Koyu kırmızı; Ciğerden

Arşiv
Arşiv

Tolstoy tam da bir mekândan durumdan ve halden ayrılırken okunmalı düşüncem pekişti yeniden. Çünkü yeşildir Tolstoy. Sakin klasik ve sağlıklı. Neredeyse bütün büyük Rus romancıları gibi insan ruhundan anlayan.

Masa saati kadar dar diyor Tolstoy kimi insanlar için. Dar gri ve parlak...O fıkır fıkır kahramanı Nataşa’nın ağzından çocukluk aşkı Boris için kullanıyor bu tanımlamayı. Bembeyaz eldivenleri, düzgün kıyafetleri, elde ettikleri makam, şan ve şöhretleri ancak dar gri ve parlak olmaklıkları ile mümkün bu insanların. Başka türlü bir tutum ve davranışın kendilerine yine kendileri tarafından darlatılmış bir gökyüzü altının insanları. Yeryüzü mü diyeceksiniz? Bütün dünya güya onların. Yeryüzünü ne bilecekler ne öğrenecekler ne de bir aşkı hissetseler bile derilerinin altında ısrarla peşinden gidebilecekler. Tutumlarının darlığı davranışlarının griliğinde parlamaya devam edecek. Masa saatleri de kalmadı artık...Kendilerini akıllı telefonları gibi ceplerine sığdırmak kaderleri olacak. Keşke az biraz felekten zekâ kendilerine isabet etseydi. Ya de serkeşlik.

İşte o zaman her şey değişirdi. Bu durumun aynı kişide gerçekleşmesi mümkün görünmüyor. Bunun için mavi, kırmızılı koyu mavi ve dörtgen bir karakter gerekiyor. Bilinen kırmızılı koyu mavi. Tolstoy’un Savaş ve Barış ‘ta belki de en çok sevdiği karakteri Piyer Bezuhov. En çok acıdığı. Belki de kendisine en çok benzettiği.

Koyu maviyi severim ben. Laciverdi daha çok severim. Kırmızıyı da severim. Bordoyu daha çok severim. Savaş ve Barış’ı okuduğum şu günlerde bu satırlar gülümsetti beni. Tolstoy tam da bir mekândan durumdan ve halden ayrılırken okunmalı düşüncem pekişti yeniden. Çünkü yeşildir Tolstoy. Sakin klasik ve sağlıklı. Neredeyse bütün büyük Rus romancıları gibi insan ruhundan anlayan. Şimdi ya bir söğüt gölgesi bulmalıyım ya Söğütlüçeşme’ye bir bilet. Bu hız bana yabancı olsa bile.

Gri olmak kuralları olmak demektir nadiren. Çoğu kez ise koyulmuş kurallar içinde nefes almak. İstenildiğinde nefesini kontrollü bir şekilde vermek. Müthiş bir darlık- hem kendine hem herkese. Hatta darboğaz. Peki ne? Bir ütülü pantolon gibi düzgün, hayatın yorgunluğunu- böyle bir hayat yorucudur- parlak plastik tutumlarla geçiştirmek. Tutumda kalmak hep davranışa geçememek.

Lacivert ve bordo demiştim. Mavi ve kırmızıya ilişmiş ya da iliştirilmiş bir siyah vardır orada. Engellenmiş müjde. Belki bir gün yazarım. Belki de beklemez isem.

Şimdi ben bunları niçin yazıyorum? Bir bebeğin parmaklarını dudaklarına götürüp çırpıştırması ile çıkan sesleri duymak istemesi gibi mi bu durum? Ya da Sait Faik ‘ten mi ilham alarak davranıyorum? Balık yoktur der Sait Faik. Hamsi, zargana, lüfer, kılıç, levrek ... vardır. Bir öykücü bunları bilmek, görmek zorundadır eğer öyküsü deniz ile ilgili ise. Evreni içinde gizleyen özneyim sözünü ağzımdan kaçırmıştım. Askerliğim bitmez.

Romantik bir şekilde son çekelim bu satırlara; bütün romantikler gibi biraz hastalıklı. Beklediğin şafaktır sevgilidir, sabahtır, akşamdır, sabaha çıkmaktır. Sonra bir öksürük krizi. Bildiğin koyu kırmızı; ciğerden.