Madde 1: Ana ilkemiz hakikattir

Sezai Karakoç
Sezai Karakoç

Bursa'da bir kamyon kasasının üzerinde halka seslenen şairin, kendisini dinlemeye gelenleri -muhtemelen- pek coşturmayan ama onlara usul usul hakikati haykıran sükût gibi hitabeti. Siyasetçilerin anlattığı masallara benzemeyen sözleriyle kürsüde bir avuç insana seslenen bu kavruk adam, kurduğu partisinin programına doğrudan şöyle başlayacaktır mesela; "Madde 1: Ana ilkemiz hakikattir".

I

Daktiloya çekilmiş Monna Rosa'ların fotokopiyle elden ele dolaştırıldığı zamanlar, yıl 2001 olmalı. Bir pusula gibi sürekli yanımızda taşıdığımız bu garip şiir belgesini, bir akşam üstü, soğuk bir öğrenci evinin yayları hafiften fırlamış kanepelerinde oturup, dalgın dalgın göğe bakarak okuduğumuzu hatırlıyorum. İlk Sezai Karakoç'um bu fotoğrafın içinde duruyor. Neden ve nasıl savaştığımızı anlamanın bir daha asla mümkün olamayacağı yıllar. Şiirin gücü karşısında ürperdiğimiz, kelimeleri kurşun askerler gibi kağıtlara dizdiğimiz ve inadımızı teslim etmeye hiç yanaşmadığımız zamanlar. Sonrasında peş peşe gelen; Ruhun Dirilişi, Kıyamet Aşısı, Hızırla Kırk Saat, Varolma Savaşı, Samanyolunda Ziyafet, Gündönümü, Diriliş Neslinin Amentüsü, Unutuş ve Hatırlayış, Çağ ve İlham, Çıkış Yolu, Gün Doğmadan ve diğer Karakoçlar. Sözüyle kâinatı kuşatmaya yeminli bir bilgenin, gül devrini inşa etmeye dair parolaları gibi hepsi. Barkodsuz, sade kapaklı, ince, keskin ve büyük bir anlamın içinde.

II

Zihnimdeki ikinci fotoğraf, Diriliş Partisi'nin ilk açık hava mitingine ait o ilginç kare; Karakoç miting kürsüsünde. Bursa'da bir kamyon kasasının üzerinde halka seslenen şairin, kendisini dinlemeye gelenleri -muhtemelen- pek coşturmayan ama onlara usul usul hakikati haykıran sükût gibi hitabeti. Fotoğrafın bana söylediği imge ayniyle bu. Siyasetçilerin anlattığı masallara benzemeyen sözleriyle kürsüde bir avuç insana seslenen bu kavruk adam, kurduğu partisinin programına doğrudan şöyle başlayacaktır mesela; "Madde 1: Ana ilkemiz hakikattir". Geceyi onaran Mimar'a teslim olmuş, gün batsa ne olur diyen bir şair söz'ünün erdiği en yüksek bilinç belki. Şu sözleriyle birlikte elbette; "Siz de, bir uygarlığın son çocukları, evet siz de, tekrar o uygarlığı yücelten, en parlak vakitlere eriştiren öze dönerek onu yeniden ihya edebilirsiniz. Bunu yaparsanız onun aşkı sizi saracak, siz adeta bir mucize ikliminde ilerlermiş gibi olacaksınız, şeytan veya şeytani sistemlerin hiçbiri size engel olamayacak. Sizi aşk yönetecek. Ve siz tekrar hakikatin bayrağını dünyaya dikecek, ilahi sistemi gerçekleştirecek, hakkın medeniyetini zafere ulaştıracaksınız."

III

Sezai Karakoç, Maraş Ortaokulu'na parasız yatılı, Mülkiye'de burslu. Hayat buralardan konuşur en çok. Konuştukça uzlaşılmazlığı kendi sütresinde. Issız kalabalık. Doğu'nun 7. Oğlu. Gölgesi de aynı kalbi gibi Türkiye'de. Ağıt yazmayı sevmez, gül ve şiirden yana. Ölümden değil hep dirilişten yana. Ölümden değil, ölüm sonrasından yana. Hızır'dan ve Taha'dan, Kudüs'ten, Şam'dan, İstanbul'dan ve Buhara'dan yana! İslam'dan yana, Resûl-i Ekrem'den, gül medeniyetinden, evlerden ve evleri balkonsuz yapan mimarlardan yana. İnsan'dan yana, dirilişten, merhametten, adaletten yana! Parmaklarından süt içmeye çağırdığı karayılanların, sürgün ülkeden başkentler başkentine yazdığı mektupların ve koşu bittikten sonra da koşan o atların söylediği bir Sezai Karakoç. Şimdi önce kocaman bir dua, ardından "Gün Doğmadan, Şehzadebaşı'nda'' şirinin son dörtlüğünü okuyorum. Madde 1: Ana ilkemiz hakikattir.