyi sarsması, şeytanı sanattaki temsil konumundan aldı. Kötülüğe yaklaşımda görülen değişiklikler, kötülüğün içsel ve psikolojik yönünün irdelenmeye başlamasıyla şeytan temsilinde olan kötülüğün fiziksel bir hâl alması artık kabul edilemez hale gelir. Aydınlanma’nın boş inançları eleştirmesiyle sanattaki yerinden olan şeytan ve günah; erdemsizlik ve kural tanımazlığın -artık- kişileşmesiyle, sahip olduğu ayrıcalıklı konumu da yitirir. Özellikle Hristiyan inanışındaki şeytan imajının sarsılması ve bu anlayışın gerilemesi, bu anlayışla ortaya konan sanat ürünlerini de etkiler. Şeytanın buradaki konumunu kaybetmesi, kötünün temsilinde başka unsurlara yer açar. Şeytanın temsil ettiği kötü, artık rolünü insanın üstlendiği bir anlayışla sanata yansımaya başlar. Şeytan üzerinden tek yönlü olarak temsil edilen kötü, bu belirleniminden sıyrılır. Şeytan figürü, geleneksel sanat ve edebiyattaki yerini kaybettiğinde kötü, sanatta estetik temsil olarak yeni unsurlara ihtiyaç duymaya başlar. Edebiyatta da -resimde olduğu gibi- kötünün fiziksel estetiği, yerini daha soyut bir anlatıma bırakır. Şeytan mitolojisinin sona ermesiyle edebiyat kötüyü estetik bir nesneye dönüştürür.

Faust’ta şeytanın dönüşümünü tanımlayan şöyle bir kısım var:

O çoktan masal kitaplarına girdi bile; Ama daha iyi değil insanların hâli yine de: Bir kötüden kurtuldular ama kötüler kaldı yerinde.

Cadılar, Mephistopheles’e şeytan gibi görünmediğini söylediğinde böyle açıklar durumunu. Bu, yeni şeytan figürünün tanımıdır, artık kötülüğün sembolü değildir. Bir “boş inanç” unsuru olarak görülüp ortadan kaldırılan şeytanın yerini başka şeytanlar alır. Mephistopheles’in “Bir kötüden kurtuldular ama kötüler kaldı yerinde.” derken kastettiği insandır. Kötülüğün başat unsurunun artık şeytandan çok insan olduğunun düşünülmeye başlandığını görürüz burda. Artık karşımıza daha çok insan olan kötü kahramanlar çıkar. Elbette Aydınlanmanın, şeytanı sanattan kovması, bütünüyle şeytan figürünü yok etmez. Edebiyat, bünyesinde şeytana yer vermeye devam eder. Fakat bu yer veriş artık “şeytan”a değil, “şeytanî” olanadır.

Kötü kahramanı estetik kılan nedir? Daha doğrusu, başarılı çizilmiş bir kötüyü nasıl tanırız?

Shakespeare’in Othello’sundaki Iago’nun, ona güvenen ve kendisine hiçbir zararı olmayan Othello ve onun Desdemona’sının hayatını sebepsizce ve bile isteye neden yıktığını anlamayız. Bize anlamlı bir sebep sunmaz. Her ne yapıyorsa kendisinin dahi tam olarak bilmediği salt bir kötülük arzusuyla yapmaktadır. Bu yüzden Iago, Shakespeare’in en ilgi çekici karakterlerinden biridir. Güdülenmiş kötülüğü anlamak bir noktaya kadar mümkündür. Fakat sebepsiz ve öylesine kötülükte belki de anlamlandıramamaktan doğan olağanüstü bir gizem söz konusudur. Bu da karakteri merak uyandırıcı kılıyor. Çoğu zaman yakınlık duyulan ve derinlikli addedilen kötüler, zorlu bir hayatın, ötekileştirilmenin ve trajik bir yanın var olduğu kötüler olarak kabul edilir. Hayat onu böylesi bir kötülüğe sürüklemiştir ve bu da okurda ona karşı bir yakınlık yaratır. Halbuki estetik kötü, bunun tam tersidir bana göre. Kötü olduğu için kötüdür ve kötülüğü, onu yapmasına inandığı için yapar. Onda iyiye dair herhangi bir yan bulmayız. Anlayamadığımız ve merak ettiğimiz, sebepler aradığımız bir kötü olma hali vardır. Edebiyat bu anlamda “insanın kötüye yönelik zihinsel ve ruhsal yatkınlığı”- dan beslenir diyebiliriz. Katartik bir ihtiyaçla edebiyatın imkânlarından yararlanan okur için estetik kötü, biraz da uçlarda dolaşan, sınırları zorlayan saf kötülerdir diye düşünüyorum.

Kitapta negatif unsurlar için, “yükselişlerini edebiyata borçlular” diyorsunuz, edebiyatın bunu nasıl yaptığından biraz bahsedebilir misiniz? Ve neden yaptığından?

Nedeni aslında basittir; her şey anlatılmaya ihtiyaç duyar. Kendini var etmeye, kendini tanımaya ve tanımlandırmaya. Bu noktada edebiyat bir ihtiyacı karşılar. Negatif unsurları, karşıt kavramları, ruhsal çelişki ve tutarsızlık barındıran şeyleri, güzel sanatların biçimleriyle kavramak kolay değildir, bunlar daha çok anlatı konusu olmaya uygundur. Örneğin kötüye kendi varlığını kabul ettirme noktasında söz hakkı tanınması… Edebiyat ahlaki olma konusunda özgür bir tutum sergiler. Bataille, edebiyatın inorganik bir sanat olduğu için hiçbir şeyden sorumlu olmadığını, edebiyatın her şeyi söyleyebileceğini belirtir. Bununla beraber negatif unsurların okurun daha fazla dikkatini çekmesi de söz konusu. Kötünün estetik bir unsura dönüşümünde ve sanatta özerk olarak yükselişinde edebiyatın kilit bir rolü vardır. Çünkü çelişkili durumları, çözümsüzlüğü, tutarsızlığı barındıran kötüyü diğer sanatların kendine özgü biçimleriyle anlatmak kolay ve elverişli değildir. Kötüyü konu ediş biçimi ve anlatıya dayalı oluşu edebiyatın bu anlamdaki avantajı olur. Bu avantaj, edebiyatın kötüyü tüm yönleriyle tanıyıp ortaya koyması noktasında önemlidir. Edebiyatın yaratıcılığı, kötüye sanat alanında önemli bir varlık kazandırır.

Türk edebiyatındaki kötüyü “kaybeden” olarak niteliyorsunuz. Türk edebiyatında kötülüğün ve kötülerin nispeten daha başarısız işlenmesi -pek çok tartışmada da gündeme geldiği gibi- Türk edebiyatı için bir dezavantaj mı?

Kötülüğün Türk romanında işlenişi ağırlıklı olarak üstlendiği “toplumsal işlev” etrafında şekillenen ideolojik farklılıklar çerçevesinde olmuştur. Kötülük, özellikle ilk dönem Türk romanında, genelde yazarın ileteceği mesaj çerçevesinde yararlı ve didaktik işlev yüklenen bir unsurdur. Kötüler daima bütün olumsuz yanlarıyla verilirler. Acımasız, ahlaksız vb. derinleştirme ve anlama söz konusu olmaz. Kahramanlar çoğu kez ya beyazdır ya siyah, onların gri alanlarda dolaşmasına pek izin verilmez. Bu yüzden, Ahmet Sait Akçay, Türk edebiyatında kötülük ve hazzın bir arada pek yer alamadığını söyler. Edebiyatımıza birçok şeyin taklit yoluyla girmesi de okurlar nezdinde bir çeşit yapaylık algısı oluşturmaktadır. Bu, kötülüğün kültürümüze uygun olmayan bir yaratıcılıkla kendine yer bulmasını zorlaştıran bir sebeptir.

Kötülüğün Türk romanında belirli bir çerçeve etrafında oluşması sadece yazarla değil eser karşısındaki okurla da alakalı bir durumdur. Toplum olarak bu yaratıcılığa sahip olmayışımızın, bir eksiklikten ziyade bir yapı meselesi olduğunu kabul etmek gerek. Neler yapabileceğinin farkında olmasına rağmen -1950 öncesi Türk edebiyatından bahsediyorum- yazar, toplum faydasını kendi tercihinin önüne koyabilirdi. Bu yüzden kötünün estetik, derinlikli ve yaratıcı bir unsur olarak yeterli düzeyde işlenmeyişinin Türk edebiyatının eksik yönü olduğunu söylemek ne kadar doğrudur tartışılır.

Son dönemde revaçta olan vücutta hasar, yara gibi efektler veren dövmeler kötünün estetize edilişi bağlamında nasıl açıklanabilir, açıklanabilir mi?

Buna birkaç farklı yönden yaklaşabiliriz; insanın içinde iyiye olduğu kadar kötüye doğru bir yönelim de vardır. İnsan doğası gereği içinde negatif duygu durumlarına sahiptir ve yine doğası gereği bunların fiilsel dışavurumundan kaçınır. Bu tarz eğilimleri, eyleme dökemediği şeyi bir gösterge araçlığı ile vücudunda taşıyarak bir tatmin sağlayabilir. Bunun daha çok erkekler arasında yaygın olduğunu düşündüğümüzde daha arkaik bir açıklaması da olabilir. Örneğin avcı toplayıcılıktan gelen güç gösterisi. Artık buna ihtiyaç yok o halde bugün çağ gereği güçlü ve cesur görünmenin alternatif bir yolu olarak da görebiliriz bunu. Elbette bunda marjinal olma isteği, yasak ve tehlikeli olanın cazibesini yansıtma vb. birçok şeyin etkisi gösterilebilir.

Bununla beraber özellikle edebiyat ve sinemada iyi çizilmiş kötü kahramanlara duyulan hayranlık ve onların yükselişi bu türden bir taklide de yol açıyor olabilir. Edebi eserde ele alınan kötülerin, okuyucuya aktarımının artık çok güçlü olması önemli bir etken. Öyle ki bu kötüler sadece bulundukları eserdeki kahramanları etkilemekle kalmaz, eserin dışına çıkar ve cazibeleri okuru da etkisi altına almaya başlar. Yazarın aracılığı ile bu kötüler, kendilerini sunuş biçimleri, zekâları, gerçekçi tavırları, estetik duruşları ve etkili kullandıkları dilleriyle okuyucular nezdinde estetik birer temsile dönüşürler.

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.