Kriz yılı 1967 ve Sezai Karakoç

Sezai Karakoç, Diriliş’in kapandığı aylarda sevdiği ve saygı duyduğu Necip Fazıl’ın ısrarı üzerine yeniden çıkmaya başlayan Büyük Doğu’da haftada bir yazar.
Sezai Karakoç, Diriliş’in kapandığı aylarda sevdiği ve saygı duyduğu Necip Fazıl’ın ısrarı üzerine yeniden çıkmaya başlayan Büyük Doğu’da haftada bir yazar.

Düşünce hayatında, siyasî hareketlerde benzer nice gelişmeye sahne olduğundan 1967, Türkiye’nin yakın tarihini merak edenler için çok velût dönemlerin başlangıcıdır.

Dünyada ve Türkiye’de herkesin bildiği, önemsediği, üzerine titrediği ya da nefretle andığı tarihler vardır; bir de aslında ezberlerin değişmesine yol açan kırılmaları içinde taşıdığı halde dikkat çekmeyen tarihler…

Bunlar arasında daima 1968’in gölgesinde kalan ani fırtınaların koptuğu 1967’de bulunur. Zira İsrail, Ortadoğu’da kalıcı olduğunu bu yılda ilan etti. Söz konusu savaşın Türkiye’de ciddi etkileri oldu. Sözgelimi Nurettin Topçu’nun Hareket dergisinde neşredilen yazıları onun antisemitizmine kanıt olarak sunuldu.

Diğer taraftan 1967’de Türk solunda TİP ve MDD olmak üzere büyük bir ayrışma vuku buldu. Ercümend Özkan dağıttığı bildirilerden dolayı tutuklandı ve hapisteyken içinde bulunduğu hareketi “dokuz talakla” boşadı. Sezai Karakoç’un altı yıllık nadasın ardından çıkarmaya başladığı Diriliş dergisi kapandı, Hızırla Kırk Saat şiir kitabı yayımlandı ve koordinatları itibarıyla bir tür muhtasar İslâmcılık tarihi şeklinde okunması mümkün olan İslâmın Dirilişi ve ardından da Yazılar kitabı toplatıldı.

Karakoç, Mayıs ve Haziran aylarında akşamüzerleri Yenikapı’ya inerek deniz kenarlarında Hızırla Kırk Saat’i kaleme alır. Bundan tam elli yıl önce iki günde yavaş yavaş acele edilerek biçimlenen bu kitap bir dönemin kilometre taşıdır.


Ayrıca 1967, İslâmcıların sağ adı verilen fakat topluma hiçbir teklif sunmayan ve bariz vasfı solculara hücum olan çevrelerden ayrılmaya başladığı sürecin tam ortasında durur. Hiç şüphesiz İslâm âleminden yapılan tercümeler, dergiler, gençlik örgütlenmeleri, Adalet Partisi’ndeki tartışmalar ve ayrılmalar bu süreci hızlandırdı. Düşünce hayatında, siyasî hareketlerde benzer nice gelişmeye sahne olduğundan 1967, Türkiye’nin yakın tarihini merak edenler için çok velût dönemlerin başlangıcıdır.

Bir dergi bir kaç kitap

27 Mayıs 1960 darbesinden hemen önce ancak iki sayısı yayımlanabilen Diriliş 1966’da okumanın ancak başka okumalarla çoğalacağını kanıtlayan zenginliğiyle yeniden çıkmaya başlar. Ne var ki uzun sürmez derginin 12 sayılık epik sesli bu dönemi ve 1967’de noktalanır. Bunun da etkisiyle Karakoç, Mayıs ve Haziran aylarında akşamüzerleri Yenikapı’ya inerek deniz kenarlarında Hızırla Kırk Saat’i kaleme alır. Bundan tam elli yıl önce iki günde yavaş yavaş acele edilerek biçimlenen bu kitap bir dönemin kilometre taşıdır. “Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz” dizesinde görüldüğü üzere bir mesele vazeden “akış sağanağı” haklı olarak Karakoç şiirinde İslâmcı duyarlığının ilan edilişi şeklinde de değerlendirilir. Hızırla Kırk Saat oldukça zahmetli bir kitaptır, zor şartlarda yazılmıştır, basımı da hiç kolay olmaz; şair borçlanarak bastırır eserini. Karakoç, kâr payı taşımayan bu edebî mimarlığın tüm boyutlarını açık yüreklilik ve nahiflikle henüz kitaplaşmayan hâtıralarında anlatır.

Hızırla Kırk Saat- Sezai Karakoç
Hızırla Kırk Saat- Sezai Karakoç

Sezai Karakoç, Diriliş’in kapandığı aylarda sevdiği ve saygı duyduğu Necip Fazıl’ın ısrarı üzerine yeniden çıkmaya başlayan Büyük Doğu’da haftada bir yazar. Kısa kısa yazılan yavaş yavaş biriken bu yazıları ileride Kıyamet Aşısı kitabında bir araya getirerek okurla buluşturur. İslâmın Dirilişi, Yazılar, İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü kitaplarını yayınevlerine verir. Bu esnada Necip Fazıl’ın da yazarı olduğu Sabah’tan kendisine yazması için teklif gelir. Görüşme yapmak için gazeteye gider. Ne ki gazete sahiplerinin kendisini imtihan eder bir tavır takınmaları üzerine ayrılır.

  • Karakoç, 1967 güzü geldiğinde 34 yaşında, memuriyetten ayrılmış, çıkardığı dergi bir yıl çıktıktan sonra kapanmış, borçlu ve ümit vâât etmeyen bir gelecekle karşı karşıyadır. Kimi zaman Cağaloğlu’ndaki evinde oturur, kimi zaman da bir nevi “narkoz tesiri” yapan Marmara Kıraathanesi’ne gider.

Gelgelelim bunların hiçbirisi derginin kapanmasıyla doğan boşluğu doldurmaya yetmez. Aynı yıl Muhammed Hamidullah’tan yaptığı ilk tercümeleri Diriliş’e veren arkadaşı Sait Mutlu da vefat eder.

1967’de zar zor kurduğu kadro “dostluk abidesi” başka abilerin de etkisiyle dağılır; bir nevi hüzün yıllarına girer. Karakoç’un, Sait Mutlu ve iki arkadaşının vefatı üzerine yazdığı “Hazan” başlıklı yazısı bunun en somut örneklerinden biridir. Karakoç, hayatının fetret döneminde şiiri ayakta durmasını sağlayan büyük bir dayanak olarak görür.

Sezai Karakoç, Diriliş’in kapandığı ve yeni bir çıkış başlatamadığı 1967’den söz ederken “Bir yerde çalışmam ya da bir gazetede yazmam mümkün veya uygun olmamış, borçlu, parasız ve işsiz kalmışım” birkaç defa gündeme getirir. Böylesi bir ortamda İslâmın Dirilişi kitabı toplatılır ki bu aynı zamanda Türkiye’de kitap toplatma çığırının yeniden açılmasına sebep olur.

Diriliş dergisi, 1960 Nisan sayısı.
Diriliş dergisi, 1960 Nisan sayısı.

Varlığını Şemsettin Günaltay’lı CHP’ye borçlu olan 163. maddeden toplatılan kitap sağın neredeyse tüm renklerinde sarsıcı tesirle gösterir... Haberi gazeteden öğrenen Karakoç ise endişeli bir bekleyiş içerisindedir. Kitabın toplatılması üzerine Necip Fazıl Büyük Doğu’da, Osman Turan Yeni İstanbul’da, Salih Özcan Hilâl dergisinde olayı protesto eden yazılar kaleme alır.

Dönemin kelimeleri dizginleyemeyen gazeteciliğinin pirlerinden birisi, büyük manşetler atarak kitabın toplatılmasını kınarken “Hiçbir ihtisasa tââlluk etmeyen kitap” diyerek Karakoç’a ve eserine dair içinden geçenleri aşikâr kılar. Dahası, başkalarının bir kişiden gelişigüzel bahsettiklerinde bulunandan daha kuvvetli bir pay vardır bunda. Ne olursa olsun sansasyondan uzak duran, ihtiyatlı karakteriyle Karakoç bu kadar desteğin kendisine zarar vereceğini düşünür, şöhret vurgulu tebriklerden ‘huzursuzluk’ duyar... Çapraz ilişkiler kafesinin örüldüğünü sezen Karakoç, Türkiye’de bir insan mahkemeye verildiği takdirde herkesin ondan yavaş yavaş kaçacağının farkındadır. Deyim yerindeyse, kendisine umudun ses tonunu kimsenin dikte etmesine müsaade etmez.

İslâmın Dirilişi- Sezai Karakoç
İslâmın Dirilişi- Sezai Karakoç

Husumetler ve ''bilmez kişiler''

Sezai Karakoç’un savcılıktaki ifadesi yeterli görülmediğinden takipsizlik kararı verilmez. Kitaba buğulu gözlükle bakan savcı üç ceza hukuku profesörünün hazırladığı bilirkişi raporuna dayanarak Karakoç’u töhmet altında bırakır. Güvensizliğin günden güne arttığı zamanlarda kristal berraklığında tedirgin edici bir suçlamadır bu. Karakoç ise kitabın maksadının sadece Türkiye ile ilgili olmayıp, İslâm âleminin bugünkü durumuna tarihi-sosyolojik bir perspektiften bakmak olduğunu ifade eder. Eserin akademik boyutlu bir yayın olmayıp üslubunun etkin oluşunun kitabın fikir yönünü katiyen ortadan kaldırmadığının altını çizer.

Gelgelelim ilgililer fikrî boyutu ısrarla gözden kaçırarak kendi kurdukları tertibi işletmekte kararlı olduklarını gösterirler. Daha sonra uzun süren mahkemeler başlar fakat hâkim Karakoç’un mahkemede verdiği ifadeleri özetleyerek zabıt kâtibine yazdırdığından kuvvetli itirazlar ancak çarpıtılmış surette tutanaklara geçer.

Karakoç buna itiraz etmişse de, itirazı kabul edilmez ve kayıtlardaki ifadesi değiştirilmez.

Bu yetmezmiş gibi Yazılar kitabına da Türk Ceza Kanununun aynı maddesinden dava açılır, toplatılır. Dava sürerken mahkeme reisi bilirkişi heyetiyle Sezai Karakoç’u bir araya getirir. Ne var ki Avrupa’da olan birinin heyete katılamayacak olması yapılacak toplantıyı engeller. Bunun üzerine yeni bilirkişi olarak meşhur tarih profesörü Zeki Velidi Togan tayin edilir. “Allah sancısı” çekmediklerinden bildiklerini okumakta kararlı olan Sahir Erman, Zeki Velidi Togan’a dönerek “Hocam, biz yazdığımız bilirkişi raporunu size bir okuyalım, dinleyiniz. Sonra raporumuzu yazarız” der. İslâmın Dirilişi kitabında Necip Fazıl, Mevdudi ve Said Nursi’ye övgü olduğunu iddia eden bilirkişi raporu okunur. Togan, ne Karakoç’u tanıyordur ne de kitabı okumuştur. Sahir Erman, bir müddet sonra Zeki Velidi Togan’a başka bir bilirkişilik görevi sebebiyle bir kitap okuduklarını, orada uzun uzadıya kendisinden hatta Lenin’le görüşmelerinden bahsedildiğini anlatır.

“Hayatta hep radikal olmuşumdur” diyen Sezai Karakoç özelinde tüm bu gelişmelere kapı açan bu yıla bakıldığında özetle, şiir, belirsizlik, umut ve umutsuzluğun eşlik ettiği bölünmeler arasında yalpalayarak yol alan bir ruh haliyle karşılaşılır
“Hayatta hep radikal olmuşumdur” diyen Sezai Karakoç özelinde tüm bu gelişmelere kapı açan bu yıla bakıldığında özetle, şiir, belirsizlik, umut ve umutsuzluğun eşlik ettiği bölünmeler arasında yalpalayarak yol alan bir ruh haliyle karşılaşılır

Aslında onlar böyle yapmak suretiyle Zeki Velidi Togan’ı yanlarına çekmek niyetindedirler. Bunun üzerine Karakoç kitabını ve düşüncelerini anlatan bir konuşma yapar. Daha sonra şaşı bakışlı Sahir Erman ile İlhan Akın emrivaki yaparak bilirkişi raporunu derhal yazmak isterler. Zeki Velidi Togan ise, “Hayır, şimdi yazmayalım, Çünkü ben henüz kitabı okumuş değilim. Kitabı okuyayım. Ondan sonra raporu yazarız” der. Bir ara Zeki Velidi Togan, Afganistan’da bulunduğundan mahkemeye katılamayacağını ve raporunu yazıp gönderdiğini söyler. Raporunda özetle eserin fikir mahsulü olduğunu kesinlikle suç izafe edilemeyeceğini belirtir. Ne var ki malum filmdeki anayasa profesörü Celal Tan’ı andıran diğer iki bilirkişi önceki kanaatlerinden kısmen ricat etmek suretiyle kararı mahkeme heyetinin vermesi gerektiğini ifade ederler.

  • Karakoç, bilirkişi heyetinin görüş birliğine varamadıkları için ortak bir rapor hazırlayamadıklarını bundan dolayı da raporların dikkate alınamayacağını, şayet alınacaksa da sahanın otoritesi Zeki Velidi Togan’ın yazdıklarının esas alınmasını talep eder.

Mahkeme devam ederken Adalet Partisi genel başkan yardımcısı ve Trabzon Milletvekili Osman Turan, Yeni İstanbul’daki “İslâmın Dirilişi ve Bilmez Kişiler” başlıklı yazısında Karakoç’un kitabının yeni düşünceler getirdiğini, ilmî ve fikrî değerleriyle bir çığır açtığını ifade ederken bilirkişilerin bilmezliklerini kamuoyuna taşır. Ne var ki, Osman Turan’ın yazısı gerek partide gerekse başka mahfillerde pek hoş karşılanmaz. Kendisi hakkında görülmekte olan bir davaya tesir etmek istediği gerekçesiyle dava açılır. Hemen arkasından Yeni İstanbul gazetesi başyazarlığına son verilir. Daha sonra da AP teşkilat yardımcılığı görevinden uzaklaştırılır.

1967’de başlayan İslâmın Dirilişi ve Yazılar odaklı davalar bilirkişi raporlarının etkisiyle yılan hikâyesine döner. Mahkemelerin sonuçlanması, temyiz, davaların tekrar görülmesi, yeniden temyiz derken nihai kararın verilmesi 1974 yılını bulur. Diriliş idealinde silinmeyecek ölçüde özel ve güçlü bir çentiktir bu yedi yıllık zaman dilimi. İlginçtir, İslâmın Dirilişi davasında Karakoç’a bir yıl bir ay on gün mahkûmiyet, bir yıl da Sultanahmet semtinde kalınmak suretiyle sürgün cezası verilir.

Bunun baştan sona pek çok ayrıntısını kendini betimlemenin yollarından biri olan hâtıralarında bulmak mümkün. “Hayatta hep radikal olmuşumdur” diyen Sezai Karakoç özelinde tüm bu gelişmelere kapı açan bu yıla bakıldığında özetle, şiir, belirsizlik, umut ve umutsuzluğun eşlik ettiği bölünmeler arasında yalpalayarak yol alan bir ruh haliyle karşılaşılır. Zaten karakter dediğimiz şey de değişimler arasındaki tercihtir.