Kuleye giden yol güçtür: Stephen King

​Kuleye giden yol güçtür
​Kuleye giden yol güçtür

Akan milyon pınar düşünün, nihayetinde her birinin aktığı yerdeoluşan devasa bir okyanus… İşte Kara Kule o okyanustan çıktı.Yaratılış mitlerinden de Dostoyevski’den de beslenen o okyanustan…

Kim yazdı?

Çocukluğuma dair, aklımdan çıkmayan, beni hayal etmeye sürüklediğine şüphe duymadığım iki anı var. Bunlardan birisi Samsun’daki Rus pazarından ucuza aldığımız oyuncaklar ki Sovyet Rusya dağılmasaydı mümkün olmayacaktı.

Diğeriyse pederin kitaplığındaki, aynı yazara ait tuğla gibi romanlarla örülü o iki raf. Çoğu Altın Kitaplar’dan çıkmış rengârenk kapaklara sahip, kalın, isimleriyle dahi yeni evrenlerin kapılarını çocuk bana aralayan o kitaplar… Ki onlar olmasaydı belki de bugün bir yazar olmayacaktım. Evet, babamın kitaplığındaki o iki raf… Türk Edebiyatı’nın Kemallerinin -Orhan Kemal, Yaşar Kemal ve Kemal Tahir’in- olduğu rafın üstündeki iki raf; Ernest Hemingway, John Steinbeck, Jack London gibi Amerikan klasiklerinin olduğu rafın altındaki iki raf; Wilbur Smith, Dean Koontz gibi dönemin çok satan yazarlarının hemen sağındaki iki raf… İşte o iki raf, Stephen King’e aitti, yirmi yıl sonra bugün dâhi hâlâ ona ait.

Neden yazdı?

King, gelmiş geçmiş en iyi gerilim yazarları arasında -belki de en iyisi olarak- değerlendirilir. Edgar Allan Poe’yu tenzih ederim. Ancak King’in bir gerilim yazarından fazlası olduğu aşikâr. Bunu da başta kült serisi Kara Kule ve Kara Kule’ye benzer kaleme aldığı diğer kitaplarıyla fazla fazla ispatlıyor.

King, gelmiş geçmiş en iyi gerilim yazarları arasında -belki de en iyisi olarak- değerlendirilir. Edgar Allan Poe’yu tenzih ederim. Ancak King’in bir gerilim yazarından fazlası olduğu aşikâr.

Hiç şüphesiz kendisi de kitapları arasında bizzat bu ayrıma gittiğine göre “King neden Kara Kuleyi yazdı” sorusunun cevabı, içindeki aşkı dindirmek için, anlatıcı yönünü ortaya çıkarmak için, fantastik ve hatta epik eserler vermezse eksik kalacağını düşündüğü için olabilir. Nitekim Kara Kule’yi okuyan kişinin King’in, fantastiğin babası olan Tolkien’in orta dünyasından kati suretle etkilenmediğini söyleyemez. Atmosfer kurmakta böylesi kabiliyetli bir yazarın, varlığı büyük ölçüde atmosfere dayalı bir türe girmemesi, o türde eserler üretmemesi ise herhalde çok üzücü olurdu. En az bizim kadar bu durumun farkında olan Stephen King ise Kara Kule ve benzeri kitaplarını sevenlerin, diğer kitaplarını çok sevmediğini; diğer kitaplarını sevenlerinse, Kara Kule’yi ve benzeri kitaplarını çok sevmediğini söylüyor. Ben sanırım Kara Kule’yi

sevenlerdenim. Ne Yazdı? Timaş’ın bastığı, Paris Review dergisinin usta yazarlarla röportajlarından oluşan bir kitap vardı. Yıllar evvel bir arkadaşımın bana doğum günü hediyesiydi, bu yazıyı yazmadan önce kitaplığıma baktım, ne yazık ki bulamadım. Ya taşınırken kayboldu ya da biri aldı, yapacak bir şey yok. O kitabın en ilginç, en etkileyici röportajı şüphesiz Stephen King ile yapılandır. Çünkü King röportajdan bir ay kadar önce karşıdan karşıya geçerken bir otobüsün ya da bir kamyonun -tam hatırlayamıyorum belki de sadece bir taksidir- altında kalır. Ve vücudunda otuz kadar kırık kemikle boynunu bile oynatamaz halde Paris Review’e röportaj vermektedir. Çevirmenin röportajın önüne düştüğü notu ise kelimesi kelimesine olmasa de gayet iyi hatırlıyorum; King röportaj esnasında -sanıyorum acıdan- öyle küfürler ediyordu ki, Türkçe’de karşılığı olmadığından uyarlamak zorunda kaldım. Ama konumuz King’in ettiği küfürler değil.

King neden Kara Kuleyi yazdı” sorusunun cevabı, içindeki aşkı dindirmek için, anlatıcı yönünü ortaya çıkarmak için...
King neden Kara Kuleyi yazdı” sorusunun cevabı, içindeki aşkı dindirmek için, anlatıcı yönünü ortaya çıkarmak için...

Konumuz, çocuk yaşta ilk romanını yazmış, kutsal kitaplardan sonra en çok satan kitaplara imza atmış bir yazarın röportajda kendi romanlarını değerlendirirken yaptığı sınıflandırma. King’e göre onun romanları ikiye ayrılıyor: Kara Kule ve diğerleri…

Nasıl yazdı?

Önce bir orta dünya düşündü, çorak topraklarıyla, feodal lordlarıyla… Siyahlar giyinen kötü adamları, kaybolmuş insanları, canlı trenleri, tuhaf canlılarıyla bir orta dünya… Sonra ona bir kahraman yerleştirmek gerekirdi; King de öyle yaptı. Çünkü atmosfer, mekân, figüranlar hepsi hazırdı. Bir kahraman ama bildik destansı kahramanlar gibi mutlak iyi değil. Epik bir dünyaya düşmüş, modern bir kahraman. İyi kötü huylarıyla, inancıyla, kimi zaman acımasız kurallarıyla, amacıyla, duyduğu sevgi ve nefretle bir kahraman. Düşlerken, o kahramana Clint Eastwood’un İyi Kötü Çirkin’deki yüz ifadesini ekleyin, eski solgun bir blucin giydirin ve eline Winchester marka iki tabanca verin. Batılı bir şövalye gibi asil ve gaddar, Doğulu bir derviş gibi sessiz ve gizemli olsun.

  • Ve Joseph Campell’ın Kahramanın Sonsuz Yolcuğu kitabını açıp okuyun, Don Kişot’tan bugüne bir serüvenin tüm kilometre taşlarını takip edin. Ona arkadaşlar verin, sevip kollayacağı, kaybettiği gün kahrolacağı arkadaşlar. Ona düşman edindirin, öyle kadim bir düşman olsun ki ezelden ebede içindeki ateş sönmesin, yanıp tutuşsun.

Nihayetinde uğruna hayatını sakınmadan feda edeceği bir de gaye… İşte, Stephen King’in silahşoru Roland Deschain bu sınavlardan geçip bu hamurla yoğruldu. King, tüm bunları benim anlattığım sırayla mı yaptı, tabii ki bilemem. Ama Roland’ı bir ortaçağ şiirinden çekip almış, önce Ortadünya’ya sonra da modern dünyaya ve tekrar Ortadünya’ya yerleştirmiştir. King, Roland’ı ve Kara Kule’sini dünya edebiyatının binlerce yıllık eklemlenmiş varlığıyla kaleme aldı. Akan milyon pınar düşünün, nihayetinde her birinin aktığı yerde oluşan devasa bir okyanus… İşte Kara Kule o okyanustan çıktı. Yaratılış mitlerinden de Dostoyevski’den de beslenen o okyanustan…

Ne zaman yazdı?

Kara Kule, Stephen King’in ömrünü adadığı bir maratondur. İlk kitabı Silahşor’u 1982 yılında yayımlayan yazar serinin bu kadar uzun soluklu olacağını acaba tahmin etmiş midir? Üçün Çekilişi, Hayaletler Beldesi, Çorak Topraklar, Büyücü ve Cam Küre, Calla’nın Kurtları, Susannah’ın Şarkısı ve tabii ki Kara Kule… Yedi kitaplık seri -Hayaletler Beldesi isimli kitap saha sonradan Çorak Topraklar’a dâhil edildi- 2004 yılında, son kitap olan Kara Kule’yle buruk sayılabilecek bir final yapmıştı. Pederi hatırlıyorum, o sıralar şimdi hatırlayamadığım bir sebepten ötürü Ankara’daydık.

Kara Kule, Stephen King’in ömrünü adadığı bir maratondur. İlk kitabı Silahşor’u 1982 yılında yayımlayan yazar serinin bu kadar uzun soluklu olacağını acaba tahmin etmiş midir?

Kitap çıktığı gibi soluğu Kızılay’da almıştı. Raftan o tuğla gibi kitabı çekişi hatırlıyorum, kasaya götürmenden hemen orada bin küsur sayfalık kitabı bitirecek gibiydi. Evet, Kara Kule finalini ilan etmişti ancak bu, ne Stephen King ne de okuru için gerçek manada bir final olmayacaktı. King, daha sonradan öyküler ve ara hikâyeler ekleyecek, Roland’ın geçmişine dair merak edilen boşlukları doldurmaya çalışacaktı. Ben üniversitedeyken çıkan Karanlık Öyküler kitabını içindeki iki Kara Kule öyküsü için satın aldım. Okuyup memlekete, babama yolladım.

İşte Kara Kule o okyanustan çıktı. Yaratılış mitlerinden de Dostoyevski’den de beslenen o okyanustan…

Nerede yazdı?

Maine’deki evinin üst katında, boş sayılabilecek bir odada… Sadece bir ahşap masa vardır, masanın sol köşesinde bir fanusun içinde evcil hayvanı olan akrep ve masanın altında bebek ceninlerinin bulunduğu birkaç kavanoz… Sakin olun cenin falan yok ama akrep gerçek. Masanın sağ köşesindeyse sayfalarca Kara Kule notları, kırışık, eski, ilk bakışta ne olduğu anlaşılmayan tuhaf eskizlerle dolu… King, hakikaten böyle bir ortamda mı yazdı açıkçası bilmiyorum. Yine de yirmi yılı aşkın bir yazma serüveni neticesinde var olmuş Kara Kule serisi, tek mekânda ve bir dizi ritüelle yazılmamış olmasa gerek.


Silahşör

Siyahlı adam çölde kaçıyordu. Silahşor da peşindeydi.

Bütün çöllerin tapınağıydı burası. Gök kubbesinin altında her yana doğru sanki milyonlarca kilometre uzanan dev bir düzlük. Bembeyaz çöl. Gözleri kamaştırıyordu. Burada bir damla su bile yoktu.

Çölün kendince bir özelliği olduğu söylenemezdi. Sadece ufukta hafif, beyaz sislere benzeyen dağlar yükseliyordu: Bir de şurada burada tatlı rüyalara, kâbuslara ve ölüme neden olan şeytanotu kümeleri görülmekteydi. Arada sırada karşılaşılan ve mezar taşlarını andıran levhalar yönü belirtiyordu. Çünkü kalın alkali tabakasını yaran bozuk patika bir zamanlar geniş bir şoseydi. Arabaların geçtikleri bir yol. Ama o günler çok gerilerde kalmıştı. Zaman ilerlemiş, dünya da boşalmıştı.