Kütüphaneci fırçası yedik iyi mi?

Hoca baldızıyla görüştü. Biz kütüphaneye yeniden gidip gazetelere gömülmeye başladık.
Hoca baldızıyla görüştü. Biz kütüphaneye yeniden gidip gazetelere gömülmeye başladık.

Meğer gazete okumak alışkanlık yapıyormuş. Kendi cebimizden alıp okuyacak kadar bir bütçemiz olmadığından. Bu sefer roman okumaya karar verdik. Roman alacak paramız da yoktu. Ama ödünç kitap alabilirdik. Yani yine kütüphaneye gitmek zorundaydık. Arkadaşım; "Öldürsen bir daha o kütüphaneye adım atmam." diyordu. Kütüphaneci hanım bir cümleyle arkadaşımın medeni cesaretini yok etmişti. Arkadaşım gitmeyince ben de gidemiyordum. Çaresizdik.

Kütüphane memurlarından ilk fırçamı yediğimde henüz lise talebesi bile değildim. Çok sevdiğim bir arkadaşımla kütüphaneye gidip günlük gazeteleri okumayı alışkanlık edinmiştik. O arkadaşım yurtta kalıyordu. Ailesi köydeydi. Her yatılı öğrenci gibi kendine alışkanlıklar edinmişti. Ailesi yanında okuyan öğrencinin alışkanlıklarını biraz da ailesi belirliyor ya o sebepten benim kendime mahsus alışkanlıklarım aileden gördüğüm kadardı. Ama yatılı kalan bu arkadaşımdan ben de gazete okumayı kendime bir alışkanlık ettim. Kütüphaneye gidiyorduk. Her okul çıkışı çantamız elimizde, tısıl tısıl yol alıp kütüphaneye varıyorduk. Çünkü kütüphane ile okul arası araç için kısa yürümek için uzun idi. Zaten gün boyu okulda yorulmuşsun bir de çıkışta karnın aç olarak kütüphaneye geliyorsun. Okuduğumuz gazeteler de bizim gibi yıpranmış ve yorgun oluyorlardı. "Vatandaş okumuyor" diyenlere sormak isterdim. "Vatandaş okumuyor da bu gazetelerin anasını kim ağlatıyor?" Gazeteler akşam olunca perişan hâlde olurlardı. Nasıl bu hâle geliyorlardı? İşte bizim iki arkadaş gazete okuma sevdasına yola düştüğümüz o günlerin birinde çok sevdiğim arkadaşım başında yün beresiyle okuma salonuna girmiş. Hiç farkında olmadan tabii.

Kütüphaneci hanım arkadaşıma bağırdı. "Çıkar o kafandakini!". Arkadaş da ben de şok olduk. Salon dolu. Herkes bize bakıyor. Arkadaşım kafasına kızgın demir değmiş gibi aldı başından bereyi. O gün bizim gazete okuma sevdamız bitti. Artık kütüphaneye gidemezdik. Meğer gazete okumak alışkanlık yapıyormuş. Kendi cebimizden alıp okuyacak kadar bir bütçemiz olmadığından. Bu sefer roman okumaya karar verdik. Roman alacak paramız da yoktu. Ama ödünç kitap alabilirdik. Yani yine kütüphaneye gitmek zorundaydık. Arkadaşım; "Öldürsen bir daha o kütüphaneye adım atmam." diyordu. Kütüphaneci hanım bir cümleyle arkadaşımın medeni cesaretini yok etmişti. Arkadaşım gitmeyince ben de gidemiyordum. Çaresizdik. Sosyal bilgiler dersinde hoca arkadaşımla beni tahtaya kaldırır ve gazetelerden aldığımız havadisleri sınıfa aktarmamızı isterdi. Ama artık gazetelerden mahrum idik. Ne yapacağımız bilemedik. Ben dedim ki hocaya söyleyelim bakalım o ne diyecek.

Durumu hocaya anlattık. Hoca bizi dinledi ve gülmeye başladı. Israrla soruyordu. "Ne dedi kütüphaneci hanım bir daha söyleyin bakalım?" Arkadaşım her tekrar edişinde olayı yeniden yaşar gibi kızarıyordu. Hoca epeyce güldükten sonra. "Siz merak etmeyin ben o hanımla konuşurum." dedi. Biz böyle olmasını istemiyorduk. Şimdi kütüphaneci hanım bizi ispiyoncu olarak bilecekti. Hem kütüphaneye kafanda bereyle gir hem de hocaya şikâyet et. Yani kütüphaneci hanım bizi yakaladığı yerde keser herhâlde diye düşündük. Çok endişelendik. Bizim bu endişeli hâlimizi gören arkadaşlara da durumu anlattık. Onlar da bize hak verdiler. "Hocaya bari demeseydiniz iyiydi. Şimdi adınız ispiyoncuya çıkacak." dediler. Bütün arkadaşlarımız durumumuza üzüldü ama bir tek Elmas üzülmedi. Sınıfımızın en akıllı kızıdır. Babası maliyede müfettiş. Annesi devlet hastanesinde hemşiredir. Elmas'ın azıcık tombiş olması dışında tek kusuru pek alaycı bir şey olmasıdır.

Bizim bu derdimizi duyunca da başladı alay etmeye. Epeyce dalga geçti bizimle. Sonra yanımıza gelip dedi ki "Bana tarçınlı sahlep alırsanız ben sizin bu işinizi çözerim." "Nasıl çözecekmişsin deli kız?" dedik pek itibar etmedik. Ama meraklanmadık da değil. Arkadaşım dayanamadı ve dedi ki aramızda para toplayıp şu zoddirik kızın sahlepini alalım. Söylesin bakalım bu işi nasıl çözecekmiş. "Sadece sahlep değil tarçınlı sahlep istiyor." dedim. Arkadaşım bilmiş bilmiş konuştu. "Sahlebini alan tarçınını da alır." Para toplayıp Elmas'a tarçınlı sahlep aldık. O içti biz seyrettik. Sonunda Elmas pasaklı kediler gibi yalandı ve nihayet bitirdi sahlebini. Arkadaşım gayet ciddi. "Neymiş kız söyle bakalım bu işin çaresi?" dedi. Elmas haince sırıtarak dedi ki boşuna üzülmeyin akıllım. O kütüphaneci hanım bizim hocanın baldızı olur. Sizin söylediğinize o sebepten çok güldü Hoca. Telaşlanacak bir şey yok. Hoca baldızıyla konuşur sizin işiniz olur biter. Artık kolayca kütüphaneye gidersiniz, istediğiniz kadar okursunuz.

Elmas bize cennet müjdesi vermişti sanki. Dediklerinin hepsi doğru çıktı. Hoca baldızıyla görüştü. Biz kütüphaneye yeniden gidip gazetelere gömülmeye başladık. Hâsılı biz kapalı mekânda bere ile dolaşılmayacağını kütüphaneci fırçası yiyerek kesinkes öğrenmiştik. Keşke fırça yemeden ve Elmas'a sahlep almak zorunda kalmadan öğrenseydik.