Malayani toplumu

Sosyal medya, insanı mütemadiyen teşhirle, keza dikizlemeyle eğlenip oyalanır halde tutmasıyla malayani kültürünü başat kültür katına çıkarıyor.

İçinde yaşadığımız Malayani Çağı’nın biz çağdaşlara yaptığı asıl fenalık şu belki de: Biz ilgimizi celbe matuf onca ayartıcı mevzu arasında kendimizle ilgilenmeye bir türlü fırsat bulamıyoruz, sonuç olarak da kendimizi unutma talihsizliğine uğruyoruz.

Yanımızdaki yöremizdeki şahıslarla hemhâlliği unuttuk keza arşınlarken dünyayı sanal âlemde.
Yanımızdaki yöremizdeki şahıslarla hemhâlliği unuttuk keza arşınlarken dünyayı sanal âlemde.

Yanımızdaki yöremizdeki şahıslarla hemhâlliği unuttuk keza arşınlarken dünyayı sanal âlemde. Sosyal medyanın bize bilhassa dikkat çekici görünen şu üç karakteristiğini hızlıca sıralamalıyız burada: Bir, oyun ve oyalanma esasına dayanması; iki, teşhir ve dikizleme mantığına, dolayısıyla mahremiyetin alenileştirilmesi ve ortadan kaldırılması esasına yaslanması üç, malayaniden beslenip onu yaygınlaştırması ve kalıcı hâle getirmesi. Bu üç madde sonuncuda toplanabilir pekâlâ: Sosyal medya insanı mütemadiyen teşhirle (görünme ve gösterme), keza dikizlemeyle (bakış ve gözetleme) eğlenip oyalanır halde tutmasıyla malayani kültürünü başat kültür katına çıkarıyor.

Sosyal medya mahremiyeti alenileştirip ortadan kaldırıyor hakeza: Hemen her şey tüketici bir iştihayla tözünden boşaltılıp gizeminden ediliyor ve bu surette şeffaflaştırılıp dolaşıma sokuluyor bu sanal ortamda. Peki, ama nedir bu malayani deyip durduğumuz şey? Bu kavram, insanı ilgilendirmemesi icap eden “boş, faydasız ya da fuzuli” fiil ve şeylere işaret ediyor tam da. Malayani, belli bir maksada mebni olmaksızın, iş olsun diye, lâf olsun, zaman geçsin, vakit dolsun diye yapılan “boş konuşmalar” ve “yararsız işler”dir haddizatında. Bu kavram aklımıza ilk olarak Heidegger’in gündelik hayat analizinde başvurduğu Gerede (lakırdı) kavramını getiriyor.

Bununla birlikte malayani Gerede’den daha kapsamlıdır hiç kuşkusuz. İçinde yaşadığımız işbu Malayani Çağı’nın biz çağdaşlara yaptığı asıl fenalık şu belki de: Biz ilgimizi celbe matuf onca ayartıcı mevzu arasında kendimizle ilgilenmeye, kendimize ihtimam göstermeye bir türlü fırsat bulamıyoruz, sonuç olarak da kendimizi unutma talihsizliğine uğruyoruz. Oysa (zaman zaman da olsa) malayaniye yol açan ortamları (media) terk ederek kendimizle başa başa kalmaya çalışmalı değil miyiz?

Bugün yanımız yöremiz buldukları hemen her fırsatta karşı konulamaz bir saikle ‘akıllı’ telefonlarına yumulan insanlarla dolu. “Dünya”da olup biten şeylerle çok ilgili onlar! Telefonlarının şarjı bitti mi onlar da bitiyorlar! Malum, “dünya” ile bağları kopmuş oluyor o zaman! Kendileriyle baş başa kalmak –aman Allah’ım ne feci!– ürkütüyor onları. Onların derdi kendilerini unutmak aslında! Bunu da sosyal medya üstelik en âlâ şekilde sağlıyor onlara.