Leyla İpekçi: Aşk, kitaptan değil insandan öğrenilir

Aşk, kitaptan değil insandan öğrenilir
Aşk, kitaptan değil insandan öğrenilir

Aşkın moderni muhafazakârı, eskisi yenisi olmuyor. Aşk: Kesintisiz zikir. Her dem canlı. Her kalpte kendi tefsirini yapıyor. Değil bin yıl öncesi, bin yıl sonrasına da gitseniz böyle. Hazreti İnsan’ın -ki yeryüzü halifesi- üst sınırı mı var? Sevdikçe genişliyor gönül. Fetih bu yüzden hiç tamamlanmıyor. Aşkı bir tanıma sığdıramamamız da bundan.

Bana kalırsa tartışılır ama hâkim algı şu: Aşk vardır. Şimdilik bu dursun. Pek çok anlamı var kelimenin fakat akla ilk getirdiği şey iki insan arasındaki ilişki. Sizce neden ilk çağrışımı böyle?

Aşkı konuşmak hele böyle bilirkişi konumuna konulmak çok riskli! Ama sizin kelimelerinize eşlik etmeye çalışayım. Neden ilk çağrışımı böyle acaba? Gerçi size böyle. Aşk deyince bela anlıyorum ben.

Belî dediğimizde belalara da evet demek. Cemalinden razı olmak kadar celalinden de razı olmadan belî diyemeyiz ki. Aşkı ilişkiye getirirsek sizin dediğiniz gibi. E aynı şey. Böyle olsa ne olur. Bu onun gerçeğini hiç azaltmıyor. Zerreden küreye Allah’ın nuru her şeyi kuşatmış ise başka ne delili bekliyoruz? Aşk her seviyede, her merhalede delil, ispat. Eylem. Eee nerede sınanıyoruz? Tabii ki hayatta, tavırda, ilişkide. Aşk vermek demek. Bende ‘benim’ sandığım hiçbir şey kalmayana dek. Ya hiç ya hiç! Dedim ya, neye belî diyebiliriz ki başka? Cemalinden razı olmak çok kolay. Ya celali? Belası? Celali ve cemali bir’lemeden aşk kemale ulaşıyor mu, din tamam oluyor mu? Aşk ile bir daha diyor ya imam. Şahadet lafta kalırsa felsefe oluyor.

İki kişi birbirini sevdiğinde âlemdeki her şey ile her şey arasında bir bağ kuruluyor. Çünkü zaten tevhid gereği böyledir de, biz ancak sevdiğimiz vakit bunu usul usul idrak ediyoruz. Varlığın özünde kavuşmak olduğunu, her şeyin ‘bir’ vücud olduğunu, kesrette vahdeti kim ispat edebilir? Ayrılığın da kavuşmaya dâhil olduğunu? Evden çıksan da yine eve çıktığını?

İki kişi birbirini sevdiğinde âlemdeki her şey ile her şey arasında bir bağ kuruluyor. Çünkü zaten tevhid gereği böyledir de, biz ancak sevdiğimiz vakit bunu usul usul idrak ediyoruz.


İşte bunu vuslat eden biliyor. Vuslat, kendi hakikatinin nuruyla buluşmaktır kuşkusuz. Ama zahirde sevdiğimizle olmak. Onda kendini, kendinde onu bulmak. Orada birine iğne batınca burada benim elim kanayacak. Biri diğerinden ayrı değil ki! İslam’da evlilik boşuna önerilmemiş. En büyük tevhid egzersizi. Nefsini bilmeye giden yolda, Adem’in nefsi Havva derken, acaba kaç kat mana verilmiştir bu bilmeye?

Şu kâinatta sevemediğim bir şey kalmayana dek sevebiliyorsam, vesveseler vehimler sızacak yer bırakmaz. Her şeyle hemhal olurum. İkiliklerin bir oluşu. ‘İki’ ile ‘Bir’in romanını yazdım nitekim. Bugünde geçen bir mürid mürşid ilişkisi görünüşte. İki kişilik roman. Aşk romanı. Adı: Dem Yüzü. Bir okur geldi ilk imzalardan birinde. Leyla hanım dünyada ve bölgemizde bu kadar sorun varken, aşk romanı yazmak sizi rahatsız etmiyor mu, diye sordu. Aşkı çiçek böcek, elma şekeri, pamuk prenses kıvamında anlıyorsan hiç okuma dedim. Çünkü baştan sona belaya dalacaksın! Çok satan aşkın müşterisi var. “Canım sana feda ya Resulullah” demenin tarihte kaldığını sanmıyoruz herhalde! Onun müşterisi yok. Taşlayanları var. Belalısı var. Yutabilene aşk olsun.

Sanırım gerçekten bilebildiğimiz, temas edebildiğimiz en derin tecrübe bu olduğu için aşk’ın tarifini kendimiz üzerinden anlamaya çalışıyoruz. Şu mu acaba: Aşk vardır ama varmamız için değil, ulaşamayacak olsak bile gitmemiz için... Sizce ne içindir aşk?

Vermek içindir. Sonunda bir can kalır vermeye. Bir bakarız ki, can da bizim değilmiş. Yunus Emre, “Baktığım yüzde gördüm Taptuğumun nurunu” der. Her baktığım dost yüzü olacak mı? Bütün kâinat sevdiğimin yüzü olacak mı? Gerekirse elimde silah, cihad etmeye giderken yine de sevdiğimin yüzünden başka bir yüz yok diyecek miyim? “Semme vechullah” sırrının emanetçisi olacak mıyım? Söverken de, döverken de içimden sevmeyi bilecek miyim? Asıl muhatabımın Hak olduğunu hatırlayacak mıyım?

Daha ilk anda kuyruğumuza basılınca başlıyor hâlbuki inkarımız. Sevilmediğimizi görünce mesela! Haset, kin, kibir. Bütün o savaşlar, fitne tohumları, nefret şebekeleri sonra. Ta canlı bombaya kadar gidiyor bela! Aşk işte: Sadece canlı sözler değil canlı bombalar da dâhil şu kâinata. Allah’ın kuşatmadığı bir parmak boşluk mu var? Celaliyle cemalini bir’lemeye, tevhid etmeye razı mıyız? Nerede ölçüsü? “Canım feda sana ya Resulullah!” Şahadet şimdi. İkrar şimdi. Belî demeye yoksa daha çok mu var?

Daha ilk anda kuyruğumuza basılınca başlıyor hâlbuki inkarımız. Sevilmediğimizi görünce mesela!
Daha ilk anda kuyruğumuza basılınca başlıyor hâlbuki inkarımız. Sevilmediğimizi görünce mesela!

Aşk insana benzer

Aslında direkt sormalıydım: Nedir aşk? Bütün anlamlarını kuşatacak en geniş haliyle nasıl tanımlamalıyız sizce onu? Neye benzer?

Aşk insana benzer. Hz. Peygamber (sas) “Allah vardır ve O’ndan başka bir şey yoktur” buyurunca “elan böyledir” diyen şahitlik eden bir Ali gerek olmaya! Hepsi dâhil. Şahitlik şu anda. Hep canlı. Varlığın Hak ile kaim olduğunu hem kendi nefislerinde, hem eşyada (enfüste ve afakta) ispat edebilmiş oldukları için tevhid ehlinin aşk şehidi olduğundan, yani şahadetinden bahsedilir. Aşk olmadan neye şahit olabiliriz ki? Şahidi olmayan aşk mı olur! İnsandan başka şahit mi olur?

  • Aşk 15 Temmuz gecesi tankın karşısında kurşunlanırken bile yere yatmadan canını siper edenlerin kalbine konulmuş gaza duygusu. İlahi kudret. Bir katre de olsan, ummana karışınca artık damla halin kalmaz değil mi! Aşk bu.

Yokluğunun tatbikat ile idrakı, hem de ispatı. Sevdiklerini, komşularını, çocuk ve torunlarını işgal ve darbeyle zulüm dolu bir gelecekten kurtarmak için nefretsiz, kinsiz, öfkesiz bir direnişi -ki biz buna cihad diyoruz- benliksiz bir duyguyla gerçekleştirmektir. Dövüşürken de sevmek dediğim şeyin ispatı işte.

15 Temmuz şehitlerine o sebeple ‘15 Temmuz sevgilileri’ diyorum. Bazen de gönüllüleri diyorum.

Son romanınız Dem Yüzü’nde de bu bağlam vardı…

Mecnun, Leyla ile o kadar hemhal olur ki, “Leyla benim” der. Onu yutar, o olur. Sen ben / ben sen olur. 15 Temmuz sevgilileri için vatan maşuk olmuştur. Uğruna can verecek sevgili olmuştur. Onlar da “vatan biziz” demişlerdir. Dem Yüzü’nde bu sebeple aşkı anlatırken 15 Temmuz’da şehit düşen bir kahramanı da yazdım.

Gönle girmeli, tastamam gömülmeli ta ki Zat sırrına varalım. Yaşayan Kur’an olalım.
Gönle girmeli, tastamam gömülmeli ta ki Zat sırrına varalım. Yaşayan Kur’an olalım.

Âşık maşuku yutar, aşk olur! Yunus Taptuk’unu yutuyor, Niyazi Mısri Sinan Ümmi’yi, Mevlana Şems’i, Eroğlu Nuri Vahip Ümmi’yi. Bunun gibi her âşık maşukunu / mürid mürşidini... Yuta yuta dönüşüyor. Aşk dönüşmektir. Döne döne ateşe atılıp kül olmak diyeceğim ama külde de benlik var. Onu da yandıktan sonra Hallac misali Dicle’ye savurmak gerek. Yunus’un “bir ben vardır benden içeri” dediği o benliksiz makama gelince, atan el ile tutan elin bir olduğunu, bütün isimlerin sıfatların fiillerin ardında muhatabının tek olduğunu bileceğiz. Zat sırrını. Bunlar zihinsel kıvamda kalırsa, bizimki gibi romanı yazılıyor en fazla.

Yaşanmadan, vücudunda tatbikatı olmadan, ispat edilmeden aşk yine vardır da felsefe olarak kalıyor. Dilimizde kalıyor. Gönle inmiyor.

Bana ne yapıyorsun dediklerinde, ‘roman yaşıyorum’ diyordum Dem Yüzü’nü yazarken. Kelimeler ispat gerektirir. Edebilelim inşallah. Aşk deyince yokluğa / hiçliğe talip olanlar gerek. Âşık ile maşuk demek bile ikilik. İçinde erir, Hakka karışır, yok olunur. Hadisin dediği gibi, Onun gören gözü, konuşan dili, eli, ayağı vb. oluruz. Yazan yazılan bir olur. Yazarken yazılırız.

Aşk yolunun Hızır'ı da çok, hınzırı da

Kadim anlatı Leyla ile Mecnun’dan çıkarabileceğimiz ilk sonuç. Aşk, vesileyi de aradan kaldırmaktır. Mantıken sonuca götüren sebebin de muhterem olduğunu kabul etmemiz gerekir. Burada bir sorun var gibi. ‘Vesile’ köprü mü, yoksa köprüyü geçerken kanadına tutunduğumuz kuş mu?

Vesile boynumuzu uzatacak bıçaktır, yani sizin sorunuzdaki kuş misali. Siz ona mürşid-i hakiki deyin. Resulullah (as) “beni gören Onu görmüş gibidir” buyurur ya. Her çağda, Resulullah veçhesinden onun hakikatine bizi şahitlik ettirecek makamda olan kâmil mürşidler var. Allah’ın Veli isminin tahakkuk etmediği bir boşluk çağı olabilir mi? Bıçağını bileyleyen bir Hızır vardır illa boynumuzu uzatmaya. Gemimizi deldirmeye. İsmail, İbrahim’in (as) sırrı. “Evlat babanın sırrı” ise razı oldukça dönüşe dönüşe, hepimiz bıçağın önüne uzanan boynumuzla aşk yolcularıyız.

Bu anlamda bu bize hem farz ibadet hem nafile. İnsan-ı hakiki olmaya giden yolda, iki kanatlı olursak ki bu aşk ve irfan kanadıdır, uçabileceğiz. Nefsini ruh kılma yolculuğunda, miracını gerçekleştirmede n din tamam olsaydı, kâinata sığmayan müminin gönlüne sığdı denir miydi? Yoklayalım kalbimizi. Bakalım sığıyor mu celali, cemali ile her ismi oraya! Gönül eğitimi önce bunu kabul etmekle ve Musa da olsan bir Hızır bulmakla, ona boyun eğmekle başlıyor. Sonra o da kalmıyor yutulunca! Vesileye tam yapışınca!

Âşık maşuku yutar, aşk olur! Yunus Taptuk’unu yutuyor, Niyazi Mısri Sinan Ümmi’yi, Mevlana Şems’i, Eroğlu Nuri Vahip Ümmi’yi.
Âşık maşuku yutar, aşk olur! Yunus Taptuk’unu yutuyor, Niyazi Mısri Sinan Ümmi’yi, Mevlana Şems’i, Eroğlu Nuri Vahip Ümmi’yi.

Ama dikkat. Aşk yolunun Hınzırı da çok. Dem Yüzü’nde 15 Temmuz’da şehit düşen eşine rağmen aşka devam eden ana karakterin, bu aşk yolculuğundaki durakları var. Hızır ile Hınzır arasındaki fark görünüşte tek harf. Ama bize nelere mal olduğunu biliyoruz. Mürid mürşid ilişkisi derken sahtesiyle gerçeğini ayırt etme ölçüleri de dâhil oldu tabii romana.

Aslında kastımız ‘ilahi aşk’ ama bu kasıt için bile kelimenin başına ‘ilahi’ kelimesini getiriyoruz. Arada ‘Allah’ olmaksızın bir insanın bir başka insanı ‘aşk’ kelimesiyle karşıladığımız o derin hürmetle sevmesi mümkün görünmüyor zaten…

O hem her şeyde ama hem her şeyden münezzeh. O halde “Nefsini bilen Rabbini bilir”den yola çıkalım. Rabbimizi nefsimizle bilmekle yükümlüyüz. Nefsimiz Kuran’da bahsedilen yedi merhaleden geçerken, ‘nefs-i emmare’den kamile’ye ulaştığında: Artık nefsi ruh olmuş, kalp olmuş, akıl olmuş, sır olmuş ve nur olmuştur. Bunlara aynı şeyin farklı versiyonları diyelim. Bu eğitim Resulullah veçhesinden zuhur etmiş bir mürşid-i hakikinin seyr ü süluk sonucu saliki irşad etmesi ve emaneti ehline vermesinden ibaret. Kimiyle dört ay kimiyle kırk yıl sürebiliyor.

Daeş veya Fetö gibi menfaat şebekelerinin örgütlü irşad planı değil İslam, aşk ve irfanın tecelli ettiği tevhid dini. Ve ferdiyyet sırrıyla açılıyor gönüllerde. Aşkın ilahi olmayanı mı var böyle bakınca? Hak’tan olmayan bir şey mi var hakikatte? Ama tabii nefsimizde bu hakikat tahakkuk etmediği sürece dediğiniz gibi pek çok şey bize şer olarak görünüyor, gayrı Hak olarak görünüyor. O sebeple nefsimizi miraç ettirmeye, kalp secdesine varmaya niyet ediyoruz. Nefsimizin geldiği kademe neyse, o surette algılıyoruz gerçeği. Kimi Ebu Cehil gibi “ne kadar çirkinsin ya Resulullah” diyor. Kimi “ne güzelsin ya Resulullah” diyen Ebu Bekir kıvamında görüyor Dem Yüzü’nü. Halk içinde bir aynadır o. Herkes bakar kendini görür. Tam teslimiyet içinde seven biri kemalini görüyor. Eksik seven, noksanı / kusurları görüyor.

Aşk Allah'ın cümbüşü

Aşk, başka bazı kavramları da ihtiva ediyor sanırım. Güven gibi, sadakat gibi... Bu haliyle o bir terkip sanki?

Zihinde bunu çözmeye çalışınca hangi kelimeyi kazısanız aşk çıkar aslında. Çünkü aşkı kitaptan ya da düşünerek, analiz ederek filan öğrenemiyoruz. Aşk insandan öğrenilir. Yaşayarak. Âşık ve maşuk Hakka karışınca geriye kalan yine aşk. Kendi. En güzel ismi. Ama biz hadi sıfatlarından dem vurmaya devam edelim: Bizi insan kılmaya götürecek yegâne binek. Hem nesne hem özne. Niyazi Mısri’nin mürşidi Sinan Ümmi “Düldülümüz aşktır bizim” der. Vücudunda tatbikatı olmayana, azalarını uyandırıp ümmet kılmayana gerçek er / aşk eri diyemiyoruz. Belki bir tanım daha. Aşk: Gerçek.

Âşık ve maşuk Hakka karışınca geriye kalan yine aşk. Kendi. En güzel ismi.
Âşık ve maşuk Hakka karışınca geriye kalan yine aşk. Kendi. En güzel ismi.

İslam’ın özü olan bu tevhid gerçeği, bu topraklardaki canlı şahitliğini aşk ve irfan ehlinin nefesiyle kesintisiz devam ettiriyor. Evet, güven, sadakat, teslimiyet, mahrem, hürmet… Hani bizim Anadolu irfanı dediğimiz maya. 15 Temmuz’da ansızın tecelli eden, mayamızdaki o sırlı gerçek. O geceki asil direnişi anlayabilmemiz bu topraklardaki kâmillerin nefesini elan çektiğimizi fark etmekle mümkün. Yoksa korkarım hamasi ve siyasi söylemlerle içi boşaltılma riski taşıyor. Aşkın başına gelen, illa aşk şahitlerinin / şehitlerinin başına da geliyor. N’apalım bir hikmeti var, Allah’ın cümbüşü sonsuz.

Bilimin icadı, tekniğin göz kamaştırıcı gelişimi ve tüm insanlık tarihindeki toplam veriden daha fazla veriyi sadece bir hafta içinde üreten ‘bilgi’ çağımız... Bizi çerçeveleyen şartlar böyle ama giderek bin yıl önceki sesi duymaya çalışıyoruz: “ilim bir kıyl-u ka’l imiş - her ne var âlemde aşk imiş.” Bu da insanın hikâyesi sanırım...

Eyvallah! Hatta menakıpnamesi diyelim. Aşkı tarihi bir boyutta ele almak bu durumda Allah’ın cümbüşü. Aşkın moderni muhafazakârı, eskisi yenisi olmuyor. Aşk: Kesintisiz zikir. Her dem canlı. Her kalpte kendi tefsirini yapıyor. Değil bin yıl öncesi, bin yıl sonrasına da gitseniz böyle. Hazreti İnsan’ın -ki yeryüzü halifesi- üst sınırı mı var? Sevdikçe genişliyor gönül. Fetih bu yüzden hiç tamamlanmıyor. Aşkı bir tanıma sığdıramamamız da bundan. Bir gönül ehli şöyle der: “Hakkı bulmaz kalp içinde Zat’ı insan olmayan.”

Müthiş doğrusu…

Gönle girmeli, tastamam gömülmeli ta ki Zat sırrına varalım. Yaşayan Kur’an olalım. Hakkın bilinme mahalli kalp. Yoksa Kuran’ın mushafını hatmetmekle evliya olurduk. Kadavra medeniyetinde yalpalanıp duruyoruz. Bize lazım olan “kendini bilenler” medeniyeti. Onun da ham maddesi aşk ve irfan.

Anadolu'nun ümmice konuşulan anadili: Aşk

Sevdikçe genişliyor gönül. Fetih bu yüzden hiç tamamlanmıyor.
Sevdikçe genişliyor gönül. Fetih bu yüzden hiç tamamlanmıyor.

Elde etmek için bir ömür peşinde koştuğumuz şeyi ele geçirmek de yavaşlatmıyor tedirgin hızımızı. Mutsuzluğun etrafında dönüyoruz sanki. Elde edince aradığımız şeyin aslında ‘o’ şey olmadığını görmek de konumuza dâhil sanki…

Mutsuzluk kendini bilmemekten. Yani nefs-i emmare düzeyinde, kadavra medeniyetinde yaşamaya devam etmekten. Almaya, benliğini / nefsini şişirmeye odaklı olmaktan. Kendini bilmeye gereken ise aşk. Hah işte bu dersek, sizin dediğiniz gibi, o anında başka bir şeye dönüşmüştür zaten. Aynı olsa ikilik olurdu! Allah tekrar etmiyor oysa.

Anadolu’nun mayasındaki ümmice konuşulan anadil bu. Türküleri, tekerlemeleri, rubaileri, deyişleri, kıssaları, masalları, ibret hikâyelerini ve menakıpları yitirdikçe vampir romanlarıyla, ‘üçüncü beşinci yeni’ kurusıkı şiirlerle aşka şahitlik etmemiz zorlaşıyor. Ama bu şartlarda da Hak erenler / mürşid-i kâmiller o kudsi nefesi üflenmeye ve ölü kalpleri diriltmeye devam ediyor. Emin olun. Medyanın işitmediği tenhalarda, belki de işittiği kalabalıklarda, her an her yerde... Herkesten her şeyden kendini gösteren, işittiren muhatabımız kimdir?